MAHKEMESİ :Asliye Ceza MahkemesiSUÇ : HırsızlıkHÜKÜM : Mahkumiyet Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak; Suç tarihinde geceleyin saat 00:15 sularında devriye görevini yapan polis ekiplerince, ... plakalı araçta arkada oturan 3 şahsın kucağında inşaat malzemesi; arka bagajın açık ve içinde koliler halinde fayans olduğunun görülmesi üzerine başlatılan soruşturma sonucunda; yakınana ait inşaattan, önce hükümlü ...'nın temyiz dışı sanıklar ... ve ...'le birlikte 17 paket fayans ile inşaat işlerinde kullanılan aletleri çalarak ...'in evine saklayıp, kısa süre sonra araca aldıkları hükümlüler ... ve ... ile beraber 5 kişi olacak şekilde aynı yerden diğer fayansları, tesisat borularını ve inşaat işlerinde kullanılan aletleri çaldıklarının tespit edildiği, adı geçenlerin suça konu malzemeleri çaldıkları inşaatı ve inşaattan aynı gün aldıkları malzemeleri bıraktıkları temyiz dışı sanık ...'in evini göstererek bilirkişi raporuna göre 560 TL değerindeki malzemenin iadesini sağladıkları olayda; hükümlüler hakkında 765 sayılı TCK'nın temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınacak kıstaslara ilişkin 29. maddesi göz önünde bulundurulup temel ceza asgari düzeyde belirlenmiş, ( hükümlü ... hakkında 765 sayılı TCK'nın 80. maddesiyle uygulama yapılması gerektiği; hükümlü ...'ın adli sicil kaydındaki hırsızlık suçundan mahkumiyet hükmüne konu cezanın tekerrüre esas oluşturduğu ve hükümlü ... hakkında aynı Yasanın 81/2-3. maddesinin uygulanması gerektiği ve anılan Yasanın 522. maddesinin son fıkrası gereğince aynı suçtan mükerrir olan hükümlü ... hakkında 522. maddenin 1. fıkrasında öngörülen indirim hükmünün uygulanamayacağı gözetilmemiş) ve aynı Yasa’nın cezada takdiri indirimi düzenleyen 59. maddesi uygulanmayarak hükümlülerin 17.02.2004 tarihinde 765 sayılı TCK'nın 491/ilk-son, 522 (pek hafif), 523, 647/4-5-6. maddeleri uyarınca 1.386.840.000 Lira ağır para cezası ile cezalandırılmasnaı karar verilmiş ve bahsi geçen hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Hükümlüler hakkındaki kararın kesinleşmesinden sonra, aynı dosyada sanık olan ... ve ...'a ilişkin ilk hükmün, sanık ... ile ... savunmanı tarafından temyiz edilmesi ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, 5320 sayılı Kanunun 8/2. maddesinin verdiği yetki çerçevesinde iadesi üzerine, hakkında hüküm kesinleşmiş olan hükümlülerin tekrar yargılanma sürecine dahil edilerek, 2. hükmün kurulduğu ve 29.09.2005 tarihli hükmün bu kez hükümlüler ve sanıklar savunmanları tarafından temyiz edilmesi üzerine hükmün adı geçen hükümlüler yönünden, Dairemizin 15.12.2008 gün, 2006/153, 2008/23273 Karar sayılı ilamı ile “Diğer sanıklardan ... savunmanı ve sanık ... tarafından temyiz olunan 17.2.2004 gün ve 2003/361-2004/111 sayılı hükmün hükümlüler ..., ... ve ... yönünden temyiz olunmaksızın kesinleştiğinin anlaşılması karşısında, Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 18.9.2007 gün ve 2007/125-2007/186 sayılı kararında da açıklandığı üzere, temyiz olunmaksızın kesinleşmesi nedeniyle lehe Yasanın belirlenmesine ilişkin olduğu kabul edilen hükümlüler ..., ... ve ... hakkındaki uyarlama yargılaması ile 5320 sayılı Yasanın 8/2. maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının dosyayı göndermesinden sonra sanıklar ... ve ... hakkında genel yargılama hükümlerine göre sürdürülen davanın farklı hükümlere bağlı olması nedeniyle birlikte görülemeyeceği gözetilerek, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9. maddesi uyarınca ayrıma kararı verildikten sonra hüküm kurulması gerekirken yargılamaya devam olunarak yazılı biçimde karar verilmesi ve 4786 sayılı Yasa ile 647 sayılı Yasanın 5. maddesine eklenen 5. fıkra hükmü ile getirilen gecikme zammının 647 sayılı Yasaya yürürlükten kaldıran 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yasada öngörülmediğinin gözetilmemesi” gerekçesiyle bozulmasına karar verildiği, yerel mahkemece bozma ilamına uyularak temyiz konusu kararın verildiği anlaşılmaktadır. Bütün suçların gerçekleştirilme şekilleri birbirinden farklı olduğu gibi, faillerin kişisel özellikleri, sosyal ve psikolojik halleri de birbirinin aynı değildir. Bu nedenledir ki, fiil ile karşılığı olan yaptırım arasında bir denge kurulabilmesi ve cezanın kişiselleştirilebilmesi bakımından hakime bazı hukuki olanaklar sağlanmıştır. Bunlar: değişik yaptırımlardan birini seçebilme, yasa koyucunun alt ve üst sınırını gösterdiği hallerde temel cezayı bu sınırlar arasında belirleyebilme, hürriyeti bağlayıcı cezayı güvenlik tedbiri veya para cezasına dönüştürebilme gibi olanaklardır. Gerçekten de, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK’nın 29. maddesine göre, hakim iki sınır arasında temel cezayı takdir ederken, “suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araç, suç konusunun önem ve değeri, suçun işlendiği zaman ve yer, fiilin diğer özellikleri, zararın veya tehlikenin ağırlığı, kastın veya taksirin yoğunluğu, suç sebepleri ve saikleri, failin amacı, geçmişi, şahsi ve sosyal durumu, fiilden sonraki davranışı” gibi hususları gözönünde bulunduracaktır. Ancak, fiil ve faillerdeki farklılıklar karşısında, cezanın bu yöntemle takdir edilmesi halinde dahi, yaptırımın her zaman ve tam olarak bireyselleştirildiğinden söz edilemez. Bu itibarla, cezanın gerek toplum, gerekse fail açısından etkili ve tatminkar olabilmesi, yasal nedenler dışında da hakime takdir hakkının verilmesiyle mümkün olabilir. Nitekim, 765 sayılı TCY’nın 59. maddesinde: “kanuni tahfif sebeplerinden ayrı olarak mahkemece her ne zaman fail lehine cezayı hafifletecek takdiri sebepleri kabul edilirse .... ceza .... indirilir.” denilmek suretiyle, cezanın bireyselleştirilmesi araçlarından biri olarak takdiri hafifletici nedenler kurumu kabul edilmiştir. Görüleceği üzere, maddede, “takdiri hafifletici sebepler” kavramına yer verilmiş, ancak hangi nedenlerin bu kapsamda yer aldığı belirtilmemiştir. Bu bakımdan, geçmiş uygulamalarda, suçun unsur ya da kanuni indirim nedenleri dışında kalan herhangi bir hal nedeniyle anılan maddenin uygulanabilmesi olanaklı görülmüştür. Ancak suçtan ve hükümden sonra 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girmiş olup, cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesi hususunda bu Yasada öngörülmüş bulunan hükümler önceki yasal düzenlemeden farklıdır. Yasanın 61. maddesine göre, hakim somut olayda temel cezayı belirlerken, “suçun işleniş biçimini, suçun işlenmesinde kullanılan araçları, suçun işlendiği zaman ve yeri, suçun konusunun önem ve değerini, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını, failin kast veya taksire dayalı kurusunun ağırlığını, failin güttüğü amaç ve saiki” göz önünde bulunduracaktır. Yine Yasa’nın 62. maddesinin 1. fıkrasında, fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı halinde cezada indirim yapılacağı belirtilmiş, 2. fıkrasında ise, örnekseme yoluyla ve sayılanlarla sınırlı olmamak üzere takdiri indirim nedenleri gösterilmiştir. Buna göre, takdiri indirim nedeni olarak, “failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar” göz önünde bulundurulmalıdır. Görüldüğü gibi, “failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları”, suç tarihindeki yasal düzenlemede, alt ve üst sınırlar arasında temel ceza belirlenirken dikkate alınacak kıstaslar arasında sayılmışken, suçtan sonra yürürlüğe giren yeni yasal düzenlemede takdiri indirim nedeni olarak öngörülmüş, ayrıca bu nedenlere örnekseme yoluyla “cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri” de eklenmiştir. 5237 sayılı Yasa ile getirilen yeni düzenlemede, temel cezanın belirlenmesi ve cezanın bireyselleştirilmesine ilişkin kurallarda değişiklikler yapılmış olması ve önceki düzenlemede temel cezanın tayininde kullanılan bazı kıstasların bu yasal düzenlemede takdiri indirim nedeni olarak belirlenmesi ve hükümlüler hakkındaki tek kazanılmış hakkın temyiz edilmeksizin kesinleşen ilk hükümde verilen cezanın süresi bakımından olması karşısında, 5237 sayılı Yasa’nın 62. maddesinde öngörülen takdiri indirim hükmünün somut olayda hükümlüler bakımından uygulanması gerekip gerekmediğinin öncelikle Yerel Mahkemece değerlendirilip tartışılmasında zorunluluk bulunmaktadır. Bununla beraber, uyarlama yargılaması sırasında yapılan karşılaştırmada 5237 sayılı TCK'nın 62. (hükümlü ... hakkında ayrıca aynı Yasanın 43.) maddesinin dikkate alınmamasına rağmen anılan maddenin uygulanması halinde dahi ulaşılacak sonuç ceza miktarı dikkate alındağında, yerel mahkemece sonradan yürürlüğe giren kanunun lehe olmadığının kabul edilmesinde herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Çözümü gereken hukuki sorunsa, Yerel Mahkemece kurulan 17.02.2004 tarihli hükümde 765 sayılı TCK’nın cezada takdire dayalı indirimi düzenleyen 59. maddesi uygulanmadığı halde, uyarlama yargılamasında anılan maddenin uygulanıp uygulayamayacağına ilişkindir. Ceza Kanunlarının zaman bakımından uygulanmasına ilişkin kurallar, yürürlükten kalkmış bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 2. maddesi ile 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 7. maddesinde benzer biçimde düzenlenmiştir. Her iki maddede de; ceza hukukunun en önemli ilkesi olan, ceza hukuku kurallarının yürürlüğe girdikleri andan itibaren işlenen suçlara uygulanacağına ilişkin ileriye etkili olma prensibi ile bu ilkenin istisnasını oluşturan, failin lehine olan kanunun geçmişe etkili olması “geçmişe etkili uygulama” veya “geçmişe yürürlük” ilkesine yer verilmiştir. Lehe olan Kanunun belirlenmesine ilişkin olan 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9/3. maddesinin; “Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir” hükmü, 23.02.1938 gün ve 23/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ve öğretide bu konuda ileri sürülen görüşler birlikte değerlendirildiğinde, lehe kanunun belirlenmesi amacıyla sabit kabul edilen maddi olaya suç tarihinde yürürlükte bulunan kanunlar ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hiçbir hükmü karıştırılmadan bir bütün halinde uygulanması ve uygulama sonucunda ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması gerekmektedir. Buna göre uyarlama yargılamasının konusu, önceki kesinleşmiş hükümde suç oluşturduğu belirlenen olaydan ibaret olup, amacı ise, 5252 sayılı Kanunun 9/4. maddesinde belirtildiği üzere; “lehe hükmün belirlenmesi ve uygulanması” ile sınırlıdır. Bu nedenle kesinleşen bir hükümde uyarlama yapılabilmesi için sonradan yürürlüğe giren kanunun kesinleşen eski hükme göre lehe sonuçlar doğurması zorunludur. Hatta eski ve yeni kanunların ayrı ayrı uygulanması sonucunda tamamen aynı cezaya hükmedilmesi gerekiyorsa yine uyarlama yapılmasına gerek olmayacaktır. Diğer taraftan, mahkûmiyet hükmünde değişiklik, yani uyarlama yargılamasında yeni kanunun lehe sonuç doğurduğu belirlendiğinde sonraki kanuna göre uygulama yapılması, aksi belirlendiğinde ise önceki hükümde değişikliğe yer olmadığına, başka bir deyişle uyarlama davasının reddine karar verilmesi gerekir. Mahkeme, ulaştığı sonuca göre beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve davanın düşmesi kararlarından birine hükmedecek, uyarlama isteminin reddi hariç, usûlünce kesinleştiğinde, önceki hükmü ortadan kaldıracak ve gerektiğinde infaza konu olabilecek olan yeni kararın 5271 sayılı CMK’na göre hüküm fıkrasında bulunması zorunlu unsurları taşıması gerekecektir. Ancak, uyarlama isteminin reddine karar verilmesi halinde ise doğal olarak kararda bu unsurların yer almasına gerek olmayacaktır. Uyarlama yargılamasının amacı, kesinleşmiş hükümde suç olduğu belirlenen olaya ilişkin lehe hükmün belirlenmesi ve uygulanması ile sınırlı olduğundan, yeniden bir olay yargılaması yapılmasını gerektiren istisnai durumlar dışında, önceki yargılamada iddia ve savunma olarak ileri sürülen görüşler ile delillerin tartışılması ve değerlendirilmesine de gerek bulunmamaktadır. Bu açıklamalar ışığında somut olayı değerlendirdiğimizde; Yerel mahkemece mahkûmiyet hükmünde değişiklik, yani uyarlama yargılamasında yeni kanunun lehe sonuç doğurduğu belirlendiğinde sonraki kanuna göre uygulama yapılması, aksi belirlendiğinde ise önceki hükümde değişikliğe yer olmadığına, başka bir deyişle uyarlama davasının reddine karar verilmesi gerekirken, bu aşamada 765 sayılı TCK'nın 59. maddesinin uygulanma imkanı bulunmadığı gözetilmeden, uyarlama yargılamasına yanlış anlam verilerek yazılı şekilde hüküm kurulması, Bozmayı gerektirmiş, hükümlüler ..., ... ve ... savunmanının temyiz itirazı bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle tebliğnameye aykırı olarak BOZULMASINA, infaz aşamasında verilen uyarlama kararlarının kazanılmış hak oluşturmayacağı gözetildiğinde bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi aracılığıyla CMUK’nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hüküm fıkrasından, hükümlüler hakkında hırsızlık suçuna ilişkin olarak ceza belirleme ve kişiselleştirme bölümleri hükümden çıkartılarak, yerine "Hükümlüler hakkında uyarlama isteminin reddine, ... 1.Asliye Ceza Mahkemesi'nin 17.02.2004 gün, 2003/361 Esas, 2004/111 Karar sayılı hükmünün aynen infazına" tümcesinin eklenmesi suretiyle hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 11.03.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.