Mahkemesi : Gebze 1. İş MahkemesiTarihi : 29/01/2013Numarası : 2009/943-2013/47Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü: 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, ve özellikle davacı tarafın ıslah talebi olmamasına karşın dava dilekçesindeki tutarları aşan şekilde hüküm kurulmuşsa da temyiz edenin sıfatına göre bu durum bozma sebebi kabul edilmemiş olmakla davacının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine. 2-Davacı vekili, iş sözleşmesinin davalı işverence haklı bir sebebe dayanmaksızın feshedildiğini ileri sürerek,kıdem ve ihbar tazminatları ile işçilik ücreti alacaklarının hüküm altına alımasını talep etmiştir. Davalı vekili, davacıya hak ettiği alacakların ödendiğini ve davacının da davalıyı ibra ettiğini savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haksız olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Taraflar arasında düzenlenen ibranamenin geçerliliği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. İbra sözleşmesi, İsviçre Borçlar Kanununun 115'inci maddesinde düzenlendiği halde, uyuzmazlık tarihinde halen yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanununda bu yönde bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Türk Hukukunda ibra sözleşmesi 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Borçlar Kanununda düzenlenmiş olup, kabul edilen Yasanın 132'nci maddesi “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir” hükmünü getirmiştir. İbra sözleşmesi çalışma ilişkilerinde “ibraname” adıyla yaygın bir uygulama alanı bulmaktadır. İbra sözleşmelerinin geçerliliği sorunu, iş hukukunda “işçi yararına yorum” ilkesi çerçevesinde değerlendirilmiş ve ağırlıklı olarak Yargıtay kararları ışığında bir gelişim izlemiştir. İşçi emeği karşılığında aldığı ücret ve diğer parasal hakları ile kendisinin ve ailesinin geçimini temin etmektedir. Bu açıdan bakıldığında bir işçinin nedensiz yere işvereni ibra etmesi hayatın olağan akışına uygun düşmemektedir. İş Hukukunda ibra sözleşmeleri dar yorumlanmaktadır. İşverenin işçiye olan borçlarının asıl sona erme nedeni ifa olarak ele alınmaktadır. Borcun sona erme şekillerinden biri olan ibra sözleşmelerine iş hukuku açısından sınırlı biçimde değer verilmektedir. İş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmeleri geçersizdir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmesi mümkün olup, Dairemizin kararlılık kazanmış uygulaması bu yöndedir. İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez. İbranamenin geçerli olup olmadığı 01.07.2012 tarihine kadar yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanununun irade fesadını düzenleyen 23-31. maddeleri yönünden de değerlendirilmelidir. İbra sözleşmesi yapılırken taraflardan birinin esaslı hataya düşmesi, diğer tarafın veya üçüncü şahsın hile ya da korkutmasıyla karşılaşması halinde ibra iradesinden söz edilemez. Öte yandan 818 sayılı Borçlar Kanununun 21'inci maddesinde sözü edilen aşırı yararlanma (gabin) ölçütünün de ibra sözleşmelerinin geçerliliği noktasında değerlendirilmesi gerekir. İbranamedeki irade fesadı hallerinin, 818 sayılı Borçlar Kanununun 31'inci maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde ileri sürülmesi gerekir ancak, işe girerken alınan matbu nitelikteki ibranameler bakımından iş ilişkisinin devam ettiği süre içinde bir yıllık süre işlemez. İbra sözleşmesi, varlığı tartışmasız olan bir borcun sona erdirilmesine dair bir yol olmakla, varlığı şüpheli ya da tartışmalı olan borçların ibra yoluyla sona ermesi mümkün değildir. Bu nedenle, işçinin hak kazanmadığı ileri sürülen bir borcun ibraya konu olması düşünülemez. Savunma ve işverenin diğer kayıtları ile çelişen ibra sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edilmelidir. Miktar içeren ibra sözleşmelerinde ise, alacağın tamamen ödenmesi durumunda borç ifa yoluyla sona ermiş olur. Buna karşın kısmi ödeme hallerinde, Dairemizin kökleşmiş içtihatlarında ibraya değer verilmemekte ve yapılan ödemenin kısmi, ibra belgesinin makbuz hükmünde olduğu kabul edilmektedir. Miktar içeren ibranamenin çalışırken alınması makbuz etkisini ortadan kaldırmaz. Yine, işçinin ibranamede yasal haklarını saklı tuttuğuna dair ihtirazi kayda yer vermesi ibra iradesinin bulunmadığını gösterir. İbranamede yer almayan işçilik alacakları bakımından borcun sona erdiği söylenemez. İbranamede yer alan işçilik alacaklarının bir kısmı yönünden savunma ile çelişkinin varlığı ibranameyi bütünüyle geçersiz kılmaz. Savunma ile çelişmeyen kısımlar yönünden ibra iradesine değer verilmelidir. Başka bir anlatımla, bu gibi durumlarda ibranamenin bölünebilirliğinden söz edilebilir. Bir ibraname bazı alacaklar bakımından makbuz hükmünde sayılırken, bazı işçilik hak ve alacakları bakımından ise çelişki sebebiyle geçersizlikten söz edilebilir. İbraname savunması, hakkı ortadan kaldırabilecek itiraz niteliğinde olmakla yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir. Somut olayda, ibraname bilgisayarda hazırlanmış ve içerisi elyazısı ile doldurulmuştur. İbranamede davacıya kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti karşılığı toplam 3944,69 TL ödendiği görülmektedir.İbraname altındaki imzanın davacıya ait olduğu ibraname üzerinde yapılan bilirkişi incelemesi sonucu belirlenmiş ise de; davacı söz konusu belgeyi emeklilik işlemleri ile ilgili zannetmesi sebebiyle imzaladığını,kendisine hiç bir ödeme yapılmadığını beyan etmektedir ki SGK belgelerinden davacının ibraname tarihinden bir süre sonra emekliye ayrıldığı anlaşılmaktadır. Oluşan bu tereddüt karşısında davacının çalıştığı yer bir ticari işletme olup yapılan tüm ödemeler kayıt altına alınacağından işverene ödemeye ilişkin belgeleri sunması için kesin önel tanınmalı, gerekirse bir mali müşavir bilirkişiye işverenin ticari defter ve kayıtları üzerinde inceleme yetkisi verilerek çıkacak sonuca göre karar verilmelidir. Mahkemece eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde karar verilmiş olması isabetsizdir. 3-6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun "taleple bağlılık ilkesi" başlığını taşıyan 26. maddesinde "Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir." hükmüne yer verilmiştir.Davacı vekili dava dilekçesinde yıllık izin ücreti talebinde bulunmamasına karşın karar gerekçesinde "...davacının kullanmadığı yıllık izin ücretlerinin ödendiği, davacının yıllık izin ücreti alacağı olamayacağı anlaşılmakla, davanın kısmen kabulüne karar vermek gerekmiş, ..." şeklinde değerlendirmeye yer verilmesi yersiz olmuştur. Ayrıca Anayasanın 141'nci maddesi uyarınca, yargı kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerekir. Bu husus 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297nci maddesinde de hüküm altına alınmıştır. Anılan anayasal ve yasal düzenlemeler gereğince yargıcın, tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri kararda göstermesi zorunludur. Maddi olgularla hüküm fıkrası arasındaki hukuki bağlantı da ancak bu şekilde kurulabilecek, ayrıca yasal unsurları taşıyan bu gerekçe sayesinde, kararların doğruluğunun denetlenebilmesi mümkün olacaktır. Kararın gerekçesi ile hüküm fıkrasının birbirine aykırı olmaması gerekir. Davacı vekili dava dilekçesinde ocak ayına ilişkin 16 günlük işçilik ücreti alacağı talebinde bulunmasına karşın karar gerekçesinde söz konusu talebin ne sebeple reddedildiği gerekçelendirilmeden "... fazlaya ilişkin talebin reddine..." şeklinde hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. O halde davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenlerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 30.05.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.