Mahkemesi : Samsun 2. İş MahkemesiTarihi : 16/04/2013Numarası : 2008/26-2013/226 Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davalı S.. B.. tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü: 1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalı S.. B..nın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine, 2-Davacı, Samsun Göğüs Hastalıkları Hastanesinde davalıya ait işyerine bağlı olarak çalıştığını, iş akdinin haksız olarak feshedildiğini, fazla mesai alacağı ile resmi tatil ve hafta tatili alacaklarının bulunduğunu, söz konusu alacaklarını talep etmesi üzerine alacaklarının ödenmediğini ve baskı altında ibraname imzalatılmak istendiğini, imzalamaması halinde işe girerken imzalatılan boş senedin kendisine iade edilmeyeceğinin söylendiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin, fazla çalışma, resmi tatil, hafta tatili ücreti alacaklarının tahsilini istemiştir. Davalı .... Yemek Şirketi, davacının çalıştığı süreye ilişkin tüm haklarını aldığını ve hiçbir alacağı bulunmadığını, imzalamış olduğu ibraname ile fazla çalışma yapmadığını kabul ettiğini, davalı S.. B.. ise davanın zamanaşımına uğradığını, davacının çalıştığı işyerinin S.. B.. ile hukuki bağı bulunmadığını, davacıya ilişkin herhangi bir görev ve görevlendirme yazısı bulunmadığını, davacı ile davalı kurum arasında alt işveren veya üst işveren ilişkinin mevcut olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının S.. B..na bağlı Göğüs Hastanesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında son olarak davalı şirket nezdinde çalıştığı, davalı ...Yemek Şirketinin iş akdinin sona erdiği manasına gelen ibraname ile işyerini devredememe iradesini ortaya koyduğu, ibranamenin matbu olarak hazırlandığı, tanık beyanlarına göre ibranamelerin işçilerden iradeleri fesada uğratılarak ve iş akdinin feshinden önce alındığı kanaatine varıldığı, davalı şirketin ibranamede belirtilen ödemeleri şirket kayıtları ile ispatlamadığı, bu nedenle ibranameye itibar edilmediği, davacının daha sonra başka bir taşeron nezdinde S.. B..na bağlı başka bir hastanede çalışmasının davacının kıdem tazminatı almasına engel teşkil etmediği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Taraflar arasında düzenlenen ibranamenin geçerliliği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Türk Hukukunda ibra sözleşmesi 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olup, kabul edilen Yasanın 132 inci maddesinde “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir” şeklinde kurala yer verilmiştir. İşçi ve işveren arasında işverenin borçlarının sona erdirilmesine yönelik olarak Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlülüğü öncesinde yapılan ibra sözleşmeleri yönünden geçersizlik sorunu aşağıdaki ilkeler dâhilinde değerlendirilmelidir: Dairemizin kökleşmiş içtihatları çerçevesinde, iş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmeleri geçersizdir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmesi mümkün olup, Dairemizin kararlılık kazanmış uygulaması bu yöndedir. İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez. İbranamenin geçerli olup olmadığı 01.07.2012 tarihine kadar yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanununun irade fesadını düzenleyen 23-31. maddeleri yönünden de değerlendirilmelidir. İbra sözleşmesi yapılırken taraflardan birinin esaslı hataya düşmesi, diğer tarafın veya üçüncü şahsın hile ya da korkutmasıyla karşılaşması halinde, ibra iradesinden söz edilemez. Öte yandan 818 sayılı Borçlar Kanununun 21 inci maddesinde sözü edilen aşırı yararlanma (gabin) ölçütünün de ibra sözleşmelerinin geçerliliği noktasında değerlendirilmesi gerekir. İbranamedeki irade fesadı hallerinin, 818 sayılı Borçlar Kanununun 31 inci maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde ileri sürülmesi gerekir. Ancak, işe girerken alınan matbu nitelikteki ibranameler bakımından iş ilişkisinin devam ettiği süre içinde bir yıllık süre işlemez. İbra sözleşmesi, varlığı tartışmasız olan bir borcun sona erdirilmesine dair bir yol olmakla, varlığı şüpheli ya da tartışmalı olan borçların ibra yoluyla sona ermesi mümkün değildir. Bu nedenle, işçinin hak kazanmadığı ileri sürülen bir borcun ibraya konu olması düşünülemez. Savunma ve işverenin diğer kayıtları ile çelişen ibra sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edilmelidir. Miktar içeren ibra sözleşmelerinde ise, alacağın tamamen ödenmiş olması durumunda borç ifa yoluyla sona ermiş olur. Buna karşın kısmi ödeme hallerinde, Dairemizin kökleşmiş içtihatlarında ibraya değer verilmemekte ve yapılan ödemenin makbuz hükmünde olduğu kabul edilmektedir. Miktar içeren ibranamenin çalışırken alınmış olması makbuz etkisini ortadan kaldırmaz . Miktar içermeyen ibra sözleşmelerinde ise, geçerlilik sorunu titizlikle ele alınmalıdır. İrade fesadı denetimi yapılmalı ve somut olayın özelliklerine göre ibranamenin geçerliliği konusunda çözümler aranmalıdır. Yine, işçinin ibranamede yasal haklarını saklı tuttuğuna dair ihtirazi kayda yer vermesi ibra iradesinin bulunmadığını gösterir. İbranamede yer almayan işçilik alacakları bakımından, borcun sona erdiği söylenemez. İbranamede yer alan işçilik alacaklarının bir kısmı yönünden savunma ile çelişkinin varlığı ibranameyi bütünüyle geçersiz kılmaz. Savunma ile çelişmeyen kısımlar yönünden ibra iradesine değer verilmelidir. Başka bir anlatımla, bu gibi durumlarda ibranamenin bölünebilir etkisinden söz edilebilir. Bir ibraname bazı alacaklar bakımından makbuz hükmünde sayılırken, bazı işçilik hak ve alacakları bakımından ise çelişki sebebiyle geçersizlikten söz edilebilir. İbraname savunması, hakkı ortadan kaldırabilecek itiraz niteliğinde olmakla yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir. Somut olayda; davalı şirket tarafından davacının alacaklarının ödendiğine dair 31/12/2007 tarihli miktar içeren ibraname sunulmuş olup mahkemece ibranamenin matbu olarak hazırlandığı, boşlukların elyazısı ile doldurulduğu, emsal dosyalardan da anlaşıldığı üzere işçilerden fesih tarihinden çok önce boş ibranameye imza alındığı gerekçesiyle ibraname nazara alınmamıştır. Mahkemece davalı şirkete ibraname kapsamında ödeme belgesi varsa sunulması için kesin önel verilerek ödeme varsa dikkate alınması gerekirken eksik inceleme ile karar verilmesi hatalıdır. 3-Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu "eksik bir borç" haline dönüştürür ve "alacağın dava edilebilme özelliği"ni ortadan kaldırır. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir. 4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları, Borçlar Kanununun 126/1 maddesi (6098 Sayılı TBK 147) uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir. Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def'i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir. Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir. Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içinde cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir. 1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz. Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K). Somut olayda, davacı vekilinin ıslah dilekçesine karşı davalı S.. B.. vekili tarafından süresi içinde zamanaşımı savunmasında bulunmuştur. Mahkemece, davacının davasını 6100 sayılı Yasa yürürlüğe girmeden önce açtığı ve fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak alacağın tamamını ihtilaf konusu yaptığı, davacı tarafın alacağın gerisini ihtilaf dışı bırakmadığı, harcın kısmen yatırıldığı, geri kalanın zamanaşımı kapsamında terkedildiğinin belirtilmediği, bu sebeple, zamanaşımı savunması olarak 1086 S. HUMK'un yürürlükte olduğu dönemde açılan ve 6100 S. HMK'nın yürürlüğe girdiği tarihte derdest olan davalara 448 madde yollaması ile aynı kanunun 107 maddesinin uygulanması gerektiği, neticeten davacının ıslah edilen taleplerine davalı tarafın süresinde dahi olsa zamanaşımı savunmasının süre yönünden dikkate alınmaması ve dava dilekçesi ile varsa süresindeki zamanaşımı savunmasının dikkate alınması, davanın seyri esnasında artırılan kısma yönelik zamanaşımı savunmasına itibar edilmemesi gerektiği gerekçesiyle davalı S.. B..nın ıslaha karşı zamanaşımı def’i dikkate alınmamıştır. Davanın 1086 sayılı HUMK.nun yürürlükte bulunduğu dönemde kısmi dava olarak açıldığı, belirsiz olacak davası olmadığı, belirsiz olacak davasının ancak HMK'nun yürürlüğe girmesinden sonra açılabileceği gözetilmeksizin, bilirkişi raporu alınmasından sonra davacı tarafın taleplerini ıslah ettiği ve davalı S.. B.. tarafından süresi içinde ıslaha karşı zamanaşımı def’inin ileri sürülmüş olduğunun anlaşılması karşısında Mahkemece fazla mesai ve ulusul bayram genel tatil alacakları yönünden ıslah tarihi itibarıyla davacının talep edebileceği fazla çalıma ve ulusal bayram genel tatil alacağı miktarı belirlenerek zamanaşımı defi değerlendirilip hesaplama yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, zamanaşımı defi dikkate alınmadan karar verilmesi hatalıdır. 4-Davalı S.. B..’nın harçtan muaf olduğu gözetilmeksizin harçtan sorumlu tutulması hatalıdır. 5-Hizmet tespit davasının tefrikine karar verildiği halde karar başlığında SGK Başkanlığının taraf olarak gösterilmiş olması da hatalıdır. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA, 12.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.