Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 7806 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 1860 - Esas Yıl 2015





MAHKEMESİ :Asliye Hukuk MahkemesiTaraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraf vekilleri ve fer'i müdahil tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü. - K A R A R -Davacı vekili, davalı kooperatif tarafından ..... İcra Müdürlüğü'nün 2009/1768 E. sayılı dosyası ile müvekkili ... ile dava dışı ... hakkında takip başlatıldığını, takibe dayanak olarak da 7347, 7517, 7672, 7871 no'lu kredi borç senetlerinin gösterildiğini, söz konusu takip nedeniyle kendisine icra emrinin tebliğ edilmediğini, müvekkilinin ikametgahının ... ili olduğundan yapılan tebligatın usulsüz olduğunu, müvekkilinin anılan icra dosyası ve takip işlemlerinden maaşına haciz yazısı geldiğinde haberinin olduğunu, müvekkilinin yetkililerle yaptığı görüşmede borcun gübre borcu olduğunu, işlemleri yönetim kurulunda bulunan ağabeyi ...'in yaptığını söylediklerini, davacının ağabeyi ile yaptığı görüşmede ise eski bir vekaletnameyi kullanarak gübre aldığını, borcunu ödeyemediğini, borcunu ödeyeceğini söylediğini, aradan uzun zaman geçmesine rağmen davacıya ağabeyinin borcunu ödemediğini, müvekkilinin daha sonra bu borcun gübre alımından olmadığını ve kredi kullanımından kaynaklandığını öğrendiğini, müvekkilinin kredi borcuna dair senetlerdeki imzanın ve borcun kendisine ait olmadığını ileri sürerek, davacının davalıya 12.500,00 TL borcunun olmadığının tespitine, anılan takibin bu miktar üzerinden iptaline, haksız ve kötüniyetli olan davalı hakkında %40 oranında tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili, kooperatifte 1092 ortak numarası ile kayıtlı olan davacının kardeşi olan ...'e verdiği 5395 yevmiye no'lu özel vekaletname ile 2002 yılından 22.05.2007 tarihine kadar kooperatiften gübre, hayvancılık sertifikalı tohum nakdi kredi ve diğer işletme kredileri kullandığını, ödemelerini yaptığını, 30.09.2007 tarihinde yine 7347, 7517, 7672, 7871 no'lu senetlerin vadesi geçtiği halde ödenmemesi nedeniyle aleyhinde ... İcra Müdürlüğü'nün 2009/1768 E. sayılı dosyası ile takip yapıldığını, takibin kesinleştiğini, ...'in maaşına haciz kararı verildiğini, ... ve ...'in bütün işlemleri birlikte yaptıklarını öğrendiklerini, ancak sonradan borcun kim tarafından ödeneceği hususunda aralarında anlaşmazlık çıktığını savunarak, davanın reddini, davacının %40 oranında kötüniyet tazminatına mahkumiyetini istemiştir. İhbar olunan ... 7347, 7517, 7672, 7871 no'lu senetlerdeki imzaların kendisine ait olduğunu, davacının kardeşi olduğunu, davacının kendisine patates ekmek istediğini söylediğini, bu nedenle ... isimli şahıstan kardeşi davacı adına tarla kiraladığını, tarlanın ihtiyaçları için davacı adına gübre anaç patates ve mazot aldığını, ancak kooperatiften ihtiyaç kredisi almadığını, böyle bir kredinin kooperatif tarafından ödenmediğini, ancak 7347 no'lu senet üzerindeki imzanın da kendisine ait olduğunu, daha sonra davacının kullandığı ürünler karşılığında davalı kooperatife ödemede bulunmadığını, dava konusu borçtan sorumlu olmadığını, ayrıca davacının daha önceden de davalı kooperatiften kredi kullanıp ödemede bulunduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davacının kardeşi ...'e verdiği vekalet yetkisi uyarınca ihbar olunan ve davalı kooperatif arasında kredi borç senetleri düzenlendiği, davalı tarafından davacı aleyhine 7347, 7672, 7871 ve 7517 no'lu senetler nedeniyle takibe geçildiği, borçlandırıcı işleme dayanak olan ... Noterliği'nin 04.03.2002 tarih ve 05395 yevmiye no'lu özel vekaletnamesinde davacının, "... Tarım Kredi Kooperatifi'nden benim adıma gübre almaya, bedellerini ödemeye, borçlarımı taksitlendirmeye, taksitler halinde ödemeye, adıma gerekli dilekçe, kayıt sicil ve sair evrakları tanzim ve imzalamaya, elden evrak alıp vermeye" şeklinde ihbar olunanı yetkilendirdiği, 7871 no'lu kredi borç senedinin sertifikalı tohum, 7347 no'lu senedin genel ihtiyaç, 7517 no'lu senedin kimyevi gübre, 7672 no'lu senedin petrol ürünleri alımı nedeniyle tanzim edildiği, senetler altında el yazısı ile vekil ... ibareleri bulunduğu ve senet borçlusunun davacı olarak yer aldığı, davacı tarafından ihbar olunana verilen özel vekaletnamenin sınırının açıkça belirlendiği, ihbar olunanın vekaletname sınırlarını aşarak sertifikalı tohum, petrol ürünleri ve genel ihtiyaç nedenlerine dayalı olarak davalı kooperatif ile kredi borç senedi imzaladığı, akit sırasında davalı kooperatifçe vekaletname sınırlarını denetleme hususunda ihmal gösterildiği, davacının 7871, 7672 ve 7374 no'lu senetler nedeniyle sorumluluğunun bulunmadığı, bu senetler bakımından ihbar olunana yetki vermediği, anılan bu üç senetten dolayı takip tarihine göre toplam 13.225,00 TL sorumlu olmadığı, ancak 7517 no'lu senetten dolayı davacının sorumluluğunun bulunduğu, takipten önce ve takipten sonra davacı tarafından ödemeler yapıldığı belirtilmiş ise de borçlunun takip tarihine göre sorumluluğunun 10.219,00 TL olduğu, fazla takip miktarı 13.225,00 TL'den sorumluluğunun bulunmadığı, davacının 12.500,00 TL'lik kısımdan borçlu bulunmadığını dava ettiği, davalının ne şekilde kötüniyetli davrandığının ispat edilemediği gerekçesiyle, taleple bağlı kalarak davanın kabulü ile, kötüniyet tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir.Kararı, taraf vekilleri ve ihbar olunan ... temyiz etmiştir.1- İhbar olunanın temyiz istemi yönünden; HMK'nın 61. vd. madde hükümleri uyarınca, ihbar üzerine davaya katılan üçüncü kişi, ihbar eden tarafın ya da 63. madde hükmü uyarınca davayı kazanmasında hukuki yararı olan tarafın yardımcısı ve temsilcisi olup, fer`i müdahil konumundadır ve aynı kanunun 69. maddesi uyarınca da yargılama sonunda, hüküm, fer`i müdahil hakkında değil, iltihak olunan (ihbar eden) taraf hakkında verilir. Dolayısıyla ihbar olunan üçüncü kişi, ihbar edenin adına, onun temsilcisi olarak, hükmü temyiz edebilir ise de, kendisi adına temyiz edemez. Ancak, aynı madde hükmüne aykırı olarak ihbar olunan hakkında da hüküm verilmişse, ihbar olunan, hükmün kendisine ilişkin bölümünü kendi adına temyiz edebilir.Somut olayda, mahkemece, yargılama sonunda ihbar olunan hakkında hüküm tesis edilmemiş olmasına, ihbar olunanın asli ya da fer'i müdahil sıfatıyla da yargılamaya katılmamış bulunmasına, hükmü temsilen değil, kendisi bakımından ve kendisi adına temyiz etmiş olmasına göre ihbar olunan temyiz hakkına sahip değildir. 01.03.1990 gün ve 1989/3 Esas, 1990/4 Karar sayılı Y.İ.B.K. uyarınca, yerel mahkemece temyiz isteminin reddine karar verilmediği hallerde, Yargıtay tarafından da bir karar verilmesinin mümkün bulunmasına göre, ihbar olunanın temyiz isteminin HUMK'nın 432/4. maddesi uyarınca reddine karar vermek gerekmiştir.2-Davacı tarafça, 7347, 7517, 7672 ve 7871 sayılı borç senetlerinin altındaki imzanın kendisine ait olmamasına ve senetleri imzalayan kardeşi ...'e verilen vekaletnamenin kapsamı dışında kalmasına rağmen, .... İcra Müdürlüğü'nün 2009/1768 E. sayılı takip dosyasında takip konusu edildiği ileri sürülerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere takibin 12.500,00 TL'lik kısmının iptaline karar verilmesi istenmiştir.6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5/3. maddesinin yürürlükte bulunduğu dönemde Asliye Hukuk Mahkemeleri ile Ticaret Mahkemeleri arasındaki ilişki iş bölümü ilişkisi iken, 6335 sayılı Kanun'un 2. maddesi ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 5. maddesinde yapılan değişiklikle Asliye Ticaret Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasında ilişki görev ilişkisi olarak değiştirilmiş ve bu durumda göreve ilişkin usul hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. 6335 sayılı Yasa’nın 38. maddesi uyarınca 6102 sayılı TTK’ya eklenen geçici 9. madde ile bu kanunun göreve ilişkin hükümlerinin, bu kanunun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden önce açılan davalarda uygulanmayacağı, bu davaların açıldıkları tarihte yürürlükte bulunan kanun hükümlerine tabi olduğu belirtilmiştir.Öte yandan, kooperatif ile ortağı arasındaki ortaklık ilişkisinden doğan davaların 1163 sayılı Kanun'un 99. maddesinde ticari dava olduğu kabul edilmiş ise de, münhasıran asliye ticaret mahkemelerinin görevli olduğu öngörülmemiştir. Buna göre dava tarihi itibariyle Asliye Hukuk Mahkemeleri ile Ticaret Mahkemeleri arasındaki ilişki iş bölümü niteliğinde ve münhasıran iki tarafın arzularına tabi olmayan işlerden değil ise, davalı tarafça bu yönde ve süresinde bir itiraz olmadığı sürece bu husus re'sen dikkate alınamaz ve asliye hukuk mahkemeleri 01.10.2011 tarihinden önce açılan davalarda miktar yönünden görevli ise, bu tarihten sonra açılan davalarda davanın niteliğine göre görevli ise davaya bakmalıdır. Somut olayda, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 5/3. maddesinin yürürlükte olduğu dönemde 07.03.2012 tarihinde açılan ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 99. maddesine göre münhasıran ticaret mahkemesinin görevli olmadığı bu davada, davalı tarafça iş bölümü itirazında bulunulmadığı ve Asliye Hukuk Mahkemesi ile Asliye Ticaret Mahkemesi arasındaki ilişkinin iş bölümü ilişkisi olduğu gözönünde bulundurulduğunda, mahkemenin davanın niteliğine göre davaya bakmasında bir usulsüzlük bulunmamaktadır.Diğer yandan, YHGK'nın 17.10.2012 tarih ve 9-838 E., 715 K. sayılı ilamı ile Dairemizin 16.02.2015 tarih ve 493 E., 885 K. ve 02.11.2015 tarih ve 2014/8788 E., 2015/6993 K. sayılı ilamlarında açıklandığı üzere; Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya, kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu ve istem bölümünde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” demesi, kural olarak yeterlidir. Kısmi dava imkânının Kanun'la, talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir olması, miktarın taraflar arasında ''tartışmalı'' olması ya da baştan beri ''açıkça belirli olmaması'' (m.109) koşullarına bağlanarak uygulama alanının daraltılmış olması uygulamada alacağın miktarının baştan tam olarak belirli olmadığı ve bu belirlemenin dava açan alacaklı tarafından yapılmasının da mümkün olmadığı durumlarda hak kayıplarına yol açmayacağını belirtmek gerekir. Çünkü artık usûl hukukumuzda '' belirsiz alacak davası'' açılması imkânı getirilmiştir. (m.107). Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya kısmi dava denir. (YHGK 02.04.2003 gün ve 4-260 E., 271 K. sayılı ilamı; Pekcanıtez H./Atalay M./Özekes M.; Medeni Usul Hukuku, 12. Bası, s. 320; Kuru/Arslan/Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, 22. Bası, s.286). 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda açıkça kısmi dava düzenlenmediği halde, söz konusu Kanun'un yürürlükte olduğu dönemde de kısmi dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Çünkü, alacak hakkının bir bölümünün dava edilip, geriye kalan kısmının ikinci bir dava ile istenmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktaydı. Kısmi dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 109. maddesinde ise, ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği; ikinci fıkrasında ise; talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı belirtilmiştir.Bu durumda; davadaki talep konusunun miktarı taraflar arasında “tartışmasız” ise veya taraflar arasında miktar veya parasal tutar bakımından bir tartışma olmakla beraber, tarafların anlaşmasına gerek kalmaksızın, objektif olarak talep konusunun miktarı herkes tarafından anlaşılabilecek şekilde “belirli” ise o talep konusunun sadece bir kısmı dava edilemeyecektir. Örneğin satım sözleşmesinde alıcının ödemesi gereken bedel, sözleşmede tereddüde yer bırakmayacak biçimde, açıkça yazılı ise kısmi dava caiz değildir. (Pekcanıtez H./Atalay M./Özekes M, age s.328; Kuru/Arslan/Yılmaz, age s.286). Talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız olup olmadığı, ancak davalının davaya cevap vermesinden sonra anlaşılabilecek bir husustur. Nihayet hakim, ön inceleme aşamasında bu hususu tespit edebilecektir (m. 140/1). Böylece kısmi dava açılmasında hukuki yarar bulunup bulunmadığı ortaya çıkmış olacaktır. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, dava açılmadan önceki dönemde davalı, o davanın talep konusunun miktarı bakımından bir uyuşmazlık çıkarmış ve bu konuyu tartışmalı hale getirmiş idi ise, davacının kısmi dava açmakta hukuki yararının mevcut olduğu kabul edilmelidir. Davaya cevap dilekçesi ile davalı söz konusu tartışmayı ortadan kaldırmış olursa, artık kısmi dava olarak devamında hukuki yarar kalmamıştır. Böyle bir durumda davacı, cevaba cevap dilekçesiyle dava konusunu, tartışmasız hale gelen miktara yükselterek davaya devam edebilir. Nihayet davacı, tartışmasız hale gelen talep konusunu ön inceleme duruşmasında karşı tarafın açık muvafakatiyle ya da ıslah yoluna başvurarak tam dava haline dönüştürebilir. Aksi takdirde hakim, ön inceleme aşamasından sonra artırılan kısma ilişkin talebi reddedecektir. Zira, taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleriyle serbestçe; ön inceleme aşamasında ise karşı tarafın açık muvafatiyle iddia ve savunmalarını değiştirebilirler (m.141). Doktrinde; talep konusunun miktarının, tarafların anlaşmasına gerek kalmaksızın objektif olarak belirlenebilmesinde, İİK m. 67 hükmünde öngörülen icra inkâr tazminatına ilişkin “likit alacak” kavramının yol gösterici olabileceği ileri sürülmüştür. (Kuru/Budak, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Getirdiği Başlıca Yenilikler, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 85, Sayı, 2011/5, s. 11; Yılmaz Ejder, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 2012 s.737 vd.).Genel bir kavram olarak “likid (liqiude) alacak”; “tutarı belli (muayyen), bilinebilir, hesaplanabilir alacaktır” Likit bir alacaktan söz edilebilmesi için; ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilecek durumda olması gerekir. Bu koşullar yoksa, likit bir alacaktan söz edilemez (YHGK 14.07.2010 gün ve 2010/19-376 Esas 397 K.sayılı ilamı). Likit alacak bakımından aranan “borçlunun, talep edilen alacağı veya alacağın bütün unsurlarını bilmesi veya bilmek (kolayca hesap edebilmek) durumunda olması; bu bağlamda alacağın miktarının belirlenmesi için tarafların ayrıca mutabakata varmasına (anlaşmasına) veya mahkemenin tayin edeceği bilirkişi eliyle bir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç bulunmaması, diğer bir anlatımla, borçlunun, yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması” ölçütü birçok tartışmayı sona erdirmekle beraber, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesinin, alacağın likit olup olmadığı ile ilgili başlı başına bir kıstas olarak kabul edilmesi de doğru değildir. Çünkü mahkeme uygulamasında “hesap işi”, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerden olduğundan borçlunun, kendi başına hesaplayabilecek durumda olduğu asıl alacak ve temerrüt faizine itiraz etmesi halinde, mahkemenin, alacaklının alacağının miktarını, bizzat tespit etmeyip, bilirkişi vasıtasıyla belirleyeceğinden, likit olan bir alacağın sırf bilirkişi incelemesi yapıldığı gerekçesi ile likit sayılmaması doğru olmayacaktır (Yılmaz, age s. 737, 740).Somut olayda, davalı tarafça toplam dört adet senet için 23.633,99 TL asıl alacak, 32,54 TL işlemiz faiz olmak üzere toplam 23.666,53 TL'nin tahsili için icra takibine başlanmış olup, talep konusunun miktarı açıkça belirli, diğer anlatımla davacı tarafça bilinebilir, belirlenebilir olduğu halde davacı tarafça takip miktarından şimdilik 12.500,00 TL'sinden borçlu olmadığının tespiti istenmiştir.Öte yandan, karar tarihinden sonra, 11.04.2015 tarihinde yürürlüğe giren 6644 sayılı Kanun'un 4. maddesi ile 6100 sayılı HMK'nın 109/2. fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 12.06.2013 tarih ve 8-1013 E., 816 K., 25.12.2013 tarih ve 10-436 E., 1748 K. sayılı ilamlarında açıklandığı üzere;Bilindiği üzere, usul hukuku alanında geçerli temel ilke; yargılamaya ilişkin kanun hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise, usul kanunu hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olması, yeni hükümlerin daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun, fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde korunacağına ilişkin inancıdır. Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında, derhal uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken diğer bir husus da, yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde, ilgili “usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığı”dır. Hemen belirtilmelidir ki, dava; dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden, çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır. Yargılama sırasındaki her usul işlemi, ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bir davayı bütün olarak değerlendirip, bu konuda yeni kanunun etkili olup olmayacağı söylenemez. Yargılama sırasında yapılan bir usul işlemi ve kesiti tamamlanmış ise, artık yeni kanun o usul işlemi hakkında etkili olmayacak, dolayısıyla da uygulanmayacaktır. Eğer bir usul işlemi, yargılama sırasında yapılmaya başlanıp, tamamlandıktan sonra, yeni bir usul kuralı yürürlüğe girerse, söz konusu işlem geçerliliğini korur. Başka bir deyişle, tamamlanmış usul işlemleri, yeni yürürlüğe giren usul hükmünden (veya kanunundan) etkilenmez. Buna karşın, bir usul işlemine başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise, yeni usul hükmü (veya kanunu) hemen yürürlüğe gireceğinden etkilenir. Çünkü, usule ilişkin kanunlar -aksine bir kural benimsenmediği takdirde- genel olarak hemen etkili olup, uygulanırlar (Üstündağ, Saim:Medeni Yargılama Hukuku, Cilt:I-II, 6.Bası, İstanbul 1997, sahife:73-78; Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet:Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku 11.Bası, Ankara 2011, sahife:61-66;YİBK.'nın 08.07.1942 gün ve 13 E, 19 K; Hukuk Genel Kurulu'nun 23.09.1964 gün ve 7-1139 E, 575 K; 09.03.1988 gün ve 860 E, 232 K 23.11.1988 gün ve 1-825 E, 964 K; 22.02.2012 gün ve 2011/2-723 E, 2012/87 K sayılı ilamları).Bir işlem tamamlanmış ise, artık bu işlem bozulamaz; aksini düşünmek gereksiz yere bu işlemin bozularak tekrarlanması gibi zaman ve emek kaybına neden olacaktır (Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet: age. s. 62, 63). 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)'nun “Zaman Bakımından Uygulanma” başlığını taşıyan 448/1.maddesi de yapılan açıklama ve ilkelere uygun olarak; “(1) Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır” hükmünü içermektedir. Bu madde hükmüne göre, kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde, yeni usul hükümlerinin tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliğini koruyacaktır. Buna karşın, tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır. Aynı hususlar, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 22.02.2011 gün ve 2011/19-735 E., 2012/93 K. ile 22.02.2012 gün ve 2011/2-733 E., 2012/87 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir. Bu durumda, dava dilekçesinin mahkemeye verilmesi ve gerekli harçların yatırılması ile tamamlanan dava açılması işleminde, diğer bir ifade ile davanın açıldığı 07.03.2012 tarihinde yürürlükte bulunan mülga HMK'nın 109/2. maddesi hükmünün tartışılması gerektiği, diğer anlatımla karar tarihinden sonra yürürlüğe giren yasa değişikliğinin, somut olayda derhal uygulanmasının gerekmediği, davacının anılan madde hükmü koşulları oluştuğundan kısmi dava açamayacağı gözetilmelidir.Bu durumda mahkemece, davacının kısmi dava açmakta hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davanın HMK'nın 114/1-h ve 115/2. maddesi uyarınca usulden reddine karar verilmesi gerekirken, uyuşmazlığın esası incelenerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.Diğer yandan, dava tarihi 07.03.2012 olmasına rağmen, gerekçeli karar başlığında 08.03.2013 olarak yazılmış olması da hatalı olmuştur.3- Bozma nedenine göre, taraf vekillerinin temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.4- Kabule göre, davalı tarafça davacının verdiği vekaletname ile kardeşi ihbar olunan ...'in mal, hizmet ve kredi aldığı, birlikte kullanarak tasarruf ettikleri, bunun davacının yapılan işlemlere muvafakat ettiği anlamına geldiği savunulmuş olup, mahkemece bu savunma doğrultusunda inceleme ve araştırma yapılmamıştır.Somut olayda, vekaletname 04.03.2002 tarihli olup, takip dayanağı borç senetleri 2006 tarihinde imzalanmıştır. Bu durumda mahkemece, davalı kooperatifin defter, kayıt ve belgeleri üzerinde kooperatif uygulamaları konusunda uzman bilirkişi aracılığıyla inceleme yapılarak, vekaletname tarihi ile borç senetlerinin imzalandığı tarihi arasındaki dönemde, ihbar olunan kardeşi ... tarafından alınan vekaletnameye dayalı olarak vekaletname kapsamı dışında davacı adına başkaca işlemler yapılıp yapılmadığı, yapılmış ise bu işlemlerin dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı BK'nın 38.(TBK'nın 46) maddesi uyarınca davacı tarafça benimsenip benimsenmediği, taraflar arasında bu hususta bir teamül oluşup oluşmadığı araştırılıp, benimsemenin mevcudiyetinin belirlenmesi durumunda davanın reddine karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı olarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.Vekaletname tarihi ile borç senetlerinin imzalandığı tarih arasında vekaletnameye dayalı olarak başka işlemlerin yapılmadığı ya da yapılmışsa bile davacı tarafça benimsenmediğinin belirlenmesi durumunda ise; 04.03.2002 tarihli vekaletname ile davacı, ihbar olunan ...'e gübre alma, bedellerini ödeme, borçlarını taksitlendirme, taksitler halinde ödeme, adına gerekli dilekçe, kayıt sicil vesair evrakları tanzim ve imzalama, elden evrak alıp verme hususlarında yetki vermiştir. Takip dayanağı senetlerden 7517 sayılı senet kimyevi gübre kredisine ilişkin olup, vekaletname sadece gübre satın almaya yönelik verildiğinden kredi çekmeye yetki verildiği kabul edilemez. Bu durumda mahkemece, 7517 sayılı senedin de vekaletnamede verilen yetkilerin kapsamı dışında kaldığının kabulü ile, bu senetten dolayı da davacının borçlu olmadığının tespitine karar verilmesi gerekirken, aksinin kabulü hatalı olmuştur.SONUÇ : Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, ihbar olunanın temyiz isteminin reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, hükmün re'sen BOZULMASINA, (3) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekili ile davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harçların istek halinde temyiz edenlere iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.11.2015 tarihinde (2) ve (3) numaralı bent yönünden oyçokluğuyla, (1) numaralı bent yönünden oybirliğiyle karar verildi.