Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 3890 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 27377 - Esas Yıl 2013





Mahkemesi : Adana 4. İş MahkemesiTarihi : 07/10/2013Numarası : 2010/356-2013/482 Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü: 1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki temyiz itirazlarının reddine 2-Davacı, davalı işyerinde yemekhane elemanı olarak çalışırken iş akdinin işveren tarafından haksız olarak sonlandırıldığından bahisle kıdem ve ihbar tazminatı ile bazı işçilik alacaklarının ödetilmesini istemiştir. Davalı, davacının iş akdinin işyerinde alkol alması sebebiyle haklı nedenle sonlandırıldığını, tüm haklarının ödendiğini hiçbir alacağı olmadığını savunarak, davanın reddini talep etmiştir. Mahkemece, davacının iş akdinin haklı nedenle feshedildiğinin davalı tarafça ispat edilemediği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davacının iş akdinin feshinin, haklı nedenle olup olmadığı konularında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. İş sözleşmesinin, işçinin doğruluk ve bağlılığa aykırı söz veya davranışları sebebiyle işverence haklı olarak feshedilip feshedilmediği noktasında taraflar arasında uyuşmazlık söz konusudur. 4857 sayılı İş Kanununun 25 inci maddesinin (II) numaralı bendinde, ahlâk ve iyi niyet kurallarına uymayan haller sıralanmış ve belirtilen durumlar ile benzerlerinin varlığı halinde, işverenin iş sözleşmesini haklı fesih imkânının olduğu açıklanmıştır. Yine değinilen bendin (e) alt bendinde, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan işçi davranışlarının da işverene haklı fesih imkânı verdiği ifade edilmiştir. Görüldüğü üzere yasadaki haller sınırlı sayıda olmayıp, genel olarak işçinin sadakat borcuna aykırılık oluşturan söz ve davranışları işverene fesih imkânı tanımaktadır. Somut olayda, 22.03.2010 tarihli tutanak içeriği ve tutanakta imzası bulunan tanıkların duruşmada alınan beyanlarına göre, davalı işyerinde alkollü olarak bulunmuş, işveren, davacının iş akdini, işyerinde alkol alması nedeniyle feshetmiştir. Bu durum işveren için haklı fesih nedenidir. İş akdinin işveren tarafından haklı nedenle feshedilmiş olduğunun anlaşılmasına göre davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken kabulü hatalı olup bozma nedenidir. 3-Taraflar arasında davacının işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu "eksik bir borç" haline dönüştürür ve "alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir. 4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları, Borçlar Kanununun 126/1 maddesi (6098 Sayılı TBK 147) uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir. Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def'i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir. Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir. Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir. 1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz. Zamanaşımı definin, cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür. Somut olayda, davalı vekili 30.5.2011 tarihinde, biirkişi raporuna karşı itirazlarını bildirirken zamanaşımı savunmasını da dile getirmiş, daha sonra 20.6.2011 tarihli duruşmada ıslah dilekçesinin elden tebliği üzerine yazılı itirazlarını aynen tekrar ettiğini bildirerek ıslah edilen miktar yönünden zamanaşımı savunmasında bulunmuştur. Mahkemece, hafta tatili, genel tatil ve fazla çalışma alacakları yönünden ıslah edilen tutarlar bakımından ek bilirkişi raporu alınması gerekirken bu husus gözardı edilerek eksik inceleme ile hüküm kurulmuş olması da isabetsizdir. 4-Davacı vekili dava dilekçesinde fazla mesai ve hafta tatili ücreti alacaklarını ayrı ayrı hüküm altına alınmasını talep etmiştir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda; davacının fazla mesai alacağının hesabında davacının Temmuz-Ağustos aylarında iki Pazar günü, diğer aylarda ise iki ayda bir Pazar günü çalıştığı kabul edilmiş, davacının Pazar günü yaptığı çalışmalarının tamamı fazla mesai hesabında dikkate alınmış, ayrıca davacının hafta tatili ücreti hesaplanırken davacının çalıştığı kabul edilen hafta tatilleri için ayrıca mükerrer olacak şekilde hesaplama yapılmıştır. Davacının hafta tatili alacağını ayrı bir alacak olarak talep etmesi nedeniyle davacının hafta tatili alacakları ayrı hesaplanmalı, davacının fazla mesai alacakları ise davacının haftanın 6 günündeki çalışmaları dikkate alınarak belirlenmeli, davacının hafta tatili çalışmalarında 7,5 saati aşan çalışmaları varsa 7,5 saati aşan kısımları fazla mesai hesabına dahil edilmelidir. Davacının yaptığı hafta tatili çalışmalarının tamamının fazla mesai alacağı içine dahil edilerek mükerrer hesaplama yapılan bilirkişi raporuna itibarla hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. O halde davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenlerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 13.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.