MAHKEMESİ : İstanbul 2. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 20/12/2012NUMARASI : 2011/89-2012/447Davacı H.. B.. vekili Avukat ... tarafından, davalılar A.. A.. vd. aleyhine 02/03/2011 gününde verilen dilekçe ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 22/12/2012 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı A.. A.. vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırıya dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılardan A.. A.. tarafından temyiz edilmiştir.Davacı, davalılardan A.. A.. tarafından yazılan “Bi Ermeni Var” “Hrant Dink Operasyonunun Şifreleri” isimli kitapta, kendisinin Hrant Dink cinayeti ile bağlantılıymış gibi gösterildiğini, kitapta yer alan iddiaların gerçek dışı olduğunu, bu iddialar nedeniyle hakkında yapılan soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini belirterek, manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.Davalı, davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.Mahkeme, kitapta; “davacının Trabzon ilinde meydana gelen olaylarla bağlantılı olduğunun, BTP rotasının davacının da aralarında bulunduğu bir grup emekli asker tarafından belirlendiğinin, davacının tarikatçı olduğunun ve tarikat-siyaset-medya üçgeninde yer aldığının, Hrant Dink cinayeti, KTÜ öğrenci derneği kaynaklı yapılan eylemler ve Sümela Manastırına ilişkin protesto gösterileri ile bağlantılı olduğunun” iddia edildiğini, ancak kitabın yazılmasından çok önce 2007 yılında İstanbul Cumhuriyet Savcılığı tarafından yapılan soruşturmada belirtildiği gibi, davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, sadece yazarın iddiasından ibaret olan olayların yorumunun, bu şekilde okuyucuya sunulması ile basın özgürlüğünün sınırlarının aşıldığını, öz ile biçim arasındaki dengenin korunmadığını, gerçeklik kriterinin bulunmadığını belirterek istemi kısmen kabul etmiştir.Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylecekişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.Somut olaya gelince; Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı’nın (CMK 250. madde ile görevli) 11/07/2012 gün, 2011/65 soruşturma, 2012/218 karar numaralı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda; 01/12/2010 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne giderek, faaliyetlerine katıldığı Trabzon Türk Ocağı Derneği’nin yöneticileri ile derneğin faaliyetlerini yönlendirdiğini düşündüğü şahıslar ve Trabzon ilinde meydana gelen bazı olaylar ile ilgili olarak bildiği hususları anlatan ve kimlik bilgilerinin gizli kalmasını talep eden gizli tanık Karadeniz’in vermiş olduğu ifadeler doğrultusunda soruşturmanın yürütüldüğü, yapılan araştırmalar neticesinde, aralarında davacının da bulunduğu bir kısım şüpheliler hakkında, atılı suçlar ile ilgili herhangi bir delil elde edilemediğinden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği belirtilmiştir.Davaya konu kitapta; 01/12/2010 tarihinde İstanbul Savcılığı’na ulaşan muhbir bilgilerinden bahsedildiği, kitabın yayınlandığı tarihte bahsi geçen bu soruşturmanın henüz sonuçlanmamış olduğu anlaşılmaktadır. 11/07/2012 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın içeriği değerlendirildiğinde; yayında belirtilen hususlar görünür gerçeğe uygun olup kişilik haklarına saldırı niteliğinde kabul edilemez. Mahkemece bu husus gözetilerek istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle davalının sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 22/05/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.