Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 22389 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 11229 - Esas Yıl 2014





Mahkemesi : Antalya 5. İş MahkemesiTarihi : 07/05/2014Numarası : 2012/152-2014/296 Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü: 1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine, 2-Davacı, 17.07.2006 tarihinde davalıya ait .... Beacah Hotel işyerinde lojman sorumlusu olarak çalışmaya başladığını, 17.01.2007 tarihinde işten çıkartılmış gösterildiğini, 17.02.2007 tarihinde tekrar sigortalı gösterildiğini, 11.12.2009 tarihinde iş akdinin haksız biçimde sona erdirildiğini, 10 günlük ücret alacağı bulunduğunu, gece ve gündüz vardiyalarında değişimli olarak günde 12 saat, hafta tatilleri dahil olmak üzere çalıştığını, 20 gün dışında yıllık izin kullanmadığını, 2009 yılından önceki genel tatil alacaklarının ödendiğini, 2009 yılına ait olan genel tatil alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin, fazla çalışma, ulusal bayram genel tatil, hafta tatili ve ücret alacaklarının tahsilini istemiştir. Davalı, davacının mevsimlik işçi olarak 19.07.2006 tarihinde işe başladığını, 14.01.2007 tarihinde iş akdinin kendi isteğiyle askıya alındığını, davalı işletmeyi bu dönemle ilgili olarak ibra ettiğini, askıda kalan sürenin kıdeminden sayılamayacağını, 17.02.2007 tarihinde davacının davalı işletmede yeniden çalışmaya başladığını, 10.12.2009 tarihine kadar çalışmasını sürdürdüğünü, bu tarihte mesai bitiminde iş akdinin 4857 sayılı Yasanın 17. maddesine göre personel kısıtlaması ve performansının yetersiz oluşu nedeniyle feshedildiğini, ihbar ve kıdem tazminatı ile yıllık izin ücretleri ve hak edişleri ödenmek üzere ihtarname ile çağrılmasına rağmen işyerine başvurmadığını, bunun üzerine hak edişlerinin tamamının bankaya dava tarihinden önce yatırıldığını, aylık ücretinin bordrolarda gösterildiği gibi olduğunu, banka kanalıyla ödendiğini, fazla çalışma iddiasının gerçeğe aykırı olduğunu, üç vardiya uygulanan işyerinde birçok lojman görevlisi bulunduğunu, davacının hafta tatillerinde çalışmadığını, nadiren yaptığı fazla çalışmalar karşılığı 20 gün ücretli izin kullandırıldığını, son bordrosunda biriken fazla mesai alacağı olarak 1187,00 TL ödendiğini, ücretsiz izinli olduğu günlerde fazla çalışma iddiasının dinlenemeyeceğini, yıllık izinlerinin 16 gününü kullandığını, kalan 14 günlük izin ücretinin bankaya ödendiğini, genel tatillerde çalıştı ise ücretinin ödendiğini bildirerek davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin alacaklarını atiye bıraktığı, davacının haftada 18 saat fazla mesai yaptığı, davanın açılmasından sonra 15.01.2010 tarihinde davacının banka hesabına yatırıldığı anlaşılan 1187,34 TL mahsup edildiğinde bakiye net 5.719,00 TL fazla mesai ücreti almaya hak kazandığı, davacının her ay 4 hafta tatilinden ikisinde çalıştığı, davacının almaya hak kazandığı hafta sonu tatili alacağının net 1413,00 TL olduğu, 14.01.2007 tarihli ibraname başlıklı belge ve 18.11.2008 tarihli davacının imzasını havi yazı karşısında 19.07.2006-14.01.2007 ve 05.12.2008-13.01.2009 dönemlerinin fazla mesai ve hafta tatili hesabında değerlendirme dışı bırakılması gerektiği, davacı vekilinin bilirkişi Mustafa Avcı'nın 08.07.2011 havale tarihli rapor ile 12.05.2012 tarihli ek rapora itiraz etmeyip kabul ettiğini bildirdiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu "eksik bir borç" haline dönüştürür ve "alacağın dava edilebilme özelliği"ni ortadan kaldırır. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir. Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden gözönünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır. 4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları, Borçlar Kanununun 126/1 maddesi (6098 Sayılı TBK 147) uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 7'nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447'nci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı Yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir. Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def'i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319'ncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı def'i cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin ileri sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir. Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı def'i de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir. Cevap dilekçesinde zamanaşımı def'i ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/son maddesi uyarınca zamanaşımı def'i davacının açık muvafakati ile yapılabilir. 1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def'ine davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı def'i geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def'inin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı def'i dikkate alınmaz. Bundan başka yukarıda açıklandığı üzere Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 371/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def'inin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı def'ine davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı def'i dikkate alınmaz. Zamanaşımı def'inin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70 K.). Somut olayda; davalı tarafça süresi içinde ıslaha karşı zamanaşımı savunması yapılmış olup mahkemece zamanaşımı savunması nedeniyle 05.03.2014 tarihli bilirkişi raporu alındığı halde zamanaşımı savunmasından önce alınan 12.05.2012 tarihli bilirkişi raporuna göre alacakların hüküm altına alınması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. Kabule göre de mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacının alacaklarının brüt ücretten net ücrete çevrildiğinin belirtildiği ancak hesaplamanın denetime elverişli olmadığı anlaşılmakta olup bu husus da ayrı bir bozma nedenidir. 3-Davalı vekili bilirkişi raporuna itiraz dilekçelerinde davacının ücretsiz izinde olduğu sürelerin davacının alacaklarının hesaplanmasında dışlanmadığını belirtmiş olup bilirkişi raporlarında davacının izinde olduğu sürelerin dışlandığı belirtilmiş ise de davacının hangi tarihlerde izinli olduğunun kabul edildiği ve hangi tarihlerin dışlandığı rapordan anlaşılamamaktadır. Mahkemece davalının bu yöndeki itirazları nedeniyle denetime elverişli ek rapor alınmadan karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ:Temyiz olunan kararın, yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 10/12/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.