Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 1161 - Karar Yıl 2011 / Esas No : 6789 - Esas Yıl 2010





Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay'ca incelenmesi davalı tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü: Dava tapuda kayıtlı ve ortaklığın giderilmesi davasına konu edilen 179 ada 59 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan muhtesatın aidiyetinin tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş ise de, yapılan araştırma ve soruşturma hüküm vermeye yeterli olmadığı gibi, varılan sonuç da dosyada toplanan delillere ve yasal düzenlemelere uygun düşmemiştir. Duraksamadan belirtmek gerekir ki; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun mülkiyet hakkının kapsamına ilişkin 684. maddesi hükmüne göre, bir şeye malik olan o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olduğu gibi, 718. maddesi hükmüne göre de taşınmaz mülkiyeti araziyle birlikte arazinin üzerinde bulunan bütünleyici parça niteliğindeki muhtesatları da kapsar. Yine aynı Kanun'un 688. maddesinde açıklandığı üzere paylı mülkiyette birden çok kimse maddi olarak bölünmüş olmayan bir şeyin tamamına belli paylarla maliktir. Bu kuralların ayrık hali olmak üzere; üzerinde anataşınmazın değerinde artışa neden olan bina, ağaç vesaire gibi bütünleyici parça niteliğinde muhtesat bulunan taşınmazların ortaklığının satış yolu ile giderilmesinin istenilmesi halinde, muhtesatların kime ait olduğu hususunda tapu kaydında şerh bulunmaması veya tüm paydaşların bu konuda ittifak etmemesi nedeniyle açılacak tespit davası sonunda bu konuyu belirleyen kesinleşmiş bir hüküm bulunduğu takdirde, böyle bir kesin hükmün ortaklığın giderilmesi davasına bakan mahkemeyi bağlayacağı ve muhtesata isabet eden bölümün sadece muhtesat sahibine, arza isabet eden bölümün de payları oranında tüm paydaşlara verilmesini sağlayacak biçimde oranlama yapılıp, taşınmazın satışından elde edilecek paranın da bu oran dahilinde paydaşlara dağıtılmasına karar verileceği kuşkusuzdur. Öte yandan; 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesi hükmünde kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere karşı kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak dava açılamayacağı açıklanmıştır. Bu süre hak düşürücü niteliktedir. Hak düşürücü süre kamu düzenine ilişkin olup, taraflarca öne sürülmese bile mahkemece kendiliğinden dikkate alınması ve davanın süre geçtikten sonra açıldığının belirlenmesi halinde esasa girilmeye-rek davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir. Somut olaya gelince; dava konusu muhdesatın üzerinde bulunduğu 179 ada 59 parsel sayılı taşınmazda tarafların paydaş oldukları, taşınmazın "bahçeli kargir iki ev" niteliği ile tapuya kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır. Dava konusu muhdesatın kadastro tespit gününden önce meydana getirildiğinin ve kadastro tespitinin kesinleşmesi ile dava tarihi arasında az yukarıda açıklanan hak düşürücü sürenin geçmiş olduğunun belirlenmesi halinde davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Ne var ki dava konusu muhdesatın üzerinde yer aldığı taşınmaza ait kadastro tespit tutanağı getirtilmediğinden, davaya konu edilen muhdesat ile tapu kaydında gösterilen muhdesatın aynı olup olmadığı, aynı iseler, davada az yukarıda açıklanan hak düşürücü sürenin geçip geçmediği anlaşılamamaktadır. Eksik araştırma ve soruşturma ile karar verilemez. O halde mahkemece; öncelikle 179 ada 59 parsel sayılı taşınmazın kadastro tespit tutanağı ilgili Tapu Sicil Müdürlüğünden getîrtilmeli, daha sonra az yukarıda açıklanan hukuki olgunun belirlenmesi açısından gerekirse taşınmaz başında yeniden keşif yapılmalı, keşifte muhdesatın her bir katının hangi tarihte, kim tarafından, ne şekilde meydana getirildiği, taraflar, tanıklar ve uzman bilirkişiden sorulmalı, bu yolla davada hak düşürücü sürenin geçip geçmediği duraksamasız saptanmalı, daha sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna uygun bir karar verilmeli, hüküm oluşturulurken de mevcut muhtesatın oturulabilir hale getirilebilmesi için yapılan harcamaların yeni bir muhtesat meydana getirme niteliğinde olmayıp iyileştirme gideri (faydalı ve zorunlu gider) niteliğinde olduğu, bu gibi giderlerin ancak ve koşullarının varlığı halinde sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak davasına konu edilebileceği gözden uzak tutulmadan sadece muhtesatların kim tarafından meydana getirildiğinin tespiti ile yetînilmeli, mülkiyet olgusu doğurur şekilde aidiyet kararı vermekten kaçınılmalıdır. Mahkemece böylesine bir araştırma ve soruşturma yapılmaksızın eksik araştırma ve soruşturma ile yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, kabule göre de yargılama sonunda hükmedilecek harç ve vekalet ücretinin davalı payına isabet eden muhdesat değeri üzerinden hesaplanması gerekirken, muhdesat değerinin tamamı üzerinden belirlenmesi dahi isabetsiz, davalı Saire'nin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden hükmün (BOZULMASINA), peşin ödenen harcın istek halinde davalıya iadesine, 01.03.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.