MAHKEMESİ :Asliye Hukuk MahkemesiDavacı ... vekili Avukat ... tarafından, davalı ... aleyhine 08/04/2014 gününde verilen dilekçe ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 05/12/2014 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili ve davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar, taraflarca temyiz edilmiştir.Davacı, ...Gazetesinin 02/04/2014 günlü sayısında davalının kaleme aldığı “Bütün şeytanların ağladığı gün” başlıklı köşe yazısında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu, hakaret içeren sözlerle kamuoyunda hakkında husumet ve kuşku yaratılmaya çalışıldığını, tahrik edici bir üslupla insanların birbirine düşürülmesi, aralarında kin ve düşmanlık uyandırılması gayreti ile hareket edildiğini bildirerek uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur. Davalı, dava konusu edilen köşe yazısının basın özgürlüğü kapsamında, eleştiri sınırları içinde kaldığını, yazıda bahsi geçen hususların gerçek olup yazının güncel nitelikte olduğunu bildirerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, davacının bir dönem Türkiye'nin siyasetine büyük oranda etki etmiş ve kamuya mal olmuş bir kişi olduğu, Yargıtay'ın yerleşik uygulamalarında kamuya mal olmuş kişilerin ve siyasetçilerin sert nitelikte dahi olsa eleştiri ve tenkitlere katlanması gerektiği, davacının eylem ve icraatları Hükümete karşı aldığı tavır eleştirilmiş olup yayın tarihinde davacı hakkındaki iddialar nazara alındığında yayının güncel olduğu, davacının kamuya mal olmuş kişiliği de gözetilerek kamu yararının bulunduğu ancak yazı içerisinde kullanılan " ...sizin adınız geçtiğinde ise yalan-dolan, fitne-fesat, şantajcılık, namertlik ve hainlik geliyor akla. Milli ekonomiye, milli güvenliğe, milli savunmaya suikast geliyor akla, İsrail uşaklığı, ajan-provokatörlük, casusluk, vatan hainliği geliyor akla, ...gerisini siz hesap edin..." şeklindeki kelimelerin eleştiri sınırlarını aştığı kabul edilerek davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğundan davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.Dava konusu köşe yazısı bütün halinde değerlendirildiğinde Ülkemiz gündeminde olan bu yönüyle güncel nitelikte kabul edilen, toplumun tüm kesimlerince ilgiyle takip edilen ve paralel devlet yapılanması olarak bilinen konu ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Davacının, mahkemece de belirlendiği üzere Hükümete karşı aldığı tavır ile siyasete etki etmiş; bu yönüyle kamuya mal olmuş bir kişi olması, yazının yayınlandığı tarihten kısa bir süre önce yerel seçimlerin yapılmış bulunması nedenleri ile bu seçimlerin sonuçlarının davacının aldığı pozisyonla birlikte davalı yazar tarafından kendi kişisel değer yargıları da katılarak yorumlandığı anlaşılmaktadır. Mahkemece yazının bir bölümü itibariyle kişilik haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmış ise de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi basın özgürlüğünde belli ölçüde abartıya ve hatta tahrik yoluna başvurmanın mümkün olduğuna (Prager ve Oberschlick v. Avusturya, 26 Nisan 1995, § 38, A serisi, No. 313) işaret etmektedir. Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “İfade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun vazgeçilmez esasını ve bu toplumun gelişiminin ve her bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşulunu oluşturduğunu, 10. maddenin 2. fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla ifade özgürlüğünün sadece kabul edilen, zararsız ya da farklı olan «bilgi» ya da «düşünceler» için değil ama ayrıca hoşa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici olanlar için de geçerli olduğunu, bunların, «demokratik toplumun» onlarsız olamayacağı çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereği olduğunu, 10. maddede açıklandığı gibi bu özgürlüğe yapılan sınırlamaların her halde dar yorumlanması gerektiğini ve herhangi bir sınırlama gereksiniminin ikna edici bir biçimde ortaya koyulması gerektiğini,...” ifade etmektedir.Şu durumda, dava konusu edilen köşe yazısının yayınlandığı tarih itibariyle güncel nitelikteki bir konuya ilişkin olduğu, davacının yerel seçimlerden önce siyasi olarak aldığı tavır nedeniyle davalı yazar tarafından eleştirildiği, düşüncelerin yukarıda değinildiği gibi hoşa gitmeyen, sarsıcı hatta rahatsız edici olanları dahi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10. maddesi, Anayasanın 26. maddesi uyarınca ifade ve düşünce özgürlüğü kapsamında korunması gerektiği, kişisel değer yargısı niteliğindeki beyanların eleştiri sınırlarında kaldığının kabulü ile istemin tümden reddi yerine kısmen kabulü doğru olmadığından kararın bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda gösterilen nedenle davalı yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacının tüm, davalının öteki temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına ve davalıdan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 09/06/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.