Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay'ca incelenmesi davacılar tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşılmakla, dosya incelendi, dosyadaki belgeler okundu. Tetkik hakiminin açıklamaları dinlendi. Gereği görüşüldü: Kadastro sırasında 103 ada 7 ve 8 parsel sayılı sırasıyla 4728,02 m2, 4750,22 m2 yüzölçümündeki taşınmazlar kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanılarak davalı Dursun adına ayrı ayrı tespit edilmiştir. Davacı Ziya ve H.Hüseyin satın almaya, miras yoluyla gelen hakka ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak dava açmışlardır. Mahkemece davanın reddine, dava konusu taşınmazların tespit gibi davalı taraf adına tapuya tesciline karar verilmiş, hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir. İddia ve savunmaya, duruşma tutanaklarına yansıyan bilgi ve belgelere göre saptanan dava niteliği dikkate alındığında mahkemece yapılan araştırma, soruşturma hüküm vermeye yeterli değildir. Davacı taraf miras yolu ile gelen hakka, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine ve satın almaya dayanıp, 1928 yılında düzenlenen senede tutunmuş, davalı tarafın ise tespit nedenlerine ve yargılama sırasında da Nisan 1289 tarih 53 sayılı getirtilen tapu kayıt örneğine göre intikal görmeyen Sosonoğlu Hasan, Halil ve Gülistan adına hakkı karardan oluştuğu anlaşılan 5 (beş) dönüm yüzölçümünde cinsi tarla olarak gösterilen yönsüz sınırları "Süleyman", "Hüseyin" ve "Gedik" olarak tarif edilen tapu kaydına dayandığı dava dosyasına ve duruşma tutanaklarına yansıyan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Davacı tarafın tutunduğu 1928 yılında düzenlendiği anlaşılan senet içeriğinde "Satıcıların" K... köyünden C... oğullarından Hasan kızı Altınhanım ve Hasan oğlu Halid'in kerimesi Güley Hanımın gösterildiği "Rehin" alanların ise A... oğullarından Hüseyin oğlu Haydar ve biraderi Ali Ağa olarak gösterildiği anılan senette rehin bedelinin 4000 madeni kuruş, köy olarak K... ve mevki olarak Yarhane ve sınır yerleri olarak doğuda "Dere" batıda "Mukaddemasilo, Elyevm, İsmail Ağa" kuzeyde "Mukaddema Hüseyin Elyevm Arben" ve güneyde "Dere" tarif edilmiş, senet içeriğinde de paranın faizsiz tarlanın (icaresiz) icarsız olduğu açıklanmıştır. Mahkemece davacı tarafın dayandığı 1928 tarihinde düzenlendiği belirlenen senedin dava konusu 103 ada 7 ve 8 parsel sayılı taşınmazlara ait olduğu, davalı tarafın yargılamada tutunduğu tapu kaydının çekişmeli taşınmazlara ait olmadığı gerekçe gösterilerek hüküm kurulmuş ise de, az yukarıda açıklanan olgular eşliğinde ve somut olayın özelliği gözönüne alındığında mahkemece yapılan araştırma, soruşturma hüküm vermeye yeterli değildir. Sağlıklı bir sonuca varılabilmesi için, öncelikle davalı tarafın tutunduğu Nisan 1289 tarih 53 sayılı tapu kaydının hukuksal değerini yitirip yitirmediğinin duraksamasız belirlenmesi, anılan tapu kaydının hukuksal değerini yitirmediği saptandığı takdirde, davalı tarafın dayandığı tapu kaydının yöntemine uygun biçimde yerine uygulanıp kapsamının belirlenmesi ve tapu kayıt malikleri ile tapu kaydına dayanan davalı tarafın irsi ilişkisinin sağlıklı biçimde belirlenmesi, ayrıca davacı tarafın tutunduğu 1928 yılında düzenlendiği anlaşılan senedin niteliğinin belirlenmesi, açık bir deyişle anılan senedin satış ya da rehin senedi olup olmadığının duraksamasız saptanması, saptanan niteliğine göre doğuracağı hukuki sonuçlarının belirlenmesi zorunludur. Öğretide ve yerleşik Yargıtay uygulamasında kararlılık kazanan görüşlere bir akdin ya da sözleşmenin niteliğinin belirlenmesinde akdin ya da sözleşmenin başlık bölümüne akdi ya da sözleşmeyi düzenleyen tarafların yapacağı akit ya da sözleşme tipleri düzenlenen akdin ya da sözleşmenin tiplenen nitelikte akit ya da sözleşme olduğunu göstermez. Her ne kadar somut olayda davacı tarafın tutunduğu 1928 tarihli senedin başlık kısmında senet "Satış Senedi" olarak tiplenmiş ya da nitelendirilmiş ise de, anılan senedin içeriğinde ayrıca dayanılan senette taşınmazları rehin alanların ve taşınmazları satanların kimlikleri de açıklanmıştır. Sözü edilen senette saptanan bu doğrultudaki maddi olgularla tanımlanan akit tiplemeleri dikkate alındığında, tapu kayıt malikleri ile satıcıların ve taşınmazları satın alanlar ile rehin alanların birbirleri karşısında hukuksal durumları, kimlikleri belirlenmeli, adı geçenler arasında varsa akdi ya da irsi ilişki duraksamasız belirlendikten sonra sözü edilen 1928 tarihli niteliği ve içeriği az yukarıda açıklanan senedin düzenlendiği günde akit tarafların o günde düzenledikleri bu sözleşme ile neyi ya da neleri amaçladıkları, o günün sosyal ve ekonomik koşulları ile hayatın olağan akışı karşısında anılan senedin niteliği belirlenmeli, senedin belirlenen niteliğine göre satış senedi mi, yoksa rehin senedi mi ya da karma tip bir sözleşme "Akit" olup olmadığı incelenip irdelenmeli, sözü edilen 1928 günlü senedin Borçlar Kanunu'nda tarif edilen akit türlerine saptanan niteliği esas alınarak uyuşmazlığın çözümünde sözleşmenin türüne göre hukuksal bir değer verilmelidir. Ne var ki, mahkemece bu doğrultuda gereği gibi ve yöntemine uygun bir araştırma, soruşturma ve uygulama da yapılmadığı, duruşma ve keşif tutanakları ile dava dosyasına yansıyan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Gerçekten yanlar arasındaki uyuşmazlığın sağlıklı bir biçimde çözümlenebilmesi için, davalı tarafın tutunduğu tapu kaydının malikleri ile kayda dayanan davalıların akdi ya da irsi ilişkilerinin belirlenmesi, ayrıca davalı tarafın tutunduğu tapu kaydının hukuksal değerini koruyup korumadığının duraksamasız belirlenmesi, kaydın hukuksal değerini koruduğu, kayda dayanan davalıların kayıt malikleri ile akdi ya da irsi ilişkilerinin bulunduğu saptandığı takdirde, sözü edilen tapu kaydının 3402 sayılı Kadastro Kanunumun 20. maddesi hükmü uyarınca yerine uygulanarak kapsamının belirlenmesi, bu yolla dava ve temyize konu taşınmazların tapu kaydının kapsamında kalıp kalmadığının saptanması, saptanan bu olgular eşliğinde davacı taraf ın tutunduğu 1928 yılında düzenlenen senedin az yukarıda bu konuda açıklanan maddi ve hukuki olgular eşliğinde değerlendirilmesi gerekir. Gerçekten davalı tarafın dayandığı tapu kaydının uygulamasına ilişkin yerel bilirkişi sözleri, dıştan komşu taşınmazların tespit tutanağı içeriği ve varsa dayanakları kayıtlarla denetlenmediğinden, soyut nitelikte gerekçesiz sözlerden ibaret olduğu gibi, uzman bilirkişi tarafından düzenlenen rapor ve eki haritada, tapu kaydında tarif edilen sınır yerleri 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 20. maddesi hükmü uyarınca yöntemine uygun şekilde gösterilmediği gibi, uzman bilirkişi tarafından düzenlenen haritada ölçek dahi bulunmadığı da gözönüne alındığında keşfi izlemeye, yerel bilirkişi sözlerini denetlemeye imkan vermeyen, bu nedenle yargı denetimine açık olmayan harita ve eki rapor da yetersizdir. O halde, saptanan dava niteliği dikkate alındığında sağlıklı bir sonuca varılabilmesi için, öncelikle davalı tarafın tutunduğu Nisan 1289 tarih 53 sayılı tapu kaydı ilk oluştuğu günden itibaren tüm tedavülleri ile birlikte tüm maliklerini, oluşma nedenini, yüzölçümünü açıkta pay kalmayacak şekilde varsa haritası ile birlikte Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü ve Tapu Sicil Müdürlügü'nden ayrı ayrı getirtilmeli, bundan sonra tapu kaydına dayanan davalı tarafın tapu kayıt malikleri ile varsa akdi ya da irsi ilişkileri sorulup saptanmalı, bu nedenle kayıt maliklerinin tüm mirasçılarını gösterecek şekilde onaylı nüfus aile kayıt örnekleri, ilgili Nüfus Müdürlügü'nden getirtilerek incelenip irdelenmeli, varsa yanlar arasındaki irsi ya da akdi ilişki ve bu ilişkinin niteliği duraksamasız belirlenmelidir. Öte yandan, dava dosyasına getirtilen tapu kayıt örneğinde kaydın intikal görmediği de belirlenmiştir. Gerçekten sözü edilen Nisan 1289, Nisan 53 sayılı tapu kaydı intikal görmemiş ise, kayıt maliklerinin ölüm günleri gözönüne alınarak tapu kaydının hukuksal değerini koruyup korumadığı belirlenmeli, tapu kaydı 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 13/B-c maddesi hükmünde öngörülen koşullarla hukuksal değerini yitirdiği takdirde kayda değer verilmeyeceği, aksi halde kayda dayanan davalı tarafın kayıt malikleri ile irsi ya da akdi ilişkilerinin bulunup bulunmadığı sağM biçimde belirlenmeli, bu konuda istihsal edilmiş veraset belgesi varsa kayda dayananlara ibraz ettirilmeli, bu yolla irsi ilişki sağlıklı biçimde duraksamasız belirlenmeli, akdi ilişkiye dayanıldığı takdirde ilgiliden somut olayda davacı taraftan bu konudaki başkaca delilleri varsa sorulup saptanmalı, göstereceği deliller toplanmalı ya da bu konuya ilişkin dayandıkları 1928 yılında düzenlenen senetten başka yazılı kayıt ve belgeleri varsa ibraz ettirilmeli, kayda dayanan davalı tarafın tapu kayıt malikleri ile akdi ya da irsi ilişkisi saptandığı takdirde dayanılan tapu kaydının dava dışı başka taşınmaz ya da taşınmazlara revizyon görüp görmediği, Tapu Sicil Müdürlüğü ve Kadastro Müdüriüğü'nden ayrı ayrı sorulup saptanmalı, revizyon görmüş ise dava konusu taşınmazlarla birlikte revizyon gördüğü dava dışı taşınmazları ve bu taşınmazlara da dıştan komşu taşınmazları birarada gösterecek şekilde geniş kapsamlı birleşik harita Kadastro Müdüriüğü'nden getirtilmeli, bundan sonra dıştan komşu taşınmazların tespit tutanakları ve varsa dayanakları kayıtlar, davalı iseler dava dosyaları da getirtilmeli, dayanılan tapu kaydının dava dışı başka taşınmazlara revizyon gördüğü ve davalı oldukları saptandığı takdirde Usulün 43 ve onu izleyen maddeleri hükmü uyarınca dava dosyalarının birleştirilip birleştirilmeyeceği yönü üzerinde durulmalı, gerçekten vurgulanan bu olgunun dava ekonomisi ve tutunulan tapu kaydının kapsamının sağlıklı biçimde belirlenebilmesi için zorunlu olduğu özellikle dikkate alınmalı, daha sonra yöreyi iyi bilen, elverdiğince yaşlı, yansız, yerel ve uzman bilirkişi, fen elemanı, tutanak bilirkişilerinin tümü, tarafların aynı yöntemle göstereceği tanıklar hazır olduğu halde dava konusu 103 ada 7 ve 8 parsel sayılı taşınmazlar başında yeniden keşif yapılmalı, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 20. maddesi hükmü uyarınca dayanılan tapu kaydı ilk oluştuğu günden itibaren varsa tedavülleri ile birlikte yerel bilirkişi yardımı, uzman bilirkişi eliyle yerine uygulanmalı, uygulamada tapu kaydının revizyon gördüğü dava dışı taşınmazlar varsa özellikle gözönünde tutulmalı, tapu kaydında tarif edilen sınır yerlerinden yerel bilirkişice bilinemeyen sınır yerleri bulunduğu takdirde bu konuda taraflara tanık dinletme olanağı sağlanmalı, uzman bilirkişiye tapu kayıtlarda tarif edilen sınır yerleri düzenleyeceği haritada ayrı ayrı işaret ettirilmeli, uygulamaya ilişkin yerel bilirkişi ve tanık sözleri, dıştan komşu taşınmazların tespit tutanağı içeriği ve varsa dayanakları kayıtlarla denetlenmen, bu yolla dava konusu taşınmazların dayanılan tapu kaydının kapsamında kalıp kalmadığı duraksamasız saptanmalı, dava konusu taşınmazların tümü ya da bir bölümü dayanılan tapu kaydının kapsamı dışında kaldığı saptandığı takdirde kayıt kapsamı dışında kalan taşınmaz ya da taşınmaz bölümleri yönünden yeterli biçimde zilyetlik araştırması yapılmalı, bu konuda taşınmazların öncesinin kime ait olduğu, kimden kime kaldığı ve taşınmazlar üzerinde sürdürülen zilyetliğin başlangıç günü, süresi ve sür-dürülüş biçimi hakkında yerel bilirkişi ve tanıklardan ayrı ayrı olaylara dayalı bilgiler alınmalı, tespit tutanağı bilirkişilerinin beyanları ile yerel bilirkişi ve tanık beyanları arasında aykırılık bulunduğu takdirde tespit tutanağı bilirkişileri de taşınmazlar başında Usulün 259. maddesi hükmü uyarınca ayrı ayrı dinlenerek, çelişki duraksamasız giderilmeli, uzman bilirkişiden keşfi izlemeye, yerel bilirkişi ve tanık sözlerini denetlemeye imkan verecek şekilde ayrıntılı, gerekçeli, yargı denetimine açık rapor alınmalıdır. Davalı tarafın tutunduğu tapu kaydının 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 13/B-c maddesi hükmünde öngörülen koşullarla hukuksal değerini yitirdiği ya da davalı tarafın tapu kayıt malikleri ile irsi ilişkisini yöntemine uygun şekilde kanıtlayamadığı saptandığı takdirde veya tapu kaydının taşınmazlara ait olmadığının duraksamasız belirlenmesi halinde, taşınmazların tapuda kayıtlı olmadığı, menkul mal hükümlerine tabi olduğu, yanlar arasındaki uyuşmazlığın zilyetlik hükümlerine göre çözümleneceği, davacı tarafın tutunduğu az yukarıda açıklanan olgular eşliğinde belirlenen niteliği ile senedin düzenlendiği 1928 yılı ile taşınmazların kadastro tespitlerinin yapıldığı 01.06.2006 günleri arasında bir insan ömrünü aşan sürede taşınmazlar üzerinde davacıların zilyet olduğu bu kadar uzun süreli rehin sözleşmesi yapılmasının hukuken olanaklı olup olmadığı düşünülmeli, 1928 günlü sözleşmede aynen "Para Faizsiz Tarla (İcaresiz) karsız Şeklindeki Deyimleme Dikkate Alınmalı" tapu kaydının hukuksal değerini yitirmediği ve dava konusu taşınmazlara ait olduğu saptandığı takdirde tapulu taşınmazların ne biçimde ve nasıl, hangi koşullarla rehne-dileceği, sözü edilen senedin düzenlendiği günde yürürlükte bulunan eski Medeni Kanun hükümlerinde ve anılan yasayı yürürlükten kaldıran 4721 sayılı Türk MK'da duraksamasız açıklandığı dikkate alınarak eski Medeni Kanun'un 754, 771, 924 ve 932 maddeleri hükmü ile taşınır malların rehnini düzenleyen 765, 852, 853 ve 886 maddeleri hükmü ve 4721 sayılı yeni Medeni Kanun'un konuyu düzenleyen 850 ila 854 ve 856 ila 858 ve 863 ila 865 maddeleri hükmü eşliğinde somut olay değerlendirilmeli, tutunulan tapu kaydının hukuksal değerini koruması ve taşınmazları kapsaması halinde kayıtta sınır yeri olarak tarif edilen "Gedik" yönünden 04.06.1947 tarih 41/7 sayılı İ.B. Kararı ile 1328 tarihli Yasa'nın somut olayda uygulama olanağının bulunup bulunmadığı düşünülmeli, "Gedik" niteliğindeki taşınmaz ya da taşınmazlar üzerinde sürdürülen zilyetliğin fer'i nitelikte olduğu dikkate alınmalı, bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna uygun bir karar verilmelidir. Mahkemece böylesine bir araştırma ve soruşturma yapılmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz, davacıların temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde ilgililerine iadesine, 12.06.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.