Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 9269 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 13386 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ : Ankara 1. Sulh Hukuk MahkemesiTARİHİ : 28/10/2014NUMARASI : 2014/471-2014/1439Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı alacak- itirazın iptali davasına dair karar davalılardan N.. T.. tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.Dava, kira alacağından dolayı başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı N. vekili tarafından temyiz edilmiştir.Davacı vekili, 12.02.2009 tarihli, bir yıl süreli ve aylık 2.800.-TL bedelli kira sözleşmesine dayanarak 13.10.2011 tarihinde başlattığı icra takibi ile 2011 yılı Ağustos, Eylül ve Ekim ayları aylık 2.800.-TL den toplam 8.400.-TL kira alacağını tahsilini istemiştir. Mahkemece davalı kiracının ödeme belgesi ibraz edemediği, davalı N. 'ın ise sözleşmeyi garantör sıfatıyla imzaladığı, bu nedenle sözleşme süresince sorumlu olacağı gerekçesiyle istem gibi karar verilmiş, karar davalı N.vekili tarafından temyiz edilmiştir. Taraflar arasında uyuşmazlık bulunmayan 12.02.2009 tarihli kira sözleşmesinin 3/7 maddesinde '' Sözleşmede imzası bulunan N.. T.. işletmecinin borçlarına garantör sıfatıyla işletme sahibine karşı sorumludur '' düzenlemesi bulunmakta olup, davalı N. sözleşmeyi garantör sıfatı altında imzalamış ise de davalı Nihat takibe süresinde yaptığı itirazında ve yargılamadaki savunmasında sözleşmeyi kefil olarak imzaladığını ve kefilin sorumluluk süresinin bir yıl olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Bu durumda öncelikle; kefalet ve garanti sözleşmelerinin nitelikleri ve farkları üzerinde durulmalıdır.Hukuk Genel Kurulu’nun 04.07.2001 gün ve E:2001/19-534, K:2001/583 sayılı kararında da belirtildiği üzere, kişisel (şahsi) teminat sözleşmelerinin alt kavramlarını oluşturan kefalet ve garanti sözleşmelerinin temel amaçları, esas itibariyle asıl borç ilişkisinin tarafı olmayan üçüncü kişilerce, alacaklıya şahsi teminat (güvence) verilmesidir. Her iki sözleşme de temel amaçları itibari ile aynı hedefe yönelmekle birlikte, gerek doktrinde, gerekse bu konudaki uygulamanın öncüsü niteliğindeki 11.06.1969 gün ve 1969/4-6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı'ndaki belirlemelere göre, aralarında ana farklar bulunmaktadır:BK.nun 484. maddesi hükmü uyarınca, kefalet sözleşmesinin geçerliliği yazılı şekle tabi olduğu ve ayrıca sözleşmede kefilin sorumlu olacağı belirli bir miktarın gösterilmesi gerektiği halde, BK.nun 110. maddesindeki "Başkasının Fiilini Taahhüt" başlığı altında düzenlenmiş olan garanti sözleşmesi herhangi bir şekle tabi tutulmadığı gibi, verilen garantinin belli bir limite bağlanmış olması da öngörülmemiştir. Öte yandan, kefalette, BK.nun 497. maddesi hükmü uyarınca kefil, borçluya ait defileri alacaklıya karşı ileri sürebilme hakkına sahipken, garanti akdinde teminat veren kişiye bu hak tanınmış değildir.Bunların dışında kefil kefaletten doğan borcunu ödedikten sonra, BK.nun 496. maddesi hükmü uyarınca asıl borçluya yasadan ötürü dönme (rücu) hakkı bulunduğu halde, garanti sözleşmesinde teminat verene bu hak tanınmamıştır. Nihayet, BK.nun 492. maddesi gereğince kefalette, kefilin sorumluluğu asıl borcun geçerli oluşuna ve devamına bağlı iken, bir tür üçüncü kişinin fiilini taahhüt niteliğini taşıyan garanti sözleşmesi, bağımsızlık ilkesi gereğince bu koşullara tabi tutulmamıştır. Bu farklı hüküm ve sonuçlardan anlaşılacağı üzere, garanti veren kişinin sorumluluğu, kefalet veren kimsenin sorumluluğundan cok daha ağır koşullara tabi tutulmuştur. Bu nedenle sözleşmenin niteliğinin tespit ve yorumunda teminat veren kimsenin iradesi de bu yönden titizlikle değerlendirilmelidir. İşte bu nedenledir ki, doktrinde ve uygulamada (11.6.1969 gün ve 1969/4-6 sayılı İBK) her iki sözleşmenin birbirinden ayırt edilebilmesi için çeşitli kıstaslar belirlenmiştir.Bu kıstaslardan ilk gurubu yardımcı olarak belirlenen kıstaslardır ki, bunlar ana hatları itibariyle; sözleşmede kullanılan deyimler, üstlenilen rizikonun niteliği, borçlu yerine ifa veya tazminat ödeme yükümlülüğü, para borcunun tekeffülü veya bir fiilin tekeffülü gibi kıstaslardır. Bunlar, aşağıda belirtilecek ana kıstasların yanında kullanılması mümkün olan feri nitelikteki kıstaslardır. Yine doktrin ve anılan İBK.da belirlenmiş olan ana kıstaslara gelince: Bunlardan ilki, asli-feri yükümlülük kriteridir. Buna göre, garanti veren bağımsız bir borç altına girmekte olup, bu yükümlülüğün bir başka borç ile ilgisi yoktur; kefalette ise, asıl olan bir başka borcun (temel ilişki) olması ve verilen teminat ile o borcun ödenmesinin sağlanmasıdır. Doktrine göre de, bir başka borç ilişkisine yollamada bulunulması ferilik karinesini teşkil eder. Ana kıstaslardan ikincisi, yükümlülüğün kapsam ve niteliğidir. Buna göre, asıl borçlu gibi yükümlülük altına girme amacını taşıyan sözleşme kefalet, asıl borçlunun borcunu aşabilecek, bir başka deyimle, lehine taahhüt altına girilen alacaklının hiçbir şekilde zarara uğramayacağını temine yönelik sözleşme ise, garanti sözleşmesi olarak nitelendirilmelidir. Ana kıstaslardan bir diğeri menfaat kıstası olup, buna göre kefalet ilişkisinde kefalet verenin bu ilişkide bir yararlanma amacı olmadığı halde, garanti sözleşmesinde ilke olarak, böyle bir teminat verenin yararı mevcuttur. Nihayet, ana kıstaslardan bir diğeri ise, kişiye yönelik teminat verme kıstası olup, buna göre teminatın bir kişi gözönüne tutularak verilmesi kefalete işaret olacak, böyle değil de objektif olarak belli bir sonucun gerçekleşmesi amacına yönelik olarak verilmesi halinde, garanti sözleşmesinin amaçlandığı kabul edilecektir (Bütün bu açıklamalar için bkz. Prof. Dr. S. Reisoğlu, Türk Hukukunda ve Bankacılık Uygulamasında Kefalet, Ank. 1992 sh. 78 vd., Prof. Dr. H. Tandoğan, Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, C. II 3. Bası, Ank. 1987, Sh. 818 vd., Prof. Dr. K. Tunçomağ, Türk Borçlar Hukuku, İst. 1997 Cilt l, Sh. 980 vd., Dr. H. Becker, İsviçre Medeni Kanun Şerhi, Borçlar Kanunu, Genel Hükümler, Madde 111).Bu şekilde iki sözleşme türünün farkları ile kıstasları belirlendikten sonra, bu kriterler uygulanmak suretiyle dava konusu sözleşmenin niteliği saptanmalıdır. Taraflar arasındaki uyuşmazlığa konu 12.02.2009 tarihli sözleşmede yukarıda belirtildiği üzere davalı N.'ın işletmecinin borçlarına garantör sıfatıyla işletme sahibine karşı sorumlu olduğu düzenlenmiştir. Sözleşmede davalı N.'ın garantör olarak imzası bulunması içeriğinde kullanılan ifadeler, feri kıstaslardan olan "sözleşmede kullanılan deyimler" kıstasına göre ilk bakışta bir garanti akdinin oluştuğu intibaı bırakıyor ise de, sadece bu deyim ve sözcüklere dayanılarak sözleşmenin niteliğinin belirlenmesi doğru olmayacağı gibi, mümkün de değildir. Ana kıstasların dava konusu sözleşmeye uygulanmasına gelince: Yukarıda da değinildiği üzere, dava konusu sözleşmede davalı Nihat diğer davalı kiracının sözleşmeden doğan borçlarını üstlendiği için garanti beyanı asli unsur olmaktan çıkmış, feri nitelik yani kefalet amacına yönelik olduğu intibaı borçluya verilmiş bulunmaktadır. Yine, sözleşmede davalı Nihat bağımsız bir borcu değil, diğer davalı kiracının sorumluluğunu yüklenmiş olmakla, ikinci ana kıstas bakımından da bir garanti sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Diğer bir ana kıstas olan, teminat veren kimsenin bu sözleşmeyi imzalamakta menfaati olduğu belirlenemediği gibi, bu husus davacı tarafından da ileri sürülüp kanıtlanabilmiş değildir. Nihayet, kişiye yönelik teminat verme amacı gerek sözleşme, gerekse garanti beyanından açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü, verilen teminat, diğer davalı kiracının borçlarını karşılamaya yöneliktir; bağımsız ve objektif bir amaca yönelik teminat verilmiş değildir. O halde, tüm ana kıstasların uygulanması sonucu, davalının dava konusu sözleşmedeki taahhütlerinin garanti sözleşmesi amacı ile değil, kefalet amacı ile verildiği ortaya çıkmaktadır. BK.nun 18. maddesi uyarınca da, davalının bu iradesinin kefalet amacına yönelik olduğunun kabulü gerekir. Hiçbir menfaat olmaksızın, ticari bir gaye güdülmeden, sadece kiracının davaya konu yeri kiralayabilmesi için teminat verilmesinin amaca aykırı olarak yorumlanması, Kanunun yukarıda anılan hükmüne aykırılık teşkil eder. Nitekim İsviçre Federal Mahkemesi de 17 Kasım 1987 tarihli bir kararında, gerçek kişiler tarafından verilen garantilerin daha ziyade kefalet olarak kabulü gerektiğini ifade etmiştir (Bkz. Jdt 1988 1 189 Yargıtay Kararları Işığında Kredi Kartları Prof. Dr. Erden Kuntalp, Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu XIII. 1996 sh: 297).Buraya kadar yapılan açıklamalara göre, taraflar arasındaki 12.02.2009 tarihli sözleşmedeki teminatın gerçekte garanti değil, kefalet sözleşmesi niteliğinde bulunduğunun ve davalının anılan borç yönünden kefil durumunda olduğunun kabulü gerekir. Öte yandan 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanun'unun 583. (BK'un484) maddesi hükmüne göre kefaletin geçerli olabilmesi için kefalet süresinin ve kefilin sorumlu olacağı miktarın sözleşmede gösterilmesi gerekir. Kefalet süresinin ve kefilin sorumlu olacağı azami tutarın gösterilmemesi halinde kefalet ancak kira sözleşmesinde kararlaştırılan kira süresi için geçerlidir. Olayımızda sözleşme süresi 12/02/2010 tarihinde bitmiş olup, bu tarihten sonraki dönem kirası yönünden kefilin sorumluluğu sona ermektedir. Bu durumda davalı Nihat hakkındaki davanın reddi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 02.11.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.