Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 10620 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 11063 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ : ADIYAMAN 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 06/06/2012NUMARASI : 2011/518-2012/345Taraflar arasında görülen alacak davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Y A R G I T A Y K A R A R I Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı Müzeyyen'e teslim edilmek üzere davalı Mahmut'a 20.000,00 TL ödediğini, bu parayı çocuklarının ihtiyaçlarında kullanılmak üzere eski eşi Müzeyyen'in nafaka alacağına karşılık defaten verdiğini, müvekkilinin, kendisiyle birlikte yaşamaya başlayan müşterek çocuklarından ikisinin masraflarını karşıladığını, davalı Müzeyyen'in 20.000,00 TL'yi almadığını iddia ederek müvekkili aleyhine nafaka artırım davası açtığını, müvekkilinin icra baskısı altında davalı Müzeyyen'e mükerrer ödeme yapmak zorunda kaldığını belirterek; fazlaya ilişkin haklarını saklı tutup 20.000,00 TL'nin, 20.01.2009 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek reeskont avans faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.Davalı Müzeyyen vekili cevap dilekçesinde; müvekkiline toplu olarak nafaka adı altında her hangi bir para verilmediğini, müvekkilinin davacı aleyhine açmış olduğu nafaka artırım davasında da davacının nafakaları toplu olarak ödediğini ileri sürdüğünü, ancak mahkemece bu iddialara itibar edilmeyerek nafakanın artırılmasına karar verildiğini, nafakayı toplu olarak ödediğini ve çocuklarının yanında bulunduğunu savunan davacının aile mahkemesinde nafakanın kaldırılması davası açması gerektiğini belirterek, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.Davalı Mahmut duruşmadaki beyanında; davacının kendisine verdiği 13.000,00 TL'nin nafaka parası değil, mal varlığı parası olduğunu, bu parayı davalı Müzeyyen'in kardeşlerine imza karşılığı teslim ettiğini, davalı Müzeyyen'in bu durumu bildiğini, davacının kayınlarından olan alacağını da ekleyip 20.000,00 TL talep ettiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini dilemiştir.Mahkemece; davacının para verdiğini yasal delillerle kanıtlamakla yükümlü olduğu, miktar itibariyle davada tanık dinlenemeyeceği, davacının kesin süre içerisinde tanık bildirmediği, karşı tarafa yemin yöneltme hakkının hatırlatılması üzerine yemin teklif etmeyeceklerini bildirdiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davacı vekilinin sair temyiz itirazları yerinde görülmeyerek reddedilmiştir.Davacı vekilinin kabulü gören temyiz itirazına gelince; Dava; sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak istemine ilişkindir. Temyize konu uyuşmazlık; ispat yükünün davanın hangi tarafında olduğu noktasında toplanmaktadır. Türk Medeni Kanunu'nun 6.maddesi hükmü uyarınca; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlüdür. İleri sürdüğü bir olaydan kendi yararına haklar çıkarmak isteyen kimsenin, iddia ettiği olayı kanıtlaması gerekir. (HMK m.190)Kural olarak; bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrar ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin yapıldıkları zamanki miktar veya değeri kanunda öngörülen sınırı geçtiği takdirde senetle ispatlanması gerekir. (HMK m. 200/1; HUMK m. 288) Buna göre davacı hukuki ilişkinin değeri itibarıyla iddiasını ancak yazılı delil ile ispat edebilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.Yazılı delil veya yazılı delil başlangıcı yoksa iddianın ikrar, yemin gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır.HMK'nın 187. maddesinde; ispatın konusunun, tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalardan oluştuğu ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilebileceği, herkesçe bilinen vakıalarla, ikrar edilmiş vakıaların çekişmeli sayılmadığı hükme bağlanmıştır. Yargılama usulü bakımından ikrar, açıklayan tarafından hasmının karara bağlanmasını istediği hakkın veya hukuki durumun meydana gelmesine esas olan ve hasmınca ileri sürülen maddi olayların tümünün veya bir bölümünün doğru olduğunun bildirilmiş olması demektir ( YHGK 09.11.1955 gün E:4-79 K:78; YHGK 25.06.1975 gün E:4/681 K:879 ).İkrarın ispat kuvveti, yapıldığı yere göre belirlenir. Bu cümleden olarak, ikrarın yapıldığı yere göre bir ayırıma tabi tutulması, kanundan doğan bir zorunluluk olup; ikrarın mahkeme içinde veya mahkeme dışında yapılmasına farklı hüküm ve sonuçlar bağlanmıştır.Kavram olarak da mahkeme dışı ikrar, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 236.maddesinin dördüncü fıkrasında, “Mahkeme haricindeki ikrarı teyit edecek delail ve emare mevcut ise hakim buna binaen hüküm verebilir” hükmü ile açıkça kullanılmış iken; mahkeme içi ikrar aynı maddenin birinci fıkrasında “ Dava evrakında veya hakim huzurunda iki taraftan birinin veya vekilinin sebkeden ikrarı muteberdir. Ve mukir olan taraf aleyhine delil teşkil eder” hükmü ile örtülü olarak kullanılmıştır.Mahkeme dışı ikrarın, taraflardan ya da onların yetkili temsilcilerinden sadır olması ve ikrarın mahkemeye yönelik değil; ya karşı taraf, ya da başka kimseler veya merciiler önünde yapılması gerekir. Mahkeme dışı ikrar, kesin bir delil olmayıp, takdiri delildir. Hakim, mahkeme dışı ikrarı doğrulayacak delil ve emare varsa, buna dayanarak hüküm verebilir ( HUMK m.236/4 ).Mahkeme içi ikrarın, taraflardan ya da onların yetkili temsilcilerinden sadır olması ve ikrarın yargılama içinde, mahkemeye karşı yapılması gerekir. Mahkeme içi ikrar, mahkeme önünde sözlü olarak yapılabileceği gibi; bir dilekçe veya layiha ( dava evrakı ) ile de vakıa ikrar edilebilir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 236/1.maddesinde “dava evrakı” olarak belirtilen belgeler, tarafların dilekçe ve layiha gibi, davayı hakim önüne götüren ve dava ilişkisi nedeniyle birbirlerine usulen tebliğ ettirdikleri belgelerdir. Mahkeme içi ikrar, bir kesin delildir.Önemle vurgulanmalıdır ki; bir davada yapılan mahkeme içi ikrar, başka bir davada da geçerli olup, kesin delil teşkil eder ( Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı baskı, İstanbul 2001, C:2, s:2045 ).İkrar; görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. (HMK 188. m.; HUMK 236. m.) İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gereklidir. Davada bir tarafça ileri sürülen bir vakıa iddiasının, mahkeme önünde karşı tarafça ikrar edilmesiyle artık o vakıa, taraflar arasında çekişmeli olmaktan çıkar ve bunun sonucu olarak ispatı gerekmez. İspatın gerekmediği bir halde ise, delilden söz edilemez. İkrar, tek taraflı bir usûlî işlem olarak, delil ikame faaliyetini ve ispat ihtiyacını ortadan kaldıran bir taraf beyanıdır.Mahkeme içi ikrar kesin delil niteliğindedir.Bu bilgiler ışığında somut olay irdelendiğinde; davacının ödeme iddiasının dayanağını oluşturan belgede, davacı Hüseyin'in, davalı Mahmut'un ve dava dışı Mehmet'in imzasının bulunduğu, davacının 29.01.2009 tarihli "Vasiyetname" başlıklı belgeyi vasiyet eden sıfatıyla imzaladığı, çocuklarının bakımı için Müzeyyen'e verilmek üzere Mahmut'a 20.000,00 TL nakit verdiğini beyan ettiği anlaşılmaktadır. Davalı Mahmut ise belgeyi tanık olarak imzalamıştır. Davalı Mahmut duruşmada; davacıdan 13.000,00 TL aldığını kabul etmiş, bu parayı Müzeyyen'in kardeşlerine imza karşılığı teslim ettiğini savunmuştur. Bu bağlamda davalı Mahmut'un 13.000,00 TL'ye yönelik "aldım" beyanı mahkeme içi ikrar niteliğindedir. İkrar olunan hususlar çekişmeli sayılmayacağından ve ikrar eden kişi aleyhine kesin delil teşkil edeceğinden, 13.000,00 TL yönünden, davalı Mahmut aleyhine açılan davanın kesin delil niteliğindeki davalının ikrar beyanı dikkate alınarak kabul edilmesi gerekir. Bakiye 7.000,00 TL yönünden ise davacının dayandığı belge yazılı delil kabul edilerek o doğrultuda değerlendirme yapılması gerekir. Hal böyle olunca mahkemece; davalı Mahmut'un mahkeme içi ikrarı gözönünde bulundurularak davalı Mahmut aleyhine açılmış davanın 13.000,00 TL'lik kısmı yönünden kabul edilmesi, bakiye 7.000,00 TL için davacının dayandığı belgenin iddiasını ispatlayan delil olduğunun kabulü ile bu yönde inceleme yapılarak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, ispat külfetinin tayininde yanılgıya düşülerek ve davalı Mahmut'un ikrarı gözardı edilerek ispat külfetinin ters çevrilmesi suretiyle somut olaya uymayan yazılı gerekçelerle davanın davalı Mahmut yönünden reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı görülmüş, bu husus bozmayı gerektirmiştir. Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 30.06.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.