MAHKEMESİ : Ankara 5. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 14/06/2013NUMARASI : 2012/91-2013/323Davacı R.. E.. vekili Avukat M. C.. tarafından, davalılar A.. G...Basım Y... San. ve Tic. A.Ş. vd. aleyhine 16/02/2012 gününde verilen dilekçe ile basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 14/06/2013 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı A... G... B.. Y.. San. ve Tic. A.Ş. vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.Dava, basın yoluyla kişilik haklarının ihlaline dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılardan A.. G.. B.. Yayın San. ve Tic. A.Ş. tarafından temyiz edilmiştir.Dava konusu yayın, A.. G..'nin 03/02/2012 günlü nüshasında yayınlanmıştır. A..G..nde “D.. Nesil” başlığı ile yayımlanan yazıda özetle"... Gemiciklerinizi satıp taş kaynatan yoksullara dağıttınız, mübarek eşinizin parmağındaki pırlanta yüzükten bile vazgeçtiniz... Harun gibi geldiniz, Karun gibi çöktünüz, Allah dediniz keseyi doldurdunuz, Kelime-i Şahadet getirip müteahhitliğe terfi ettiniz, eskiden iman Ya Rabbi diyordunuz, ne olduysa imar Ya Rabbi demeye başladınız, sizin iktidarınız yoksulu zillete, zengini illete düçar etti, şeytan evliyalarını ulema Allah düşmanlarını dost edindiniz, sattınız, yediniz, içtiniz... kesb ettiklerinizin altında boğulacaksınız... savaş açtığınız İslam'ın atalarınızı zırr'ü zeber edişini unuttunuz." şeklinde ifadelere yer verildiği görülmüştür.Davacı, A.. G..'nin 03/02/2012 tarihli nüshasında davalı E.. E.. tarafından kaleme alınan ''Dindar nesil'' başlıklı yazı ile eleştiri ve ifade özgürlüğü sınırlarının aşıldığını ve kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu belirterek manevi zararının tazminini istemiştir.Davalı şirket ise, dava konusu yazının siyasi parti iktidarının eylem ve söylemlerini eleştiren bir yazı olduğunu, davacının konumu gereği bu tarz eleştirilere açık olması gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuş, diğer davalı ise davaya cevap vermemiştir.Mahkemece, dava konusu ifadeler ile eleştiri sınırlarının aşıldığı, belirtilen sözlerin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğunun kabulü ile istemin kısmen kabulüne karar verilmiştir.Tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde ifade özgürlüğü;"1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ulusal sınırlarla kısıtlanmaksızın, bir görüşe sahip olma, haber ve düşünceleri elde etme ve bunları ulaştırma özgürlüğünü de içerir. Bu madde Devletin radyo yayıncılığını, televizyon ve sinema işletmeciliğini izne bağlamasına engel değildir.2. Bu özgürlükleri kullanırken ödev ve sorumluluk içinde hareket edilmesi gerektiğinden, ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü veya kamu güvenliği, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının şeref ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi, yargı organının otorite ve tarafsızlığının korunması amacıyla, demokratik bir toplumda gerekli bulunan ve hukukun öngördüğü formalitelere, şartlara, yasaklara ve yaptırımlara tabi tutulabilir." şeklinde tanımlanmıştır.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; "L... v. AV..." (Başvuru No: .../... ) davasında;Eski başbakan ... ile seçimlerden birinci çıkan siyasi parti başkanı arasında bir takım olayların yaşandığı, basına yansıyan bir kısım açıklamaların bulunduğu ayrıca 2. Dünya Savaşı sırasında Rusya'daki Alman hattının ötesine geçerek sivilleri katlettiği iddia olunan ilk SS Tugayında görev yapmakla suçlanan liberal parti başkanı ... ile koalisyon kurulması tartışmalarının yaşandığı bir sırada, Gazeteci olan L.., P..l adlı V.. Dergisinde yayımlanan iki ayrı yazısında; o tarihte federal hükümetin Başbakanına yönelik olarak 'En Adi Fırsatçılık(adi oportunism)', 'ahlakdışılık' ve 'şerefsizlik' biçiminde ifadeler kullanmıştır.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; “...Sözleşme’nin 10. maddesinin (1). fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini geliştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatarak ifade özgürlüğünün, Sözleşme’nin 10. maddesinin (2). fıkrasının sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulandığını. Bunun, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olduğu, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olamayacağını (bk.H... kararı, parag. 49),Bir siyasetçiye yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahsa yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir. Bir siyasetçi, özel şahıstan farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek ve kaçınılmaz bir biçimde, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar; bu nedenle daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadır. Hiç kuşku yok ki, Sözleşme’nin 10. maddesinin (2). fıkrası, başkalarının, yani bütün bireylerin itibarının korunmasına imkan verir; bu koruma, siyasetçileri şahsi sıfatları dışında hareket ettikleri zaman da içine alır. Ancak bu gibi durumlarda söz konusu korumanın gerekleri, siyasi meseleleri açık biçimde tartışmanın yararıyla bağlantılı olarak tartılmalıdır.” gerekçesiyle kullanılan sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığına karar vermiştir.Tuşalp-Türkiye davasında ise AİHM;"44.Mevcut davada başvuran gazeteci/köse yazarıdır ve onun tarafından yazılan kuşku uyandırıcı makaleler günlük bir gazetede yayımlanmaktadır. Bu makalelerde başvuranın güncel olaylar ile ilgili fikir ve yorumları bulunmaktadır; makaleler üst düzey politikacılar ve önemli kişilerin iddia edilen yasadışı eylemleri ve yolsuzlukları ve Başbakan’ın bazı olaylara karşı göstermiş olduğu agresif tutumlar ile ilgilidir. Şüphesiz bunlar halkın bilgilendirilme hakkının bulunduğu demokratik toplumlarda önemli konulardır ve siyasi tartışma kapsamında görülmektedir. Mahkeme bu bağlamda basının demokratik toplumlarda önemli bir işlevi olduğunu yinelemektedir. Her ne kadar özellikle kişilerin itibarı ve hakları konusunda belli sınırları aşmaması gerekliyse de, basının görevi halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymaktır. Gazeteci özgürlüğü, abartı veya hatta provokasyon derecesine olası bir başvuruyu da içerir (bkz Dalban-Romanya [GC], no. 28114/95, § 49, AİHS 1999- VI ).45.Mahkeme iki tazminat işlemindeki davacının üst düzey bir politikacı olduğunu gözlemlemektedir. Esasında, geçmiste ve hala Türkiye Cumhuriyeti Başbakanıdır. Bu hususta kabul edilebilir eleştirinin sınırları bir politikacı için normal bir bireyden daha geniştir. Bu bağlamda bir politikacı daha fazla hoşgörü göstermelidir (bkz. Fedchenko-Rusya, no. 33333/04, § 33, 11 Subat 2010). Ancak, bir politikacının itibarı, tartışmalı olsa bile, Sözleşme tarafından sağlanan korumadan yararlanmalıdır (bkz, Lindon & Otczankovsky – Laurnes ve July, yukarıda bahsedilmistir).46.Başvuranın “İstikrar” başlıklı ilk makalesinde, yerel mahkemeler, Sayın R.. T...E..’ın itibarının korunması yönündeki kişisel çıkarlarının, başvuranın ifade özgürlüğü hakkından daha ağır bastığını kabul etmiştir. Mahkeme bu hususta makalede yer alan ifadelerin kabul edilebilir eleştirinin sınırları aştığını ve davacının kişisel haklarına haksız saldırı niteliği taşıdığını ifade etmiştir. Başvuranın “Geçmis olsun” başlıklı diğer makalesi ile ilgili olarak, yerel mahkemeler bu makalede yer alan ifadelerin yine kabul edilebilir eleştirinin sınırlarını aştığını tespit etmiştir. Bu hususta, ilk derece mahkemesi makalenin, bütünüyle ele alındığında, R.. E..’ın akıl hastası olduğunu öne sürdüğünü belirtmiştir. Bu tip ifadelerin Başbakanı toplum nezdinde ve siyasi arenada küçük düşürdüğü ve bir Başbakan hakkında bu ifadelerin dile getirilmesinin hoş olmadığı kararına varmıstır.47.Mahkeme söz konusu makaleleri ve yerel mahkemelerin kararlarındaki gerekçeleri, başvuranın ifade özgürlüğüne müdahaleyi doğrulamak amacıyla incelemiştir. Mahkeme başvuranın profesyonel bir gazeteci olarak, günlük olaylar ile ilgili görüşlerini ve bir politikacı olan Sayın R.. E.. ile ilgili eleştirilerini dile getirme hakkını göz önüne almıştır. Bu doğrultuda, Mahkeme, ilk derece mahkemelerinin de mevcut davada bildirdiği gibi, söz konusu iki makalede kullanılan dilin ve ilk derece mahkemeleri kararlarında vurgulanan bazı ifadelerin kışkırtıcı ve kaba olduğunu ve bazı ifadelerin saldırgan olarak nitelendirilebileceğini ifade etmiştir, ancak bu ifadeler, başvuran tarafından yerel yargılamaların amaçlarının gösterilmesi için derlenen bazı alıntıların da belirttiği gibi, toplum tarafından zaten bilinen belli gerçekliklere, olaylara dayanan değer yargılarıdır. Bundan dolayı yeterli fiili temele sahiptirler. Makalelerde yer alan olayın izahı ile ilgili olmasından ötürü, Mahkeme yerel mahkemelerin değer yargıları ile olayın izahı arasında bir ayrım yapmadığını ve Sözleşmenin 10 § 2 maddesi uyarınca başvuranın veya yayınevinin “görev ve sorumluluklarının” incelenmediğini ifade etmektedir. Bu doğrultuda, Mahkemeye göre, yerel mahkemelerin kararları bu makalelerin iyi niyet kapsamında yayımlanıp yayımlanmadığı hususunda bir değerlendirme yapmakta başarısız olmuştur.48.İfadelerin şekline gelince, Mahkeme yazarın sert eleştirilerini hicivsel bir dil kullanarak ve kendi politik görüşleriyle ve algılarıyla süsleyerek iletmeyi tercih ettiğini gözlemlemiştir. Bu bağlamda, Mahkeme 10. maddenin sadece zararsız ve ilgilenmeye değmez olarak görülen “bilgi” veya “fikirler”e değil aynı zamanda, rahatsız eden, şaşırtan veya gücendirenlere de uygulanabileceğini ifade etmektedir; bu ifadeler var olmadan “demokratik bir toplum” söz konusu olamaz ve bunlar çoğulculuk, hoşgörü ve geniş fikirliliğin talepleridir. (bkz, Oberschlick & Avusturya (no.1) yukarıda alıntılanan, § 57) Mahkeme, örneğin gücendirici ifadenin tek niyetinin hakaret etmek olması gibi durumlarda, ifade kontrolsüz aşağılama ile sınırlıysa, ifade özgürlüğü kapsamından çıkacağını eklemek istemektedir (bkz, Skalka- Polonya, no. 43425/98, § 34, 27 Mayıs 2003); fakat kaba ifadeler biçimsel amaçlarla da kullanılabileceği için tek başına gücendirici bir ifade olarak değerlendirilemez. Mahkemeye göre biçim bir ifade şekli olarak iletişimin bir parçasıdır ve ifadenin içeriği ile birlikte koruma altındadır. Ancak, mevcut davada yerel mahkemeler davayı incelerken bağlamdaki kuşku uyandırıcı ifadeleri ve kullanıldıkları biçimi incelemeyi göz ardı etmistir.49. Sonuç olarak, Mahkeme söz konusu makalelerdeki çeşitli sert ifadelerin, özellikle yerel mahkemeler tarafından vurgulananların, Başbakan R.. E..’a karşı saldırı niteliği taşımadığı kanısındadır. Bunlara ilaveten, Mahkeme dava dosyasında makalelerin Sayın R.. E..’ın siyasi kariyeri, mesleği veya özel yaşamına etkide bulunduğunu iddia edecek hiçbir şey olmadığını gözlemlemiştir. 50.Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında, Mahkeme, yerel mahkemelerin Başbakan’ın kişilik haklarını başvuranın haklarının üzerine çıkarmak amacıyla zorunlu sosyal ihtiyacı ortaya koyma konusunda ve kamu yararıyla ilgili durumlarda basın özgürlüğünü destekleme konusunda başarısız olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu yüzden Mahkeme, yerel mahkemelerin karar alırken takdir yetkilerini aştıklarını ve başvuran aleyhindeki kararların izlenen meşru hedefler ile orantısız olduğunu belirtmektedir. Davaların nitelik olarak cezai olmaktan çok hukuki olması gerçeği hükümetin belirttiği gibi Mahkemenin yukarıdaki görüşlerini etkilemez. Herhangi bir olayda, Mahkeme, başvuranın yayınevi ile ödemek zorunda bırakıldığı tazminat miktarı önemli olduğunu ve bu miktarların diğerlerinin kamu yetkililerini eleştirmelerini önleyebileceğini ve bilgi ve fikirlerin serbest akışını sınırlayacağını belirtir (bkz Cihan Öztürk – Türkiye davası, no. 17095/03, §33, 9 Haziran 2009). Başvuranın ifade özgürlüğünü kullanmasına müdahale edilmesi, demokratik bir toplumda, diğerlerinin itibarının ve haklarının korunması için gerekli olarak görülemez.51. Dolayısıyla Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlali ortaya çıkmıştır." şeklinde değerlendirmede bulunmuştur. Şu durumda, davalı yazarın, davacı Başbakanın "Biz dindar bir nesil inşa ettik" sözü ile bir bağlantı kurarak sert eleştirilerini hicivsel bir dil ve kendi politik görüş ve algılarıyla da süsleyerek iletmeyi tercih ettiği ve yayının AİHS'nin 10. maddesinde açıklanan ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı kabul edilmelidir.Şu halde davanın tümden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kısmen kabul kararı verilmiş olması doğru değildir.Bu nedenle karar bozmayı gerektirmiştir.SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenlerle davalı A.. G.. B.. Yayın San. ve Tic. A.Ş. yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 17/09/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.