MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİDava dilekçesinde fazlaya ilişkin hak saklı tutularak 1.000.000 TL tazminatın faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir. Hükmün temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması davacı vekili tarafından istenilmekle; taraflara yapılan tebligat üzerine duruşma için tayin olunan günde temyiz eden davacı vekili gelmedi. Aleyhine temyiz olunan ve temyiz eden davalı ... vekili Av. ...ile davalı ... Belediyesi vekili Av. ... geldi. Gelen davalılar vekillerinin sözlü açıklamaları dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için belirlenen güne dosyanın bırakılması uygun görüldü. Belirli gün ve saatte dosyadaki bütün kâğıtlar okunarak, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:YARGITAY KARARIDavacı vekili dilekçesinde; müvekkilinin, daha sonradan davalı ... Belediyesine devredilen ....Belediyesinin açtığı ihaleye katılarak 2 parsel sayılı taşınmazı satın aldığını, bilahare davalı Hazinenin taşınmazın öncesinin orman ve ormandan hazine lehine çıkarılan yerlerden olduğundan bahisle açtığı dava sonucunda müvekkili adına olan tapu kaydının iptaline dair verilen kararın derecaattan geçerek kesinleştiğini, bu nedenlerle davalı hazinenin tapu sicil kayıtlarının düzgün tutulmaması nedeniyle TMK. nun 1007 nci maddesi uyarınca, diğer davalı belediyenin ise taşınmazın satış bedelini tahsil etmesi nedeniyle sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca müvekkiline karşı birlikte sorumlu olduklarını ileri sürerek; taşınmazın dava tarihiyle belirlenecek değerinden şimdilik 1.000.000 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan sorumlulukları doğrultusunda tahsilini talep etmiştir.Davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde; davanın, müvekkili idarenin kusuruna dayalı tazminat davası olması nedeniyle idari yargıda açılmasını gerektiğini, diğer taraftan taşınmazın davalı ... tarafından davacıya satılmış olması nedeniyle müvekkili idareye husumetin yöneltilemeyeceğini savunarak; davanın reddini dilemiştir.Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; müvekkili belediyeye devredilen....Belediyesinin, tapu ile maliki bulunduğu taşınmazını ilgili yasa hükümlerine göre yaptığı ihale ile davacıya sattığını, bu nedenle müvekkili belediyenin dava konusu olayda herhangi bir kusur ve sorumluluğunun bulunmadığını savunarak; davanın reddini dilemiştir.Mahkemece; davalı Hazinenin TMK’ nun 1007 nci maddesi uyarınca taşınmaza ilişkin tapu iptali ve tescil davasının kesinleşme tarihindeki rayiç değeri üzerinden, davalı belediyenin ise sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca davacının satış sırasında ödediği miktarın denkleştirici adalet ilkesi gereğince ulaştığı alım gücünden sorumlu olduğu, ancak davacının müterafik kusuru nedeniyle davalı hazinenin sorumlu bulunduğu miktardan % 25 oranında indirim yapılması gerektiği gerekçe gösterilerek; davanın kısmen kabulüne, 538.630 TL nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan (davalı belediyenin sorumluluğunun 100.614 TL ile sınırlı olması kaydı ile) müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine karar verilmiş; hüküm, taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.1- Davacı tarafın hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;Dosyada bulunan kanıt ve belgelerden; dava konusu taşınmazın, 3116 sayılı Kanun hükümlerine göre 1947 yılında yapılıp kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde bırakıldığı, 1952 yılında 5653 sayılı Kanuna ve ilgili yönetmeliğe aykırı olarak kurulan ve yine Kanun ve yönetmelik hükümlerine uymadan çalışma yapan maki tefrik komisyonunca Akdeniz makisi olarak tesbit edilmişse de, 1978 yılında Orman Yönetimi tarafından makiye ayırma işlemine değer verilmeyip, orman kadastro sınırı içinde kalmaya devam ettiği kabul edilerek 1744 sayılı Kanunun 2. maddesi gereğince nitelik kaybı nedeniyle Hazine adına orman sınırları dışına çıkarıldığı, ancak Orman Yönetiminin açtığı dava sonunda bu işlemin ...... İdare Mahkemesince taşınmazın orman sayılan yerlerden olduğu ve bu niteliğini yitirmediği belirlenerek, orman rejimi dışına çıkarma işleminin iptal edildiği ve kararın kesinleştiği; 1989 yılında, taşınmazın 1947 yılında kesinleşen orman sınırları içinde aplike edildikten sonra 3302 Sayılı Kanunla değişik 6831 sayılı Kanunun 2/B madde uygulaması sonucu Hazine adına orman sınırları dışına çıkarıldığı ve bu işlemin 15.06.1989 tarihinde ilan edilerek kesinleştiği; ancak 1963 yılında arazi kadastro ekiplerince bu işlemler göz önünde bulundurulmadan ikinci kez kadastro yapılarak taşınmaz hakkında sicil oluşturulduğu, bu şekilde oluşan sicil kaydının da..... Belediyesince yapılan imar uygulaması sonucunda 13.10.1993 tarihinde .... Vakfı adına tescil edildiği, sonrasında ise taşınmazın 17.01.1994 tarihinde....Belediyesine, belediye tarafından da 12.04.2001 tarihinde satış suretiyle davacı adına tescil edildiği, davacının ise taşınmazın 4919/10919 payını uhdesinde bırakıp, geriye kalan payı dava dışı .....’e temlik ettiği, tüm bu işlemler sırasında tapu kaydında taşınmazın orman ile ilgisini belirten bir kısıtlamanın bulunmadığı anlaşılmaktadır.Bu aşamadan sonra; Hazine tarafından, tapu malikleri olan eldeki davanın davacısı ile .... aleyhine 17.04.2006 tarihinde açılan tapu iptal ve tescil davasında, taşınmazın öncesinin 6831 sayılı Kanunun 2/B maddesi kapsamında olduğu gerekçesi ile kaydın iptali ile Hazine adına tescile karar verilmiş ve hüküm kesinleşmiştir.6831 sayılı Yasanın değişik 2/B madde uygulaması sonucu nitelik kaybı nedeniyle orman rejimi dışına çıkarma işlemi Hazine adına yapıldığından, aynı maddenin üçüncü fıkrası gereğince “Uygulama kesinleştikten sonra tapuda kesin tashih ve tescil işlemi yapılması” zorunludur.Öncesi orman olan dava konusu taşınmazın, 6831 sayılı Kanunun 2/B madde uygulaması sonucu orman sınırları dışına çıkarma işlemi 15.06.1989 tarihinde ilan edilerek kesinleşmesine rağmen, kanunun açık hükmüne aykırı olarak kesin tashih ve Hazine adına tescil işlemleri yapılmamıştır.Şu durumda; tapu sicilinin tutulmasında uyulması gereken kuralların tapu mevzuatı ile sınırlı olmaması, diğer bir anlatımla tapu mevzuatı dışındaki hukuk kurallarına ve hukukun genel ilkelerine de uyulması gerektiğinden; Hazine adına tescile dair Kanuni lâzımenin yerine getirilmemiş olması hukuka aykırıdır ve bu hukuka aykırılık, görevlilerin kusuru olsun ya da olmasın, sonuçta zarara uğranılmasında etkilidir.Dahası, taşınmazların tapu siciline kaydedilmesinde ve doğru sicillerin oluşturulmasında yasal olarak tüm sorumluluğu üstlenmiş bulunan Devlet; bu aşamadan sonra, imar uygulaması sonucu dava konusu taşınmazın gerçek hak durumuna aykırı olarak 17.01.1994 tarihinde Belediye adına tesciline ve akabinde ihale ile davacıya satışına suskun kalmış, nihayet uzunca bir süre sonra 17.04.2006 tarihinde açtığı dava ile kaydın iptalini ve Hazineye dönüşünü sağlamıştır.Burada zarar, salt imar uygulamasıyla değil, Hazine adına tescile dair Kanuni lazımeye riayet edilmemesini takiben, Hazinenin pasif ve suskun kalması sonucu tapuda hukuka aykırı şekilde yapılan yolsuz tescil ve bu kaydın aleniyetine itimatla davacıya satış işleminden sonra kaydın iptali ve Hazineye dönüşü ile ortaya çıkmıştır(HGK’ nun 20.04.2011 gün ve 2011/13-37 E 198 K. sayılı ilamı).Bu itibarla; hukuksal dayanağını kusursuz sorumluluktan alan ve kusura değil tehlike prensibine dayanan davada, 4721 sayılı TMK’ nun 1007 nci maddesi gereğince, davacının zararından davalı Hazine sorumludur. Buna göre, davalı Hazinenin sorumlu bulunduğu tazminat miktarı belirlenirken, zarar görenin gerçek zararının esas alınması zorunludur. Burada ilke şu olmalıdır. Zarar doğurucu eylem, zarar görenin malvarlığında ne miktarda bir azalmaya neden olmuş ise, zarar verenin tazminat borcu da, o miktarda olmalıdır. Eş söyleyişle, oluşan gerçek zarar ne kadarsa, tazminat da o kadar olacaktır, ödenecek tazminat o miktarda olmalıdır ki, eğer zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin malvarlığı ne durumda olacak idiyse, ödenecek tazminatla, aynı durum tesis edilebilsin (HGK’ nun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152 E. 125 K., 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E. 427 K., 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E /668 K. sayılı ilamları).Bu durumda; mahkemece, davacının gerçek zarar miktarına hükmolunması gerektiği kabul edilmesine rağmen, yasal olmayan gerekçelerle davalı hazinenin sorumlu bulunduğu tazminat miktarından % 25 oranında indirim yapılması doğru görülmemiştir.Bundan ayrı; davacı (alıcı) ile davalı ... (satıcı) arasındaki tapulu taşınmazın satışına ilişkin sözleşmenin tapu sicil memuru huzurunda düzenlendiği, taşınmazın satımını engelleyen yasal bir engelin satış anında bulunmadığı tapu kayıtlarından anlaşılmaktadır. Taşınmazın bulunduğu bölgede yapılan ve tapuya şerh verilmeyen orman sınırlandırmasının bu kapsamda yapılan satım akdini hükümsüz kılmayacağı, tarafların hileli bir eylemlerinden söz edilmediği gibi devletin geçersiz bir sözleşme düzenleyeceği de kabul edilemez. Bu nedenle yasanın öngördüğü biçim koşullarına uygun olarak yapılan ve yapıldığı tarihte konusu hukuki veya fiili sebeplerden dolayı imkânsız olmayan bu sözleşmenin geçerli olduğu sonucuna varılmalıdır. Hal böyle olunca geçerli olarak kurulan bu sözleşmenin konusunu oluşturan taşınmazın davalı hazine tarafından satım anından önceki bir ayni hakka dayanarak alıcının elinden alınması hali zapt durumunu oluşturmakta olup, bu durum satıcının zapta karşı tekeffül sorumluluğunu doğurmaktadır. Bu durumda sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanması mümkün değildir. Çünkü, sebepsiz zenginleşme geçerli olmayan ve tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan bir şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir. Ayrıca sebepsiz zenginleşme alacaklıya, ikincil (tali nitelikte) bir dava hakkı vermektedir. Malvarlığındaki azalmanın başka asli nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemez. Bu ilkenin bir sonucu olarak, sözleşmeden doğan bir ilişkinin bulunduğu hallerde tarafların sebepsiz zenginleşmeye dayanan bir talepte bulunmaları mümkün değildir. Bu nedenlerle somut olaya sebepsiz zenginleşme hükümleri uygulanamaz. Temyize konu edilen davada; kayden satılan taşınmazın davacı alıcıya teslim edildiği, davalı Hazinenin zaptı sağlayacak bir ayni hakkının bulunduğu ve bu hakkın mahkeme kararıyla da tespit edildiği, ayrıca bu hakkın satım sözleşmesinin kurulmasından önce ve kurulması sırasında da mevcut olduğu, bu hakkın varlığının gerek satıcı davalı ..., gerekse alıcı davacı tarafından bilinmediği, böylece borçlunun tekeffülünün şartlarının somut olayda gerçekleştiği kabul edilmelidir(HGK’ nun 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E. 668 K. sayılı ilamı).Bu halde; bir sözleşmenin başlangıçta geçerli olarak kurulmasına rağmen daha sonra ortaya çıkan nedenler dolayısı ile imkansız hale gelmesi durumunda da, az yukarıda davalı Hazinenin sorumluluğunda açıklandığı gibi davacı gerçek ve güncel müspet zararını talep edebilmelidir.Öte yandan, davacının ödediği satış bedelinin geçersiz satışlarda uygulanması gereken denkleştirici adalet ilkesine göre; enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artış, maaş artışları gibi ekonomik etkenlerin ortalamaları esas alınarak bulunacak bedelin davacının gerçek zararını karşılamadığı ortadadır. O halde mahkemece, davalı belediyenin; geçerli bulunan satım sözleşmesi uyarınca zapta karşı tekeffül hükümlerine göre sorumlu bulunduğu kabul edilerek davacının gerçek ve güncel müspet zararına hükmedilmesi gerekirken, hukuken geçersiz sözleşmelerin tasfiyesi sırasında uygulanması gereken sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre sorumlu bulunduğunun kabul edilmesi ve buna bağlı olarak davacının satış sırasında ödediği miktarın denkleştirici adalet ilkesi gereğince ulaştığı değere hükmedilmesi, usul ve yasaya aykırıdır.2- Davalı tarafın hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalı Hazine vekilinin tüm, davalı ... vekilinin ise sair temyiz itirazları yerinde değildir.Ancak, davacı, dava konusu taşınmaza malik olduktan sonra, taşınmazın 4919/10919 payını uhdesinde bırakıp, geriye kalan payı dava dışı .....e satış suretiyle temlik etmiştir. Bu nedenle mahkemece, davalı belediyenin, davacının uhdesinde kalan payına isabet eden satış bedelinin denkleştirici adalet ilkesi uyarınca ulaştığı bedelden sorumlu tutulması gerekirken; yanılgılı değerlendirme ile taşınmazın tamamı için ödenilen bedelin ulaştığı değere hükmedilmesi de doğru değildir. Ne var ki, yukarıda 1 nolu bendde(davacı tarafın temyizi itirazlarına ilişkin) açıklanan bozma sebepleri gözetilerek bu husus bozma nedeni yapılmamış, yanlışlığa işaret edilmekle yetinilmiştir.Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK. nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasında vekille temsil edilen davalı ... için duruşma tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre takdir edilen 990 TL vekâlet ücretinin davacı taraftan alınıp davalı Belediyeye verilmesine, peşin alınan temyiz harçlarının istek halinde temyiz eden taraflara iadesine,11.02.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.