Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 13502 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 4748 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ : ANTALYA 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 01/10/2013NUMARASI : 2012/644-2013/490Taraflar arasında görülen alacak davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı ve davalılardan S.. M.. tarafından temyiz edilmiştir.Y A R G I T A Y K A R A R I Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili idare döner saymanlığının 2007 yılı hesabının incelenmesi neticesinde Sayıştay 4. Dairesinin 09.1.2010 tarih 725 sayılı ilamının düzenlendiğini, bu ilam ile Akdeniz Üniversitesi Uzaktan Algılama Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından gerçekleştirilen Ekoloji Planlama Projesi ve Tarım Bilgi Sisteminin oluşturulması projelerinden elde edilen brüt hasılattan % 55 oranında yasal kesinti yapıldıktan sonra kalan kısmın katkı payı sahibi ilgililere dağıtılması gerekirken, daha fazla miktarda katkı payı ödendiğinden 33.337,50 TL kamu zararı oluşturulduğunun tespit edildiğini, bu zararın 8.423,65 TL lik bölümün geri ödendiği halde 24.913,85 TL lik kısmının geri ödenmediğini, Sayıştay ilamında kamu zararının Doç. Dr. O.. E.. (Başhekim) ile gerçekleştirme görevlisi R.. U.. ( işletme Müdürü) ödettirilmesine karar verildiğini, ilamın R.. U.. yönünden kesinleştiğini O.. E.. yönünden ise kararın temyiz edilip kesinleşmediğini, zararın karşılanması için yazı gönderildiğini, davalılara yapılan tebliğe rağmen olumlu sonuç alınamadığını, R.. U.. için 09.01.2010 tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesi gerektiğini, kamu zararının ilgilisi olan diğer davalı içinse ödeme tarihinden itibaren faiz uygulanması gerektiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 4.741,03 TL fazla ödenen döner sermaye katkı payı miktarının belirtilen tarihlerden itibaren faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştirDavalı açılan davanın mevzuata uygun olmadığını, kendisinin sorumlu tutulmasının hukuka aykırı olduğunu, O.. E..'ın zincirleme ve ortaklaşa sorumluluğu dikkate alınarak yaptığı temyiz başvurusunun sonuçlandığı tarihe kadar davanın durdurulması gerektiğini, harcama yetkilisinin de davaya dahil edilmesi gerektiğini, kendisine ödeme yapılanların sorumlu olduğunu, davacı idarenin dava konusu alacak tutarından gelir ve damga vergileri düştükten sonra kalan tutar olan 3.434,41 TL üzerinden dava konusu yapmasını ve kamu alacağının katkı payı dağıtım bordrosunda adı yazan ve sebepsiz zenginleşen diğer davalıdan tahsiline ve kendisi yönünden davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.Müvekkiline yapılan ödemenin 93 nolu yönetim kurulu kararına uygun olduğunu, yapılan ödemelerin ayrıntısından müvekkilinin haberi olmadığını, hatalı ve fazla ödeme yapıldığına dair ilk tebligatın 19.08.2008 tarihli yazı olduğunu, itirazların idareye bildirildiğini, kamu zararının oluşumunda muhatabın müvekkili olmadığını, davalının husumet yönünden reddi gerektiğini, L.. D..yönünden sorumluluğuna ilişkin verilen kararın temyiz sonucunun beklenmesi gerektiğini, iddia olunan zararın başlangıç tarihinin Mart 2007 olup dava tarihinin ise 2012 yılı olduğunu, geri alma süresinin idare dava açma süresi ile sınırlı olup 60-90 gün ile sınırlı olduğunu, bu nedenle davanın reddi gerektiğini, 27.01.1973 tarihli Yargıtay içtihadı Birleştirme kararı ve 22.12.1973 tarihli Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu kararlarına göre aradan geçen süreler nedeniyle bu miktarın istenemeyeceğini, esas yönünden de projelerin bedellerinin tahsili ile müvekkilinin uzaktan yakından bir ilişkisi yetki ve sorumluluğu bulunmadığını, fazla ödemeye müvekkilinin yanlış bir beyanı yada hilesi neden olmadığından müvekkilinden talepte bulunulamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur. Yerel mahkemece yapılan yargılama neticesinde; Davacı tarafından R.. U.. aleyhine açılan davanın kesin hüküm ve hukuki yarara ilişkin dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine; davacı tarafından davalı S.. M.. aleyhine açılan davanın kısmen kabulüne kısmen reddine; sabit olan 3.434,41 TL alacağın temerrüt tarihi olan 14.08.2012 tarihinden itibaren yasal faizi ile bu davalıdan alınıp davacıya verilmesine; -Fazla talebin sabit olmadığından reddine hükmolunmuş sözkonusu karar davacı ve davalı S.. M.. vekili tarafından temyiz edilmiştir .Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalı ve davacının sair temyiz itirazları yerinde değildir.1-) Davacı vekilinin temyiz itirazları yönünden yapılan inceleme;Bu noktada, öncelikle konuyla ilgisi bakımından Sayıştay ve kararlarının niteliği konusunda genel bir açıklama yapılmasında yarar vardır: 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları, Sayıştay’ı anayasal bir kurum olarak düzenlemişlerdir. Anayasa ve yasalardaki Sayıştay’la ilgili hükümler, belirli bir gelişme süreci içinde kararlılık göstermektedir. 1961 Anayasası’nın Sayıştay’la ilgili hükümleri, 1982 Anayasası’nın 160. maddesinde bazı eklemelerle temelde korunmuştur. 1982 Anayasası’nın Sayıştay konusunda getirdiği yenilik, Sayıştay’ın yargı bölümünde düzenlenmesi ve Sayıştay’ca verilen kesin hükümler hakkında idari yargı yoluna başvurulamamasıdır.Sayıştay, 1982 Anayasası’nın “Yargı” başlıklı üçüncü bölümünde yer almaktadır. Ne var ki, Sayıştay’a Anayasa’nın “Yargı” bölümünde yer veren yeni düzenleniş biçimi Sayıştay’ın yüksek yargı yeri olarak nitelendirilmesi için yeterli değildir. Anayasa’nın “yargı” başlıklı üçüncü bölümünün “Genel Hükümler” başlığını taşıyan I.ayrımı; mahkemelerin bağımsızlığını, hâkimlik ve savcılık güvencesini, hâkimlik ve savcılık mesleğini, mahkemelerin kuruluşunu ve türlerini, “Yüksek Mahkemeler” başlığını taşıyan II.ayrımı da; Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Uyuşmazlık Mahkemesi’ni düzenlemektedir. Anayasa’da yüksek yargı organları ve yargı düzenleri tek tek sayılmıştır. Sayıştay, yüksek yargı organları ve herhangi bir yargı düzeni arasında gösterilmemiştir. Nitekim Sayıştay, yargı bölümünün genel hükümleri ile hâkim ve savcıları ve yüksek mahkemeleri düzenleyen ayrımında değil; idari bir kuruluş olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ndan sonra gelen diğer bir ayrımda yer almaktadır. Sayıştay, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu gibi yargı bölümünde yer almasına karşın, Anayasa’nın 138-158.maddelerinde belirlenen ve düzenlenen yargı organlarından değildir.Anayasa’nın 160.maddesinin üçüncü fıkrasında, Sayıştay’ın işleyişinin yasayla düzenleneceği öngörülmüştür. Sayıştay, genel ve katma bütçeli idarelerin gelir ve giderlerini ve mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) adına denetlemek ve mali yönetimin belirli görevlilerinin hesaplarını yasasında gösterilen kendine özgü yöntemlerle incelenmekle görevlidir. Denetleme ve sorumluların hesaplarını kesin hükme bağlama TBMM adına yapılmaktadır. Bu denetim, yargısal değil özel yöntemler kullanılarak yapılan ve özü itibariyle idari nitelikte bir tür denetimdir.Yargı organlarının inceleme, araştırma ve hüküm verme yollarını düzenleyen yargılama yöntemleri ise, yalnızca yargı organlarında ve hâkimlerce kullanılan yargılama yöntemlerini içerirler.Sayıştay’ın gerek iç düzenlemesinde gerekse çalışma yöntemlerinde yüksek yargı organlarına benzer düzenlemeler gözlenmektedir. Bu düzenlemeler Anayasa koyucunun değil, Yasakoyucunun tercihinin sonucudur.Sayıştay Yasasında, inceleme ve karar yolları için yargı organlarında kullanılan “yargılama”, “hüküm”, “temyiz”, “içtihadı birleştirme” ve “ilam” gibi terimlerin kullanılmış olması Sayıştay’ın işlevinin yargısal nitelikte olduğunu göstermez. Bu isimler altında ve çeşitli aşamalar durumunda yapılan çalışmalar, denetim işlevi olup hâkimler tarafından yargı gücü kullanılarak yapılan bir uyuşmazlığın çözümü niteliğindeki işlerden değildir.Bu nedenlerle Sayıştay’ın yargı organı olarak nitelendirilmesi olanaksızdır.1982 tarihli Anayasa’nın hazırlanışı sırasında Danışma Meclisi’nce Sayıştay, hesap mahkemesi olarak nitelenmiş ve yüksek mahkemeler arasında sayılmıştır. Anayasa tasarısının Milli Güvenlik Konseyi’nce incelenmesi sırasında ise, Sayıştay yargı organı sayılmayarak Danışma Meclisi metni değiştirilmiştir. Milli Güvenlik Konseyi’nce bu konuda yapılan değişikliğin gerekçesinde;("...yargı yetkisinin ancak Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılabileceği göz önünde tutularak, Sayıştay, “İlk ve son derece hesap mahkemesidir.” ibaresi metinden çıkartılmıştır...") denilmektedir.Bu husus da, Sayıştay’ın bir yargı organı olmadığını açıklıkla ortaya koymaktadır. Anayasa’nın hazırlık çalışmalarının ilk aşamasında Sayıştay bir yargı organı olarak düşünülmesine rağmen, son aşamada bundan vazgeçildiği de açıkça görülmektedir.Anayasa’nın Sayıştay’a ilişkin 160. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde; “Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlanma işlerini yapmakla görevlidir.” denilmektedir. Anayasa, Sayıştay’a mali denetim yapabilmesi için kamu yönetimine ilişkin hesapları inceleyerek sonuçlandırılması görevini vermiştir.Sayıştay’da uygulanan denetim sisteminde saymanlar ve kimi kamu görevlileri için farklı bir sorumluluk yöntemi uygulanmaktadır. Kamu görevlilerinin bağlı bulundukları yönetime karşı olan sorumlulukları, özel hukuk kurallarına göre, adliye mahkemelerince belirlenir. Saymanlar ve kimi kamu görevlileri için mali sorumluluk ise Sayıştay’ca saptanır. Bu sistemde Sayıştay’ca önce ilgililerin hesapları incelenmekte ve sonuçta, gerekirse, sorumluluğa karar verilmektedir. Sayman ve diğer kamu görevlileri, Sayıştay’ın kendilerini sorumlu tutan kararına karşı bir tür “itiraz” ile Sayıştay’da üst inceleme yoluna başvurabilmektedirler. Sorumluluğun saptanmasına ve sonucuna ilişkin kararlar Sayıştay’ca verilmektedir. Böyle bir yapı, yargının temeli olan sav, savunma ve karar sürecine aykırıdır. Ayrıca, bu tür başvuru yolları uyuşmazlığın temel çözüm yolu olan ve tarafların varlığına dayanan “dava” gibi değerlendirilemez.Öte yandan, Sayıştay incelemelerinin son ve kesin nitelikte olduğunu göstermek üzere “kesin hüküm” terimi kullanılmıştır. Bu kararlar yargı yerlerince verilmiş ya da yargısal nitelikte hükümlerden değildir. Buradaki “kesinlik” yargısal anlamda değil, başka bir organca yeniden incelenememe ve değiştirilememe anlamındadır.Bütün bunlar, Sayıştay’ın uyuşmazlıkları çözümle görevli bir yargı yeri olmadığını göstermektedir.Anayasa’nın 125.maddesinin ikinci fıkrası ile Yüksek Askeri Şûra kararları (07.05.2010 tarih ve 5982 Sayılı Kanun'unun 11.maddesiyle getirilen istisna hariç), 159.maddesinin onuncu fıkrası ise Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararları (07.05.2010 tarih ve 5982 Sayılı Kanun'unun 22.maddesiyle getirilen istisna hariç) yargı denetimi dışında tutulmuşlardır. Yüksek Askeri Şûra ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararları aleyhine (istisnalar hariç) yargı yoluna başvurulamaması, bu kurullara mahkeme niteliğini kazandırmayacağı gibi, Anayasa’nın 160. maddesine göre Sayıştay’ca verilen kesin hükümler aleyhine idari yargı yoluna başvurulamaması da Sayıştay’a yargı organı niteliğini kazandırmaz. Anayasa’nın 160.maddesine göre Sayıştay, TBMM adına denetleme yapmak ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamakla görevlidir. Anayasa’nın 9.maddesine göre yargı yetkisi, Türk Ulusu adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. Mahkemeler, yargı gücünü kullanarak yargılama yolları ile yasa kurallarını somut olaylara uygularlar ve taraflar arasındaki uyuşmazlıkları ve anlaşmazlıkları çözümlerler.Bu nedenle, TBMM adına denetim görevi yapan bir kuruluş, anayasal bir kuruluş olsa bile yargı organı olarak nitelendirilemez.Nitekim, aynı görüş Anayasa Mahkemesinin 11.07.1991 gün ve E:1990/39, K:1991/21 sayılı kararı ile Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 15.11.1993 gün ve E:1993/46, K:43 sayılı kararında da benimsenmiştir.Uyuşmazlık Mahkemesi'nin anılan kararında ayrıca, Sayıştay'ın, Anayasa'nın 158. ve 2247 Sayılı Yasa'nın 1.maddesinde sayılan yargı yerleri kapsamına girmediğinden Sayıştay'ca verilen karar ile adli yargı kararı arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının incelenmesinin, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin görevi dışında kaldığı da belirtilmiştir.Nitekim, öğretide de, Sayıştay'ın bir yargı organı olmadığı benimsenmiştir (Onar, Sıddık Sami: İdare Hukukunun Umumi Esasları, Cilt:2, İstanbul 1966, s.794-795;Aksi yöndeki görüş için bakınız:Uz, Abdullah:Hesapları Kesin Hükme Bağlamakla Görevli Sayıştay’ın Yargısal Kimliği, AÜHFDergisi, Yıl:2005, Cilt:54, Sayı:4, s.369 vd.). Görüldüğü üzere, bir yargı yeri olarak kabul edilmeyen Sayıştay'ın verdiği kararın da, "mahkeme ilamı" niteliğinde olduğu söylenemez. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29.06.2011 Tarih 2011/4-206 esas 2011/461 karar sayılı ilamı da bu yöndedir. Bu itibarla davalı R.. U.. aleyhine açılan davanın konuya ilişkin Sayıştay ilamı ilgi tutularak; kesin hüküm, hukuki yarara ilişkin dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilmesi isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir .2-) Davalı S.. M.. yönünden yapılan temyiz incelemesinde;Mükerrer tahsilata yol açmamak adına davalı S.. M.. hakkında hükümde bu hususun açıkça izahı ve sözkonusu davalı hakkında hükmün 3 .fıkrasında “Tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla sabit olan 3.434,41 TL alacağın temerrüt tarihi olan 14.09.2012 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine “şeklinde hüküm tesisi gerekirken “tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla ibaresinin hükümde yer almaması ve davacıya ilgi ödeme emrinde 1 aylık ödeme süresi öngörülmesine rağmen sözkonusu mehil nazara alınmaksızın temerrüt tarihinin 14.08.2012 olarak alınmak suretiyle bu tarihten itibaren faize hükmolunması isabetsiz olup bozmayı gerektirmiştir Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edenlere iadesine, 23.10.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.