Anasayfa /
İçtihat /
Yargıtay Karar No : 4984 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 11388 - Esas Yıl 2012
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk MahkemesiDavacı ... vekili Avukat ... tarafından, davalı ... ve diğeri aleyhine 02/11/2010 gününde verilen dilekçe ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 13/03/2012 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, yayın yolu ile kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz olunmuştur.Davaya konu, ...Gazetesinin 28/10/2010 günlü nüshasındaki davalı ...'nin kaleme aldığı "Az demişiz" başlıklı yazıda, hükümet tarafından yapılması planlanan İkizdere Vadisi'ndeki Hidroelektrik Barajları ile ilgili olarak ... Bakanlığı'nın eleştirildiği, ... Bakanı olarak görev yapan davacının Çevre Bakanı anlayışıyla değil "Çevre Düşmanlığı Bakanı" gibi görev yaptığının belirtildiği ve son cümlesinde de "Şimdi analarını bile satan işte o zihniyetin marifetlerini görüyoruz." ifadesi kullanılarak yazının bitirildiği anlaşılmaktadır.Davacı, yazının şahsi haklarına tecavüz niteliğinde olduğunu ileri sürerek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.Davalılar ise, yazının kişilik haklarına saldırı niteliginde olmadığını, eleştiri niteliğinde olduğunu ve basın özgürlüğü kapsamında kaldığını savunmuşlardır.Mahkemece, dava konusu yazıda geçen "Çevre Düşmanlığı Bakanı" ibaresinin davacının kişiliğine yönelik bir ifade olmadığı, "anasını satmak" deyiminin anlamı araştırıldığında Türk Dil Kurumu - Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü veri tabanında "önem vermemek, aldırmamak, umursamamak" anlamında olduğu ve bu ifadenin ... Bakanı olarak görev yapan davacının yaptığı işler ve görevi sebebiyle eleştiri kapsamında kaldığı, kişilik haklarına saldırı olmadığı, dolayısıyla yazının hukuka aykırılık yönünün bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.Davaya konu edilen köşe yazısında davacının ismine yer verildiği görülmekle matufiyet koşulunun gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Yayında geçen "Şimdi analarını bile satan işte o zihniyetin marifetlerini görüyoruz." şeklindeki ifadelerin eleştiri hudutlarını aştığı ve davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu açıktır. Basın özgürlüğü ile kişilik hakları arasındaki çatışan yararlar dengesi, davacı aleyhine bozulmuş ve davalılar bakımından da hukuka uygunluk nedeni gerçekleşmemiştir. Davacı yararına uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekir. Karar, açıklanan nedenlerle yerinde görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda gösterilen nedenle davacı yararına BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 19/03/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.