Dava dilekçesinde satış vaadi sözleşmesinin iptali ve buna dayalı olarak tapu kaydındaki şerhin kaldırılması istenilmiştir. Mahkemece davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü. Dava dilekçesinde davacılar, dava dışı Halil'in kardeşleri olduğunu, kök muristen intikal eden taşınmazların satışı için 1991 yılında Halil'e, genel vekaletname verildiğini Halil'in de bu yetkiyi kötüye kullanıp 268 parsel sayılı taşınmazı 8 yıl sonra davalı ve yine davalının kardeşi Emre ile düşünce ve de çıkar birliği yaparak çok düşük bir bedelle davalıya satış vaadinde bulunduğunu, ancak satış ve devir işlemlerinin yapılabilmesi için iştirak halinde mülkiyetin müşterek mülkiyete çevrilmesi gerektiğini, bu aşamada gerçek alıcı olan davalının kardeşi Emre'nin iştirak halindeki mülkiyetin müşterek mülkiyete çevrilmesi için Halil'den vekalet alarak dava açtığını, daha sonra Halil'in bizzat katılımıyla bu davanın sonuçlandırıldığını, bunların dışında Halil'in kendi hisselerini değil aksine, annesi ve kardeşlerinin hisselerini davalıya satış vaadinde bulunduğunu, asıl amacın, dava konusu taşınmazın davalının kardeşi Emre'ye tümüyle intikalinin sorunsuz aktarılması olduğunu ileri sürerek sözleşmesinin iptalini ve tapudaki şerhin kaldırılmasını istemişlerdir. Mahkemece; davalının geçerli bulunan vekaletnameye güvenerek dava dışı Halil ile davacılara ait hisselere ilişkin satış vaadi sözleşmesi yaptığı, davalının kötüniyetli olduğunun kanıtlanamadığı, vekil ile müvekkili davacılar arasındaki ihtilafın davalıyı etkilemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. BK'nun 390/2. maddesine göre "Vekil, müvekkiline karşı vekaleti iyi bir surette ifa ile mükelleftir." Yine aynı yasanın 18. maddesine göre de "Bir akdin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır." Somut olayda, davacılar kardeşleri olan dava dışı Halil'e kök murislerinden iştirak halinde intikal eden tüm taşınmazları "dilediği bedelle dilediği kimseye" satışını içerir vekaletnameyi 1991 yılında vermişler, Halil bu vekaletnameye istinaden 7.7.1999 tarihinde, Beykoz, Mahmutşevketpaşa Köyü 268 parselde bulunan davacılar hissesini 290.000.000.-TL bedelle davalıya satış vaadinede bulunmuştur, iştirak halindeki mülkiyetin müşterek mülkiyete çevrilmesi için 13.3.2000 tarihinde dava açılması üzerine Halil'i vekillikten azledip işbu davayı 18.1.2001 tarihinde açmışlardır. Uyuşmazlık, vekaletin kötüye kullanılması ve bununla birlikte muvazaa iddiasına dayalı satış vaadi sözleşmesinin iptali ve tapudaki şerhin silinmesi istemine ilişkindir. Hukuk Genel Kurulunun 6.5.1993 gün, 1-79 E, 196 K. sayılı ilamında da açıklıkla vurgulandığı gibi; vekalet sözleşmesi büyük ölçüde, vekil ile vekil edenin karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu da bu güven unsurundan doğar. Vekil, müvekkilinin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandıracak davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Kendi çıkarını gözeten, müvekkilinin yararı ile bağdaşmayan bir davranış içerisinde bulunan vekil BK'nun 390/1. maddesine göre sorumlu olur. Aynı şekilde vekil, vekalet yetkisini, kasten vekil edenin zararına, kendisinin ya da, düşünce ve çıkar birliğine girdiği kişi veya kişiler yararına kullandığı takdirde yapılan işlem, vekalet verenleri bağlamaz. Vekalet veren her zaman sözleşmenin feshi ile buna dayalı olarak yapılan işlemlerin ortadan kaldırılmasını isteyebilir. Bu hak TMK'nun 2. maddesinde yazılı doğruluk dürüstlük ilkesinin doğal bir sonucudur. Vekil ile sözleşme yapan karşı tarafın durumuna gelince; bu kişi TMK'nun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise, diğer bir anlatımla, vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil, vekalet görevini kötüye kullansa da bu durum vekil ile müvekkili arasında bir iç sorun olarak kalır. Sonuçta vekile sözleşme yapanın elde ettiği haklara etkili olmaz. Yapılan sözleşmenin bu nedenle iptali istenemez. Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında, vekilin müvekkilleri olan davacılardan genel yetki içeren vekaletnameyi aldıktan yaklaşık 8 yıl sonra, aynı taşınmazda kendisi de hissedar olduğu halde bu hisselerini satış vaadi sözleşmesine konu etmeyip, diğer paydaşlardan yaşlı annesinin ve davacıların paylarını sözleşmeyle devretmeyi vaadetmesi, hayatın olağan tecrübeleri için de, makul ve davacıların iradesine uygun ve de iyiniyetli bir davranış olarak kabul edilemez. Kaldı ki beyanları alınan tüm tanıklar vekil Halil'in köyde başka yerleri de aynı şekilde sattığını hatta bir yeri aynı zamanda üç ayrı kişiye satarak dolandırıcılık yaptığını bildiklerini ifade etmişlerdir. Buna göre vekilin davacı müvekkilleri aleyhine kasten hareket ettiği açıktır. Diğer taraftan vekil ile davalı ve bunun da ötesinde davalının kardeşi Emre'nin çıkar ve işbirliği içinde hareket edip etmedikleri, bir başka ifade ile davalının TMK'nun 3. maddesi kapsamında iyiniyetli olup olmadığı, ya da vekilin müvekkilleri aleyhine kasten hareket ettiğini bilip bilmedikleri hususuna gelince; dava konusu taşınmazın satış vaadi Beykoz 2. Noterliğinde 7.7.1999 gün ve 7178 yevmiye numarası ile yapılmış, aynı yere ilişkin olarak, aynı noterde, aynı gün 7177 yevmiye numarası ile davalının kardeşi dava dışı Emre'ye, davacıların vekili ve satış vaadinde bulunan Halil tarafından "dilediği bedelle, dilediği kimseye satış ve dava açma yetkisini de" içerir vekaletname verilmiştir. Dolayısı ile taraflar arasında hiçbir menfaat ilişkisi ve düşünce birliği olmadan bu sürecin tamamen tesadüf eseri gerçekleşmesi mümkün değildir. Kaldı ki, davalının kardeşi Emre, dava konusu taşınmazın, iştirak halinden müşterek mülkiyete çevrilmesi hususunda yine Halil'den aldığı aynı nitelikte vekaletname ile dava açmış davanın 17.4.2000 günlü oturumunda da dava konusu taşınmaz için "satış vaadi sözleşmesi ile satın aldım" şeklinde beyanda bulunmuştur. Buna göre davalı, davalının kardeşi ve davacıların vekili arasında düşünce ve çıkar birliğine dayanan bir ilişki olduğu, gerçek alıcının davalı olmayıp kardeşi Emre olduğu, yapılan sözleşmenin bağlayıcılığını sağlamak ve iyiniyet savunmasında bulunarak hak elde etmek için bu şekilde dolaylı yola başvurulduğu anlaşılmaktadır. Böylece, davalının aslında kardeşi Emre'ye ait olması gereken hisseleri kendisi almış gibi göstererek şahısta muvazaanın tarafı olduğu ve vekil Halil'in davacıların aleyhine kasten hareket ettiğini bildiği sabit olup iyiniyetli değildir. Mahkemenin uygulamasına gelince; davacı tarafın satış vaadine konu taşınmazın sözleşme tarihi itibariyle 290.000.000.-TL.nin çok üzerine bir rayici bulunduğu böylece davalı ve vekilin bedelde de muvazaa yaptığı yönünde savunması bulunduğu halde bu savunma üzerinde durulmamış, bu yönde iddianın ispatı açısından deliller toplanmamıştır. Eksik incelemeye dayalı olarak karar verilmesi doğru görülmemiştir. Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA) ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 1.7.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.