MAHKEMESİ : Antalya 8. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 25/06/2013NUMARASI : 2010/207-2013/260Davacı M.. Y.. vekili Avukat B. Ç. tarafından, davalı T.. G.. aleyhine 03/05/2010 gününde verilen dilekçe ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 25/06/2013 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.Davacı, Antalya Barosuna kayıtlı 22 yıllık avukat olduğunu, davalının vekili olarak dava dışı üçüncü bir şahıs hakkında icra takibi yaptığını, daha sonra borçlu ile müvekkilinin bir Televizyon ve VCD oynatıcı alınması halinde borcun kapanacağı hususunda anlaştıklarını, borçlunun bu yükümlülüğü yerine getirdiğini, buna rağmen davalı alacaklının, kendisinden icra takibine devam edilerek haciz yapılmasını istediğini, ortada haksız bir durum olduğundan haciz işlemini yapmadığını ve icra dosyasına borçlunun maaşından kesilerek gelen paraları çekip iade ettiğini, davalı alacaklının ise maaş kesintilerinin kendisine verilmediği gerekçesiyle haksız olarak şikayetçi olduğunu belirtilerek manevi tazminat talep etmiştir.Davalı, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.Mahkemece, şikayetin haksız olduğu kabul edilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın Hakların Korunması ile ilgili Hükümler başlığı altında ve 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, zarar gören haklarının korunmasını, bunun sonucu olarak zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasına ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve yetkisine sahiptir.Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği başlığını taşıyan 12. maddesinde de herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Medeni Kanunun 24 ve 24/a maddelerinde de, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı belirtilmiş, BK.nun 49. maddesinde ise saldırının yaptırımı düzenlenmiştir.Görüldüğü üzere, Anayasa’da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.İşte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da Anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylemle suçlayabilir.Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu biraz yakından incelendiğinde her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.Şu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, orta düzeydeki başka bir kişinin de böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve şikayet hakkını kullanmasının uygunluğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.Dosya kapsamından, maaş kesintilerinin davacı tarafından alacaklı vekili sıfatıyla çekildiği ve dava dışı borçluya iade edildiği anlaşılmaktadır. Davalının ise, icra dosyasını sonradan incelediğinde maaş kesintileri olduğunu ve bu kesintilerin davacı tarafından çekildiğini görüp, alacaklısı olduğu dosyadan maaş kesintilerinin vekili tarafından çekilmesine rağmen bu kesintilerin kendisine verilmemesi nedeniyle davacı hakkında şikayetçi olduğunu iddia ettiği anlaşılmaktadır. Şu halde, icra dosyasından maaş kesintileri çekilip alacaklı olan davalının bilgisi ve izni dışında borçluya iade edildiğine göre, şikayeti haklı gösterecek emare vardır. Öyleyse, ortada haksız şikayetin olmadığının kabulü ile davanın tümden reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçeyle kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş; hükmün, bu nedenle bozulması gerekmiştir.SONUÇ: Temyiz edilen kararın, yukarıda gösterilen nedenle BOZULMASINA; bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 30/10/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.