MAHKEMESİ : İSTANBUL 28. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİTARİHİ : 10/05/2013NUMARASI : 2011/142-2013/130Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:Y A R G I T A Y K A R A R IDavacı vekili dava dilekçesinde; davacı şirket ile davalı şirket arasında imzalanan 28.05.2006 tarihli ortaklık sözleşmesi gereğince Kocaeli İli, ..... İlçesinde davacı tarafından başlanılan inşaatların tamamlanmasının ve yapılan işten elde edilen kârın paylaşılmasının kararlaştırıldığını, davalının sözleşme kapsamında 7 adet villayı teslim alıp, üçüncü şahıslara satmasına rağmen alınan bedeli davacıya vermediğini, davalının kendi yükümlülüklerini yerine getirmediğini, basiretli bir tacir gibi davranmadığını belirterek, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin davacı tarafça haklı feshine, sözleşme konusu 7 adet villanın dava tarihindeki satış bedelinden şimdilik 10.000 TL'lik kısmının tahsilini, taşınmazların bedelinin esas alınması suretiyle sözleşmedeki %15 tazminat (ceza) bedelinin davalıdan tahsilini talep etmiş, daha sonra 09.10.2012 tarihli dilekçesi ile talebinin 28.05.2006 tarihli ortaklık sözleşmesinin haklı feshinin tespiti ile fazlaya ilişkin hakların saklı kalmak kaydıyla 10.000 TL'nin davalıdan tahsilini, diğer hukuki ve cezai şartlarının saklı tutulmasına ilişkin olduğunu açıklamıştır.Davalı vekili cevabında; davacıyla davalı arasında imzalanan 28.05.2006 tarihli ortaklık sözleşmesi gereğince 7 adet villanın satımı ve kârın paylaşımının amaç edildiğini, sözleşmenin imza edilmesinden kısa bir süre sonra tarafların anlaşması ile sözleşme konusu villaların satım işini başka bir taşeron firmaya verileceği hakkında karar verildiğini, bu şekilde sözleşmenin hükümsüz kaldığını, daha sonra aynı bölgeden 7 adet villanın satımıyla ilgili ve tapusu dava dışı Öner Sağıroğlu isimli kişiye ait gayrimenkulleri satmak için anlaşma yapıldığını, dava konusu uyuşmazlık ile davalının ilgisinin bulunmadığını, karşılıklı edimler ifa edilmediğinden sözleşmenin fiili olarak münfesih olduğunu beyan etmiştir.Mahkemece; davanın kabulü ile davalının sözleşme gereğince satış bedelinden davacıya ortaklık payını vermediğinden ve bu şekilde sözleşme hükümlerine aykırı davrandığından bahisle feshin haklı olduğunun tespitine, davacının fazlaya ilişkin haklarının saklı kalmak kaydıyla 10.000 TL'nin davalıdan tahsiline karar verilmiş, hükmü davalı vekili temyiz etmiştir.Taraflar arasında imzalanan 28.05.2006 tarihli "Ortaklık Sözleşmesi" ile Kocaeli İli, ... İlçesinde halen davacı şirket tarafından inşaatı ve projesi sürdürülen villa inşaatlarının tamamlanması ve yapılan işin kârının paylaşımının kararlaştırıldığı, sözleşmenin 3/5.maddesinde tarafların birbirlerinden onay almadan villa satışı yapamayacakları, herhangi bir satış yapılması halinde tek taraflı olarak sözleşmenin feshedileceği hüküm altına alınmış, 6/1.maddesinde de tarafların birinin yükümlülüğünü yerine getirmemesi halinde diğer tarafların sözlemeyi feshetme yetkisi olduğu, sözleşmeyi fesheden tarafların yükümlülüklerine uymayan taraftan tazminat talep edilebileceği belirtilmiştir.Davacı tarafından davalıya gönderilen 26.08.2008 tarihli ihtarname ile sözleşmeyi feshettiğini bildirmiş, davalı da 13.10.2009 tarihli dilekçesi ile sözleşmenin hükümsüz olduğunu kabul etmiştir.Davada, taraflar arasında kurulan 28.05.2006 tarihli "Ortaklık Sözleşmesi"nin feshi ve sözleşme gereğince davalı tarafta kalan satış bedelinden payının tahsili talep edilmektedir. Davanın bu niteliğine göre uyuşmazlık, adi ortaklığın feshi ve tasfiyesi talebine yöneliktir.Davacı ile davalı arasında adi ortaklık kurulduğu ve bunun tasfiye edilmediği tarafların kabulündedir. Davacının bu davadaki talepleri dikkate alındığında davanın adi ortaklığın fesih ve tasfiye talebini içerdiği kabul edilmelidir. Buna göre, taraflar arasındaki adi ortaklık ilişkisinin B.K nun 520 vd. (TBK'nun 620 vd.) maddeleri gereğince tasfiyesi ile çözümlenmesi gerekir. BK'nun 538. (TBK'nun 642.) maddesinde belirtildiği gibi tasfiye, bütün hesapların görülüp ortaklığın aktif ve pasif bütün mal varlığının belirlenip ortakların birbirleri ile alacak verecek ve ortaklıktan dolayı olan ilişkilerinin kesilmesi yoluyla ortaklığın sona erdirilmesi, malların paylaşılması ya da satış yoluyla elden çıkarılmasıdır. Ortaklık sözleşmesinde hüküm bulunduğu takdirde ise, tasfiyenin bu sözleşmedeki hükümlere göre yapılması asıldır. Böyle bir hükmün bulunmaması halinde ise tasfiyenin BK'nun 539. (TBK'nun 643.) maddesindeki sıra takip edilerek yapılması gerekir. Fesih kararı alınması şekle bağlı değildir. Tarafların ortak kararı ile veya zımni kararları ile fesih kararı alınabilir. Dosyada bulunan ihtarname ve tarafların kabul beyanlarına göre fesih ile ilgili ihtilaf bulunmadığından uyuşmazlığın adi ortaklığın tasfiyesine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.Bu durumda, mahkemece; uyuşmazlığın taraflar arasında düzenlenen 28.05.2006 tarihli adi ortaklık sözleşmesinde yer alan hükümlere göre, olmadığı takdirde BK'nun 520 v.d (TBK'nun 620 v.d) maddelerinde düzenlenen adi ortaklığın tasfiyesine ilişkin hükümlere göre çözümlenmesi gerekir. Dava tarihi 02.07.2009 tarihli olduğuna göre 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 1.maddesine göre; TBK'nun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmiş ise, kural olarak bu kanun hükümleri uygulanır. Ancak, TBK'nun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, TBK hükümlerine tabidir.Adi ortaklık sözleşmesi, iki yada daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir. (TBK. 620/1 md.) Adi ortaklık ilişkisi, TBK'nun 639.maddesinde sayılan sona erme sebeplerinden birinin gerçekleşmesi ile sona erer. Bu şekilde ortaklığın sona ermesinin başlıca iki sonucu ortaya çıkar.Bunlardan ilki, yöneticilerin görevlerinin sona ermesi, diğeri de ortaklığın tasfiyesidir.Tasfiye, ortaklığın bütün malvarlığının belirlenip, ortakların birbirleri ile alacak verecek ve ortaklıktan doğan tüm ilişkilerinin kesilmesi yoluyla ortaklığın sonlandırılması, malların paylaşılması ya da satış yoluyla elden çıkarılmasıdır. Diğer bir anlatımla tasfiye memuru tarafından yapılacak bir arıtma işlemi olup; hesap ve işlemlerin incelenip, bir bilanço düzenlenerek, ortaklığın aktif ve pasifi arasındaki farkı ortaya koymaktır. Bir ortak tarafından adi ortaklığa ilişkin olan sermaye payının istenmesi, ortaklığın faaliyetlerinden dolayı uğradığı zararın talep edilmesi, aynı zamanda ortaklığın feshini ve tasfiyeyi de kapsar. Uyuşmazlık, bu bağlamda değerlendirilip, çözüme kavuşturulmalıdır.Tasfiye usulünü düzenleyen Türk Borçlar Kanununun 644.maddesine göre; "Ortaklığın sona ermesi hâlinde tasfiye, yönetici olmayan ortaklar da dâhil olmak üzere, bütün ortakların elbirliğiyle yapılır. Ancak, ortaklık sözleşmesinde, ortaklardan biri tarafından kendi adına ve ortaklık hesabına belirli bazı işlemlerin yapılması öngörülmüşse, bu ortak, ortaklığın sona ermesinden sonra da o işlemleri tek başına yapmak ve diğerlerine hesap vermekle yükümlüdür.Ortaklar, tasfiye işlerini yürütmek üzere tasfiye görevlisi atayabilirler. Bu konuda anlaşamamaları hâlinde, ortaklardan her biri, tasfiye görevlisinin hâkim tarafından atanması isteminde bulunabilir.Tasfiye görevlisine ödenecek ücret, sözleşmede buna ilişkin bir hüküm veya ortaklarca oybirliğiyle verilmiş bir karar yoksa tasfiyenin gerektirdiği emek ile ortaklık malvarlığının geliri göz önünde tutularak hâkim tarafından belirlenir ve ortaklık malvarlığından, buna imkân bulunamazsa, ortaklardan müteselsilen karşılanır. Tasfiye usulüne veya tasfiye sonucunda her bir ortağa dağıtılacak paya ilişkin olarak doğabilecek uyuşmazlıklar, ilgililerin istemi üzerine hâkim tarafından çözüme bağlanır."Aynı yasanın kazanç ve zararın paylaşımı başlıklı 643. maddesinde ise "Ortaklığın borçları ödendikten ve ortaklardan her birinin ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve koymuş olduğu katılım payı geri verildikten sonra bir şey artarsa, bu kazanç, ortaklar arasında paylaşılır.Ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse, zarar ortaklar arasında paylaşılır." hükmü yer almaktadır. Katılım payı olarak bir şeyin mülkiyetini koyan ortak, ortaklığın sona ermesi üzerine yapılacak tasfiye sonucunda, o şeyi olduğu gibi geri alamaz; ancak koyduğu katılım payına ne değer biçilmişse, o değeri isteyebilir. Bu değer belirlenmemişse, geri alma, o şeyin katılım payı olarak konduğu zamandaki değeri üzerinden yapılır.( TBK' nun 642. md.)Keza, aynı yasanın kazanç ve zarara katılma başlıklı 623. maddesine göre de; "Sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa, her ortağın kazanç ve zarardaki payı, katılım payının değerine ve niteliğine bakılmaksızın eşittir.Sözleşmede ortakların kazanç veya zarara katılım paylarından biri belirlenmişse bu belirleme, diğerindeki payı da ifade eder.Bir ortağın zarara katılmaksızın yalnız kazanca katılacağına ilişkin anlaşma, ancak katılma payı olarak yalnızca emeğini koymuş olan ortak için geçerlidir." hükmünü ihtiva etmektedir.Mahkemece yapılacak iş; yukarıdaki yasa hükümlerine göre, öncelikle, ortaklık sözleşmesinde bu hususta hüküm bulunup bulunmadığına bakmak, hüküm bulunduğu takdirde tasfiyenin sözleşmedeki hükümlere göre yapılmasını sağlamak; böyle bir hükmün bulunmaması halinde ise ortakların anlaşarak tasfiye memuru belirlemelerini istemek; bu konuda anlaşamamaları halinde ise hakim tarafından tasfiye işlemini gerçekleştirecek (ortaklığın faaliyet alanına göre konusunda uzman bir veya üç kişiyi) tasfiye memuru olarak resen atamak olmalıdır.Bundan sonra ise, tasfiye işlemleri; hakim tarafından öngörülecek üçer aylık (uyuşmazlığın mahiyetine göre süreler uzatılıp kısaltılabilir) dönemlerde tasfiye memuru tarafından 3 aşamada gerçekleştirilmelidir.Birinci aşamada; ortaklığın sona erdiği tarih itibariyle ortaklığın tüm malvarlığı (aktif ve pasifi ile birlikte) belirlenmeli, yönetici ve idareci ortaktan ortaklık hesabını gösterir hesap istenmeli, verilen hesapta uyuşmazlık çıktığı takdirde, taraflardan delilleri sorularak toplanmalı, tasfiye memurunun belirlediği malvarlığı bilançosu taraflara tebliğ edilmeli, bu husustaki itirazları da karşılanıp, toplanacak delillere göre değerlendirilmelidir.İkinci aşamada; ortaklığın malvarlığına ilişkin satış ve nakte çevirme işlemi (TMK'nun 634. vd. maddelerinde düzenlenen resmi tasfiye işlemi kıyasen uygulanmak suretiyle) gerçekleştirilmeli, şayet bu mallar mevcut değilse,değerleri bilirkişi marifetiyle saptanmalıdır.Üçüncü ve son aşamada ise; yukarıdaki işlemler sonucu oluşan değerden, öncelikle ortaklığın borçları ödenmeli ve ortaklardan herbirinin, ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve katılım payı geri verilmeli, bundan sonra bir şey artarsa, bu kazanç veya (ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse) zarar da belirlenerek ortaklara paylaştırılmak üzere son bilanço düzenlenmelidir.Bu aşamalardan sonra ise; tasfiye memurunun yaptığı tasfiye işleminin sonuç bilançosuna göre hakim, (HMK'nun 297.maddesi uyarınca) tarafların hak ve yükümlülüklerini saptayıp, tasfiye işlemini sonlandırmalı ve bu doğrultuda hüküm oluşturmalıdır. Bütün bu açıklamalar ışığında, taraflar arasında düzenlenen iş ortaklığı sözleşmesi ile geçerli bir adi ortaklık ilişkisinin kurulduğunun kabulü zorunlu olup, uyuşmazlığın yukarıda açıklanan ve maddeler halinde belirtilen sıra ve yöntem izlenerek çözümlenmesi gerekmektedir. Mahkemece, yukarıda açıklanan hususlar ile ilgili dava konusu adi ortaklığın tasfiyesine ilişkin araştırma yapılmadan yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 29.09.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.