Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 10171 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 16234 - Esas Yıl 2014





Mahkemesi : İş MahkemesiDava Türü : AlacakTaraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:1-Davacı 2000-17/01/2013 tarihleri arasında asgari ücretin yüzde elli fazlası tutarında ücretle çalıştığını, aşçı olarak çalışırken iş akdinin haksız feshedildiğini, fazla çalışma yaptığını, kesintisiz olarak aynı yerde çalışmasına rağmen sigortasının farklı işverenler tarafından yatırıldığını beyan ederek kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla mesai ücreti, ve yıllık izin ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.Taraflar arasında iş akdinin davacı ya da davalı tarafından haklı nedenle feshedilip feshedilmediği konusunda uyuşmalık bulunmaktadır. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Hükmün Kapsamı" başlıklı 297. maddesinde hükmün gerekçe bölümünde; Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri, hükmün sonuç kısmında ise gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerektiği bildirilmiştir.Buna göre bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir. Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hakimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hakim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (re'sen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.Hakim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz Anayasa'nın 141. maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay'ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.Yukarıda vurgulanan hususlar, Hukuk Genel Kurulu'nun 19.6.1991 gün ve E:323, K:391;10.9.1991 gün ve E:281, K:415; 25.9.1991 gün E:355, K:440; 19.04.2006 gün ve E:2006/4-142, K:229; 05.12.2007 gün ve E:2007/3-981, K:936; 23.01.2008 gün ve E:2008/14-29, K:4; 19.03.2008 gün ve E:2008/15-278, K:254; 18.06.2008 gün ve E:2008/3-462, K:432; 21.10.2009 gün ve E:2009/9-397, K:453; 24.02.2010 gün ve E:2010/1-86, K:108; 28.04.2010 gün ve E:2010/11-195, K:238; 22.06.2011 gün ve E:2011/11-344, K:436 sayılı kararlarında da benimsenmiştir.Nitekim, 07.06.1976 gün ve 3/4-3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan "Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir." şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasanın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK.nun 297. (Mülga HUMK.nun 388.) maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. Yine HMK.nun 27. maddesinin (HUMK.nun 73.m) 2. bendi "c" bölümünde de hukuki dinlenilme hakkının "Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini" de içerdiği açıklanarak bu husus vurgulanmıştır.Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür. Anayasanın 141'nci maddesi uyarınca, yargı kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerekir. Bu husus 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297'nci maddesinde de hüküm altına alınmıştır. Anılan anayasal ve yasal düzenlemeler gereğince yargıcın, tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri kararda göstermesi zorunludur. Maddi olgularla hüküm fıkrası arasındaki hukuki bağlantı da ancak bu şekilde kurulabilecek, ayrıca yasal unsurları taşıyan bu gerekçe sayesinde, kararların doğruluğunun denetlenebilmesi mümkün olacaktır.Temyize konu dava dosyasında davacının iş akdinin feshi hususunda tarafların iddiası, savunması ve bilirkişi raporunda belirlenen hususlar dışında mahkemece yazılmış herhangi bir söz, açıklama veya değerlendirme kısaca herhangi bir gerekçe bulunmamaktadır. Bu bakımdan iş akdinin feshi bakımından ortada denetlenebilecek gerekçeli bir karar olmadığına göre mahkemece yapılacak iş; özellikle Anayasanın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK.nun 297. ve 27. maddeleri de gözetilerek iş akdinin kim tarafından ve haklı mı haksız mı feshedildiği konusunda gerekçelerini açıkça kaleme aldığı anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte bir hüküm kurmak olmalıdır. Açıklanan yasal düzenlemeler ve ilkeler dikkate alınmadan yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması hatalı olup bozma sebebidir. 2-Kabule göre de; davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır. Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır. İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir. İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda, ihtirazi kayıt ileri sürülmemiş olması, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.Günlük çalışma süresinin onbir saati aşamayacağı Kanunda emredici şekilde düzenlendiğine göre, bu süreyi aşan çalışmaların denkleştirmeye tabi tutulamayacağı, zamlı ücret ödemesi veya serbest zaman kullanımının söz konusu olacağı kabul edilmelidir. Yine işçilerin gece çalışmaları günde yedibuçuk saati geçemez (İş Kanunu, Md. 69/3). Bu durum günlük çalışmanın, dolayısıyla fazla çalışmanın sınırını oluşturur. Gece çalışmaları yönünden, haftalık kırkbeş saat olan yasal çalışma sınırı aşılmamış olsa da günde yedibuçuk saati aşan çalışmalar için fazla çalışma ücreti ödenmelidir. Dairemizin kararları da bu yöndedir. Fazla çalışma yönünden diğer bir yasal sınırlama da, İş Kanununun 41 inci maddesindeki, fazla çalışma süresinin toplamının bir yılda ikiyüzyetmiş saatten fazla olamayacağı şeklindeki hükümdür. Ancak bu sınırlamaya rağmen işçinin daha fazla çalıştırılması halinde, bu çalışmalarının karşılığı olan fazla mesai ücretinin de ödenmesi gerektiği açıktır. Yasadaki sınırlama esasen işçiyi korumaya yöneliktir Fazla çalışmanın belirlenmesinde, 4857 sayılı Yasanın 68 inci maddesi uyarınca ara dinlenme sürelerinin de dikkate alınması gerekir. Fazla çalışmaların uzun bir süre için hesaplanması ve miktarın yüksek çıkması halinde Yargıtay’ca hakkaniyet indirimi yapılması gerektiği istikrarlı uygulama halini almıştır. Ancak fazla çalışmanın tanık anlatımları yerine yazılı belgelere ve işveren kayıtlarına dayanması durumunda böyle bir indirime gidilmemektedir. Yapılacak indirim, işçinin çalışma şekline ve işin düzenlenmesine ve hesaplanan fazla çalışma miktarına göre taktir edilmelidir. Hakkın özünü ortadan kaldıracak oranda bir indirime gidilmemelidir.Davacı dava dilekçesinde çalışma gün ve saatlerini belirtmeden fazla mesai yaptığını belirtmiş davalı ise davacının ödenmemiş fazla mesai alacağının olmadığını savunmuştur. Duruşmada dinlenen davacı tanığı .... beyanında, davacıyı işyerinden tanıdığını, 2013 yılı Şubat ayından ayrıldığı tarihe kadar birlikte çalıştıklarını, aşçılık yaptığını, çalışma saatlerinin sabah 07.00-07.30 gibi olduğunu, akşam 17.0 saatine kadar çalıştığını, beyan etmiştir. Diğer davacı tanığı .... beyanında, davacıyı işyerinden tanıdığını, davacının aşçılık yaptığını, kendisinin de greyder operatörü olarak çalıştığını, davacı ile birlikte 3-4 yıl çalıştıklarını, davacının çalışma saatlerinin 07.30-17.30 saatleri arası olduğunu, beyan etmiş, diğer davacı tanığı .... beyanında, davacıyı işyerinden tanıdığını, herhangi bir akrabalığının olmadığını, kendisinin karayollarında şoförlük yaptığını, davacının taşeron firmada aşçılık yapmakta olduğunu, 8-10 yıldır karayollarında taşeron firmalarda aşçılık yapmakta olduğunu, çalışma saatlerinin sabah 07.00 akşam 17.00 saatleri arasında olduğunu beyan etmiştir. Bilirkişi tanık beyanlarının ağırlıklı yönü nazara alındığında davacının ortalama 07.00-17.00 saatleri arasında çalıştığı ancak bu çalışmanın haftanın kaç günü olduğu anlaşılamadığı, belirtilen çalışma saatlerinde günlük ortalama 1 saat ara verildiği kabul edildiğinde davacının günlük ortalama 9 saat çalıştığı ve davacının haftada 5 gün veya daha az gün çalışması halinde 9x5=45 saat çalıştığı belirlenmekle fazla mesai ücreti talebinin yerinde olmayacağı, ancak davacının haftada 6 gün çalıştığının kabulü halinde ise haftalık 9x6=54-45= 9 saat fazla çalışmasının olacağını tespit etmiştir. Mahkemece bilirkişi raporundan sonra davacı tanıkları yeniden dinlenmişse de tanıklara haftada kaç gün çalıştıkları yine sorulmamış ve davacının cumartesi ve Pazar günlerinde çalışıp çalışmadığı hususu netleştirilmeden davacının tanıkların göre kış aylarında hep kendileri ile mesai yaptığını hatta kışın karla mücadele için çalıştıkları zaman davacının da kendileri ile geceleri mesaiye kaldığı,geceleri birlikte yattıklarını davacının evine gitmediğini kendilerine yemek yaptığını, yaz aylarında ise asfalt çalışması olduğunu bu nedenle davacının mesaiye kaldığını beyanlarına göre davacının fazla mesai yaptığı bunun ise yılın kış dönemi için gerçekleştiği kanaatine varılmakla davacının haftada 6 gün çalıştığı kabul edilerek fazla mesai ücreti alacağının kabulüne karar verilmiştir. Somut olayda tanık beyanlarına göre günde 9 saat çalışma yaptığı anlaşılan davacının haftanın 5 günü çalıştığı tespit edilirse fazla mesai ücret alacağının olmayacağı ancak haftanın 6 günü çalıştığı tespit edilirse fazla mesai ücret alacağına hak kazanacağı anlaşılmakla mahkemece tanıklara davacının haftada kaç gün ve hangi saatler arasında çalıştığı yeniden açık ve net bir biçimde sorularak davacının çalışma günlerinin tespiti suretiyle fazla mesai ücret alacağının bulunup bulunmadığının tespiti gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulmasıda doğru olmamıştır.SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 27.05.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.