İNCELENEN KARARINMAHKEMESİ : MANİSA 1. AİLE MAHKEMESİTARİHİ : 15/12/2014NUMARASI : 2014/100-2014/866Taraflar arasındaki nafaka alacağının iptali davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:Y A R G I T A Y K A R A R IDavacı vekili dava dilekçesinde; tarafların boşandıklarını, müşterek çocuğun velayetinin davalı anneye verildiğini, çocuk lehine aylık 500,00 TL iştirak nafakasına hükmedildiğini, tarafların boşanmalarına rağmen ilişkilerinin devam ettiğini, müvekkilinin davalıya sürekli maddi katkıda bulunduğunu, davalının borçlarını müvekkilinin ödediğini, çocuğun ihtiyaçlarını müvekkilinin karşıladığını buna rağmen davalının kötü niyetli davranarak eski nafakaları birikmiş borç gibi göstererek, müvekkili aleyhine icra takibi başlattığını belirterek; Manisa 4. İcra Müdürlüğü'nün 2013/5080 Esas sayılı icra takibinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili duruşmadaki beyanında; dava dilekçesini kabul etmemekle birlikte belirtilen hususların müşterek çocuğun nafakasının ödenmesine mani olamayacağını savunarak; davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece; iştirak nafakasının boşanma ilamının kesinleşmesinden itibaren ödendiğine ilişkin dosyaya somut belge ve bilgi sunulmadığı; tanıkların tarafların boşanmadan sonra bir arada yaşamış olmalarını beyan etmelerinin davacıyı nafaka borcundan kurtarmayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm; davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava; iştirak nafakası alacağı için başlatılmış icra takibinin iptali istemine ilişkindir. Temyize konu uyuşmazlık; davalının icra takibine konu ettiği iştirak nafakasını davacıdan talep etmekte haklı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden; tarafların 31.12.2009 tarihinde anlaşmalı boşandıkları, 2008 doğumlu müşterek çocuğun velayetinin anneye verildiği, çocuk lehine aylık 500,00 TL iştirak nafakasına hükmedildiği, kararın 03.02.2010 tarihinde kesinleştiği, davalı Sibel'in, davacı aleyhine 14.11.2013 tarihinde toplam 26.950.38 TL (23.000,00 TL iştirak nafakası toplamı, 3.950,38 TL işlemiş faiz) alacağın tahsili amacıyla icra takibi başlattığı, davacının 05.02.2014 tarihinde iş bu takibin iptali için eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.Davacı, boşanmadan sonra uzun bir süre davalı ile birlikte yaşadıklarını, davalının geçimini kendisinin sağladığını iddia ederek huzurdaki davayı açmış olup, bu iddialarını ispat etmek için iki tanık dinletmiş, tanık S.. A..; tarafların boşandıktan sonra 2013 yılının Aralık ayına kadar bir arada yaşadıklarını beyan etmiş, tanık İ.. C.. ise; kendisinin davacının ev sahibi olduğunu, tarafların 2010 yılından iş bu davanın açıldığı tarihe kadar birlikte yaşadıklarını ifade etmiştir.Tarafların nüfus kaydının tetkikinden; tarafların 07.12.2004 tarihinde evlenip, 03.02.2010 tarihinde boşandıkları, 30.06.2008 doğumlu Su Ecrin ve 11.03.2010 doğumlu Toprak Vehbi isimli iki müşterek çocuklarının olduğu, ikinci çocuğun boşanma kararından sonra dünyaya geldiği anlaşılmaktadır.Kural olarak herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. (TMK m. 2/1) Dürüstlük kuralının ana fonksiyonu, bütün hakların kullanılmasında ve hükümlerin yerine getirilmesinde bunlara bir sınır teşkil etmek, ayrıca hukuk kurallarının özellikle kanunların tamamlanmasına büyük ölçüde hizmet etmektedir.Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. (TMK m.2/2)Hakkın kötüye kullanımı kurumu hukukun şekilciliğinden doğan sertliği gidermek maksadıyla ortaya çıkmıştır. Zira; teknik gerçekler dolayısıyla belli kalıplara sokulmuş olan hukuk kuralları tarafından kişilere tanınan yetkilerin olduğu gibi kullanılması, diğer kişiler için çoğu kez katlanılması güç olan sonuçlar doğurabilecektir. İşte bu noktada TMK’nın 2. maddesi önem taşımakta olup, bu hüküm hukukta ortaya çıkabilecek bu gibi gerçek olmayan kanun boşluklarının giderilmesi amacını gütmektedir.Hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığı belirlenirken; o kişinin hakkın kullanılmasında geçerli ve haklı bir yararının varlığı, hakkın kullanılmasının sağlayacağı yarar ile başkalarına vereceği zarar arasında aşırı oransızlığın olmaması, uyandırılan güvene aykırı davranışta bulunmaması gibi ölçütler hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığını belirler.Hakkın kullanımı ölçütünü dürüstlük kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil; hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır.Dürüstlük kuralı, emredici hukuk kuralları arasında yer aldığından bu kurala uyulup uyulmadığı, mahkemece, re’sen araştırılmalıdır. Hakkın kötüye kullanıldığı savunma olarak ileriye sürülmüş olmasa dahi bu husus def’i değil itiraz olarak kabul edildiğinden hakim, dava dosyasından anlaşılan böyle bir durumu re'sen göz önüne almak zorundadır.Hak sahibinin hakkını kullanmada iyi yada kötü niyetli olduğunu saptamak kullananın iç dünyası ile ilgili olduğundan bunu belirlemek oldukça güçtür. Dolayısıyla her somut olayda, iyiniyet kurallarına aykırılığın olup olmadığının kendi şartları içerisinde değerlendirilmesi gerekir.Tüm bu bilgiler ışığında somut olay irdelendiğinde; tarafların 2009 yılında anlaşmalı boşanmasının ardından, davalı iştirak nafakasını 2013 yılına kadar icra takibine koymamıştır. Tanıklar, bu süreçte tarafların birlikte yaşadığını, davacının davalı ve çocuğun tüm ihtiyaçlarını karşıladığını beyan etmiştir. Tarafların nüfus kaydının tetkikinden; boşanmadan sonra bir çocuklarının daha olduğu anlaşılmaktadır.Hal böyle olunca mahkemece; herkesin, haklarını kullanırken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzeni tarafından korunamayacağı ilkesinden hareketle, tüm deliller birlikte değerlendirilip, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bu husus bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 10.12.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.