Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 8457 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 5938 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTaraflar arasında görülen alacak davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir. Y A R G I T A Y K A R A R I Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.Davacı vekili dava dilekçesinde; davalının tapuya kayıtlı iki taşınmazı iki ayrı sözleşme ile davacıya devrettiğini, 04/07/2005 tarihli sözleşme ile 229 parsel sayılı taşınmaz için 6.500 TL; 12/12/2006 tarihli sözleşme ile 590 parsel sayılı taşınmaz için 31.000 TL'nin nakit olarak ödendiğini,...'ya giden davacının dönünce bu taşınmazları başka birisinin kullandığını gördüğünü, taşınmazlara harcama yaptığını, davalının bedelleri iade etmediğini belirterek satış bedelleri ve harcamalar için olan 61.000 TL'nın dava tarihinden faizi ile ayrıca dava tarihine kadar işlemiş olan 53.185 TL faizin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.Davalı, cevap dilekçesinde; davacının dava konusu ettiği yerlerle ilgili ödeme yapmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.Mahkemece; davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde değildir.Dosyadaki bilgilerden; taraflar arasındaki 04.07.2005 tarihli sözleşme ile 6500 TL bedel karşılığında 229 parsel sayılı taşınmazın, 12/12/2006 tarihli sözleşme ile de 31.500 TL bedel karşılığında 590 parsel sayılı taşınmazın davalı tarafından davacıya devredildiği, bedellerin ödendiği, mahkemece ikinci sözleşmede ödendiği belirtilen bedel ile; bilirkişi raporundaki 3000 TL işçilik bedeli, 1200 TL tel örgü bedeli olmak üzere 35.200 TL yönünden davanın kabul edildiği, ilk sözleşme ile ödenen bedel yönünden ise davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.Somut olayda; taraflar arasında haricen düzenlenen taşınmaz satış sözleşmesi nedeni ile davacı tarafından davalıya 04.07.2005 tarihinde 6500 TL ödendiği, sözleşmedeki imzanın davalı tarafından inkar edilmediği, tapuda resmi satışın yapılmadığı, satış tarihi itibari ile tapulu olan taşınmazın satışına ilişkin sözleşmenin resmi biçimde yapılmadığından hukuken geçersiz olduğu görülmektedir (TMK 706, BK 213, Tapu Kanunu 26, Noterlik Kanunu 60 maddeleri). Bu durumda, taraflar sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre karşılıklı olarak verdiklerini iade ile yükümlüdürler. Hukuken geçersiz sözleşmeden kaynaklanan bu nitelikteki bir uyuşmazlığın sebepsiz zenginleşme kurallarına göre çözümlenip tasfiye edilmesi gerekir.Taraflar arasındaki sözleşme resmi biçimde yapılmadığından geçersizdir (MK. Md. 634, BK. 213, T. Kanunu Md. 26 ). O nedenle geçerli sözleşmelerde olduğu gibi taraflarına hak ve borç doğurmaz. Bu durumda davacı, bu geçersiz sözleşme nedeniyle davalıya verdiğini, ancak haksız iktisap kuralları nedeniyle geri isteyebilir. Ne var ki hukuken geçersiz sözleşmeden kaynaklanan bu nitelikteki bir uyuşmazlığın haksız iktisap kurallarına göre çözümlenip tasfiye edilebilmesi için öncelikle haksız iktisabın kapsamını tesbitteki ilke ve esasların açıklanmasında zaruret görülmüştür.Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin iadesi "denkleştirici adalet" düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve bu gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder.İlke böyle olmakla beraber iade edilecek zenginleşme miktarının tesbit ve hesaplanmasında, öğretide birlik olduğu söylenemez. İade edilecek zenginleşme miktarı konusunda öğretideki bu ayrık düşünceleri, kısaca "fakirleşme kadar olmalıdır" veya "fiili değer artışı yani gerçek zenginleşme miktarı ne ise o olmalıdır" veyahut ihlal edilen hakkın sahibine bahşettiği yararlanma yetkisi ile bağdaşmayan her türlü zenginleşme miktarı kadar olmalıdır" şeklinde özetlemek mümkündür. Olayı çözümlerken öğretideki bu görüşlerden şüphesiz yararlanılmalıdır.Bilindiği gibi ülkemizde yaşanan enflasyon, uzun yıllardan beri yüksek oranlarda seyretmekte ve paramızın değeri de bununla ters orantılı olarak devamlı düşmektedir. Belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın aradan geçen zamana bağlı olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve çok daha az olduğu bir gerçektir.Bu güne kadar uygulanan kurallara göre geçersiz sözleşme gereğince alıcının akit tarihinde verdiği paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi gerçek hayatta büyük sıkıntılara tutarsızlıklara, adalete karşı varolması gereken güvenin sarsılmasına neden olmuş, kamu vicdanında haklı eleştiri konusu yapılmıştır. Hukuk kuralları, gerçek hayata uygun olduğu toplumun adalet saygınlık sağlar ve hukuk kuralı olma özelliğini korur. O nedenle hukuk kuralları, görevli organlarca değiştirilinceye bu konuda yeni düzenlemeler yapılıncaya kadar zedelenmeden gerçek hayata uygun olarak yorumlanıp uygulanmalıdır. Bu görevin ise yargıya ait olduğunda duraksamaya yer yoktur. Nitekim, gerek Yargıtay kararlarında ve gerekse öğretide bu görüşe paralel düşünceler bulunmaktadır. Bu düşüncelerin isimleri farklı ise de varılmak istenen sonuç aynıdır. Akit öncesi sorumluluk kurallarının geçersiz sözleşmelerde de uygulanması gerektiği geçersiz sözleşmelerden dolayı olumsuz zararın istenebileceği, bu zarar kapsamında kaçırılan fırsat karşılığının da bulunduğu, olumsuz zararın bazı özel durumlarda olumlu zarar kadar dahi olabileceği, MK.nun 2. maddesine göre akdin geçersizliğinin ileri sürülemeyeceği hallerdeki zarar kavramları hep bu zaruretin sonucu ortaya konulan düşünce ve uygulamalardır. Yargının asıl görevi toplumun huzurunu sağlamaktır. Bunun için uygulanması gereken kurallar, mevcut yasaların ışığında bu yasa hükümlerine aykırı düşmeyecek şekilde yorumlanıp uygulanmalıdır.BK.nun 63 ve 64 maddeleri iade borcunun kapsamını fakirleşmenin değil, zenginleşmenin iyi veya kötü niyete dayalı olmasına göre bir ayrım yapmıştır. Haksız zenginleşen zenginleşmeyi, kötü niyetle elden çıkarmış ise, elden çıkarmış olduğu bu zenginleşmeyi, iade tarihinde olması gereken durumuyla ve tam olarak iade etmekle yükümlüdür, iade borcunun kapsamı tayin edilirken olumlu ve olumsuz zenginleşmenin tamamı dikkate alınmalıdır. Değişik bir anlatımla haksız zenginleşen kötü niyetli ise elden çıkardığı zenginleşmeyi de elde kalan zenginleşme ile birlikte iadeye mecbur tutulmuştur. Hemen belirtelim ki zenginleşenin iyi niyetli sayılıp sayılmayacağı, zenginleşmeyi iyi veya kötü niyetle mi elden çıkardığı hususu MK.nun 3. maddesi uyarınca belirlenecektir. Haksız zenginleşen elde ettiği yararın geçerli bir sebebe dayanmadığını ve iade ile yükümlü olduğunu biliyor veya bilebilecek durumda ise iyi niyetli sayılmayacaktır. Kural olarak iade alacaklısı iade borçlusu zenginleşenin iyi niyetli olmadığını ispat etmelidir. Ne var ki olayın özellikleri zenginleşenin iyi niyetli olmadığını açıkça gösteriyor ise, ayrıca bu yönün ispatına gerek bulunmamalı, iddianın ispat edilmiş olduğu kabul edilmelidir.Hukuken geçersiz sözleşmeler, haksız iktisap kuralları uyarınca tasfiye edilir iken denkleştirici adalet kuralı hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Bu husus hem hakkaniyetin hem de gerçek adaletin bir gereğidir. Bu bakımdan iadeye karar verilirken satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılması ve o şekilde iadeye karar verilmesi uygun olacaktır. Aksi takdirde kısmi iade durumu oluşacak, iade dışındaki zenginleşme, iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak iade borçlularının iadede direnmelerine neden olacaktır. Ancak burada denkleştirme yapılırken bir hususa daha dikkat edilmelidir. İade alacaklısının geçersiz sözleşmenin ifa edilmeyeceğini öğrendiği tarihinde iade kapsamını tesbitte önemli olduğu unutulmamalıdır.Zira geçersiz sözleşmenin artık ifa edilmeyeceğini bile bile haksız zenginleşmenin iadesini istemeyen alacaklı, zararının artmasına kendisi sebep olacağından bu artan zararını iade borçlusundan isteyememelidir. (HGK.07.02.2001 gün ve 13-1729 E-32 K.)Mahkemece; davacının davalıya 04/07/2005 tarihli sözleşme ile ödemiş olduğu 6500 TL'nin sebepsiz zenginleşme kurallarına göre iadesine karar verilmesi gerekir iken; eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile bu talebin reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir. Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 27.05.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.