MAHKEMESİ : SARAYKÖY ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 11/03/2013NUMARASI : 2013/35-2013/101Taraflar arasında görülen tescil davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm bir kısım davalılar tarafından temyiz edilmiştir.Y A R G I T A Y K A R A R I Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:Davacı vekili dava dilekçesinde murisin vasiyetnamesinin açılmasına karar verildiğini belirterek vasiyetname gereğince vasiyetnamedeki pay oranında davalıların miras dışı olduğunu gösterir mirasçılık belgesinin düzenlenip verilmesine ve taşınmazın davacı adına tescili için yazı yazılmasına karar verilmesini talep etmiştir.Davalı Erol vekili cevap dilekçesinde davayı kabul ettiklerini, davalılar Çiğdem ve Handan vekilleri davanın reddini istediklerini belirtmişlerdir.Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalılar Erol, Çiğdem ve Handan vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.Somut olayda davaya konu edilen vasiyetname içeriğine göre yararına taşınmaz vasiyet edilen kişilerin A.. Ö.. ve B.. Y.. olduğu, bu davanın A.. Ö.. tarafından açıldığı, 30/05/2011 tarihinde vefat eden Beyaze ve mirasçıları tarafından açılmış bir davanın bulunmadığı, dava dilekçesinde Beyaze'nin davalı olarak gösterildiği bütün bunlara rağmen oluşturulan hükümde davaya konu taşınmazın A.. Ö.. ve B.. Y.. adına ½ pay oranında tapuya kayıt ve tesciline karar verildiği, davalılardan Ertuğrul'un ise dava açılmadan önce 24/10/2008 tarihinde vefat ettiği, ölü kişi aleyhine açılan davanın mirasçıları davaya dahil edilerek yargılamaya devam edildiği anlaşılmaktadır.HUMK.nun 38.maddesi (HMK 50.maddesi) uyarınca dava şartlarından bulunan dava ehliyeti Medeni Kanuna göre tayin olunur. Medeni Kanunun 28.maddesi hükmünce de şahsiyet çocuğun sağolarak doğduğu andan başlar ve ölümü ile nihayet bulur. Bu nedenle ölümle kişiliği sonbulan kimsenin medeni hakları kullanılmasından ve taraf ehliyetinden bahsedilemez.Ölmüş bir kimse hakkında açılmış bulunan bir davada, halefiyet yoluyla da olsa mirasçıların davalı olarak kabul edilmesi ve davanın bu yolla yürütülmesi benimsenemez. Keza ıslah yoluyla da bunun gerçekleştirilmesine olanak yoktur. 04.05.1978 gün ve 4/5 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararında da bu ilke kabul edilmiştir.Dava ehliyeti, kişinin bizzat veya vekili aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip etme ve usuli işlemleri yapabilme ehliyetidir. Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şeklidir; dolayısıyla, medeni hakları kullanma ehliyetine (fiil ehliyetine) sahip gerçek ve tüzel kişiler dava ehliyetine de sahiptirler.Taraf sıfatına gelince; bir hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı), kural olarak, o hakkın sahibine aittir. Bir hakkın sahibinin kim olduğu, dolayısıyla o hakkı dava etme yetkisinin kime ait olduğu, (o davada davacı sıfatının kime ait olacağı) tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Ancak, bir davanın davacısının o dava yönünden davacı sıfatına sahip bulunmadığının belirlenmesi halinde, mahkeme, dava konusu hakkın mevcut olup olmadığını inceleyemeyeceği ve sıfat yokluğundan davanın reddine karar vermek zorunda olduğu için, taraf sıfatı usul hukukunun da düzenleme alanındadır. Diğer bir ifade ile sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir.O halde, dava konusu şey üzerinde kim veya kimler hak sahibi ise, davayı da bu kişi veya kişilerin açması gerekir. Davayı açabilmek için gerekli sıfat, dava konusu şey üzerinde hak sahibi olan kişiye aittir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir (Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder: a.g.e., s.231-232; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 1997, s.307).Mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa davanın esası hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir.Görüldüğü üzere, taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için defi değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir.Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu'nun 23.06.2004 gün ve 2004/4-371 E. 2004/375 K.; 18.04.2007 gün ve 2007/5-233 E., 2007/221 K.; 04.03.2009 gün ve 2009/10-34 E. 2009/104 K.; 04.11.2009 gün ve 2009/2-402 E., 2009/484 K.sayılı kararlarında da benimsenmiştir.Mahkeme önünde, maddi hukuka dayalı hakkına dair uyuşmazlığın çözümünü ve himayesini isteyen kişi davacı, kendisine karşı hakkın himayesi istenen kişi de davalıdır. Davacı, dava konusu hakkın sahibi, davalı ise hakka uymakla yükümlü olan ve bu hakkı ihlal ettiği düşüncesi ile kendisine karşı hakkın himayesi istenen kişidir. Bir davada, davacı ve davalı sıfatının kime ait olduğu tamamen maddi hukuka göre belirlenir. Dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilen kişiler şeklen taraf ise de hakkın sahibi veya kendisine karşı hakkın himayesi istenmesi gereken kişiler olmadıkları belirlenir ise davanın sıfat yokluğundan (husumetten) reddi gerekir. Husumetten red kararı usule ilişkin bir karar olmayıp; davada taraf olarak gösterilenlerden birinin taraf sıfatının bulunmadığını belirleyen esasa ilişkin bir karardır. Husumetten red kararı, davada taraf olarak gösterilenler arasında kesin hüküm teşkil eder. Uygulamada sıfat yerine genel olarak "husumet", davacı bakımından "aktif husumet ehliyeti", davalı bakımından "pasif husumet ehliyeti" tabirleri kullanılmaktadır. Husumet dava şartı olup, kamu düzenine ilişkin bulunduğundan, yargılamanın her aşamasında mahkemece re'sen gözetilmesi gereken bir husustur. Diğer bir deyişle, dava, o hakkın sahibi durumunda olan ve dava ehliyetine sahip bulunan kişi tarafından açılmış olmalıdır. Somut olayda davaya konu vasiyetname ile adına taşınmaz vasiyet edilen B.. Y.. ve mirasçıları tarafından açılmış bir dava bulunmamaktadır, bu nedenle mahkemece; davacının yanısıra B.. Y.. adına da taşınmaz tesciline karar verilmesinde isabet yoktur.1086 sayılı HUMK'nun yürürlükte bulunduğu zaman içerisinde dava tarihinden önce ölen kişiler aleyhine açılan davalarda ölü kişinin mirasçılarına halefiyet kuralı uygulamaya ve davaya dahil edilmek suretiyle davaya devam edilmesine bu doğrultuda kararlılık gösteren yargı içtihatları cevaz vermiyorsa da, 6100 sayılı HMK'nun 124. maddesinin getirdiği yeni düzenleme ile tarafın yanlış veya eksik gösterilmesinin kabul edilebilir bir yanılgıya dayanması halinde, hakimin karşı tarafın rızasını almaksızın, taraf değişikliği talebini kabul edebileceği düzenlemesi tartışılmaksızın, davanın açıldığı tarihte ölü olan davalı Ertuğrul'un mirasçılarına dava dilekçesi tebliğ edilerek, yargılamaya devam edilmesi ve davalı Ertuğrul'un mirasçıları aleyhine tescil kararı verilmesi doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir.Bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir .Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 02.07.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.