Mahkemesi : Tokat 1. İş MahkemesiTarihi : 03/10/2013Numarası : 2011/541-2013/346 Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay'ca incelenmesi davalılar tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşılmakla, dosya incelendi, gereği görüşüldü: 1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalıların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine. 2-Davacı vekili, davacının davalılardan Ö.. S..'in diğer davalı Ç.. Ç..'ın alt işvereni olduğunu, davacının 25.10.2002 tarihinden 20.06.2011 tarihine kadar davalı Ç.. Ç..'a ait Zile İşletme Müdürlüğüne ait işyerinde sayaç okuma işinde çalıştığını, davacının iş akdinin haksız olarak feshedildiğini öne sürerek, kıdem, ihbar ve kötü niyet tazminatı ile hafta tatili, genel tatil, fazla çalışma, yıllık izin ve son 20 günlük aylık ücretinin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir. Davalı Ç.. Ç.., davacının diğer davalı bünyesinde çalıştığını, bu nedenle Ç.. Ç..'ın sorumlu tutulmasının mümkün olmadığını, Ç.. Ç..'a ait endeks okuma işinin Ö.. S.. tarafından yürütüldüğünü, 13/02/2011 tarihinde başka bir firma ile bu işin yürütüldüğünü, davalı Ö.. S.. ise, Ç.. Ç..'ın alt işvereni olarak yıllardır çalıştığını, çalışan personelin sayısının 72 olduğunu, bu çalışanların 65 tanesinin asıl işveren yanında işe devam ettiğini, davacı ile birlikte 7 kişinin işyerini terk edip işe gelmediklerini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemişlerdir. Mahkemece, iş akdinin feshinin 4857 sayılı Kanunun 19. maddesi gereği geçersiz bir fesih olduğu, yine işverence aynı Kanunun 17. maddesine uygun davranılmadığı, davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisinin bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu "eksik bir borç" haline dönüştürür ve "alacağın dava edilebilme" özelliğini ortadan kaldırır. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir. 4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları, Borçlar Kanununun 126/1 maddesi (6098 sayılı TBK 147) uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 818 Sayılı Borçlar Kanununun 128'inci maddesinde zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda başlayacağı kuralını getirmiştir. Aynı yönde düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151'inci maddesinde yer almaktadır. Borçlar Kanunun 131'inci maddesi gereğince, asıl alacak zamanaşımına uğradığında faiz ve diğer ek haklar da zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur. Türk Borçlar Kanunu’nun 152'inci maddesi de aynı doğrultudadır. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7'nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir. Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def'i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin ileri sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir. Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir. Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içinde cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir. 1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz. Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K). Somut olayda, davacı vekili dava dilekçesinde talep ettiği miktarları 08/07/2013 tarihli ıslah dilekçesi ile arttırmış, ıslah dilekçesi masraf olmadığından davalılara tebliğ edilmemiş, davalılar 25.07.2013 tarihli duruşmada süresi içinde zamanaşımı savunmasında bulunmuşlardır. Mahkemece, ıslaha karşı zamanaşımı savunmasının değerlendirilmesi bakımından dosyanın yeniden bilirkişiye gönderilmesi için gerekli masraf kendilerine verilen kesin süreye rağmen davalılar tarafından yatırılmadığı gerekçesiyle, ıslaha karşı ileri sürülen zamanaşımı savunması değerlendirilmeden hüküm kurulmuş ise de; alacağın varlığını ispat yükümlülüğü davacı üzerinde olduğundan ek rapor için gerekli masrafı yatırmak ile yükümlü olan taraf davacı taraftır. Mahkemece hatalı değerlendirme sonucu davalıların gerekli gideri yatırmadığı gerekçesiyle davalıların süresi içinde yaptığı zamanaşımı savunması değerlendirilmeksizin fazla çalışma, ulusal bayram-genel tatil, hafta tatili ve ücret alacaklarının hüküm altına alınmış olması hatalı olup bozma nedenidir. 2- Taraflar arasında genel tatil ücret alacağı konusunda da uyuşmazlık bulunmaktadır. Ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını iddia eden işçi, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda yer alan bayram ve genel tatil ücreti ödemesinin yapıldığı varsayılır. Bordroda ilgili bölümünün boş olması ya da bordronun imza taşımaması halinde işçi, ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını her türlü delille ispat edebilir. Ulusal bayram ve genel tatillerde çalışıldığının ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları, yazılı delil niteliğindedir. Ancak, sözü edilen çalışmanın bu tür yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda, tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Dairemizce son yıllarda, ulusal bayram ve genel tatil çalışmalarının uzun bir süre için hesaplanması ve miktarın yüksek çıkması halinde, hakkaniyet indirimi yapılması gerektiği kabul edilmektedir. Ancak, ulusal bayram ve genel tatil çalışmalarının taktiri delil niteliğindeki tanık anlatımları yerine, yazılı belgelere ve işveren kayıtlarına dayanması durumunda böyle bir indirime gidilmemektedir. Somut olayda, Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacının dini bayramların birinci günü hariç çalıştığı kabul edilerek hesaplama yapılmış ise de, davacı tanığı M. G. davacının dini bayramların ilk 2 gününde çalışmadığını beyan etmiş, diğer davacı tanıkları ise genel tatil günlerinde çalışmaya ilişkin beyanda bulunmamışlardır. Hal böyle olunca, davacının dini bayramların 2 günü haricinde çalıştığı kabul edilerek hesaplama yapılması gerekirken, dini bayramların 1. günü hariç çalışıldığı kabul edilerek yapılan hesaplamaya itibar edilerek hüküm kurulması hatalıdır. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davalılara iadesine, 12.11.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.