Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 7138 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 9422 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ :Ticaret MahkemesiTaraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü. - K A R A R -Davacı vekili, müvekkili ile davalı şirket arasında 23.10.2008 tarihli ... Havaalanı için özel güvenlik hizmeti alım işine ait sözleşme imzalandığını, 01.11.2008 - 31.12.2009 dönemlerinde asgari ücret fiyat farkının fazla hesaplanmasından dolayı davalının toplamda 15.407,91 TL'lik fazla fatura tanzim ettiğini, bu miktarın müvekkili tarafından davalıya ödendiğini, bu paranın faizi ile birlikte iadesi amacıyla 13.09.2012 tarihli ihtarname keşide edilmesine rağmen ödeme yapılmadığını ileri sürerek, bu miktarın ödeme tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, müvekkili şirket merkezinin ...'da olması nedeniyle ... Mahkemeleri'nin yetkili olduğunu, fazla ödendiği iddia edilen miktarın müvekkili şirketin gelirine yansımadığını, davacının kontrolleri ile uygunluğu belirlenen ve bu doğrultuda hak ediş ödemeleri yapılan brüt ücretler üzerinden müvekkili şirketin işçi ödemelerini, işçi ... ödemelerini, işçi işsizlik primlerini, ücretlerden kesilen gelir vergisini, damga vergisini ödediğini savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davalıya sözleşmede belirtilen asgari ücret fiyat farkları ile ilgili fazla ödeme yapıldığı, bunun temerrüt tarihinden itibaren davacıya iade edilmesi gerektiği, iadesi gereken miktarın da sözleşme ve mevzuata göre belirlendiği, davacının talebinde haklı olduğu gerekçesiyle, davanın kabulü ile 15.407,91 TL'nin 20.09.2012 temerrüt tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.Taraflar arasındaki 23.10.2008 tarihli sözleşmenin 38. maddesi, “Bu sözleşme ve eklerinin uygulanmasından doğabilecek her türlü anlaşmazlığın çözümünde Ankara İdari Mahkemesi ve icra dairesi yetkilidir.” hükmünü içermektedir. YHGK'nın 28.03.2014 tarih ve 2013/15-1021 E., 2014/424 K. sayılı ilamında da açıklandığı üzere, taraflar arasında yapılmış yetki sözleşmesinde mahkemeden söz edilmiş ise, bu ifadenin icra dairelerini de kapsayıp kapsamadığı doktrinde tartışmalı ise de Yargıtay genellikle, bu kayıtların icra dairesini de kapsadığını kabul etmektedir. Zira uyuşmazlığın çözümü için yapılan yetki sözleşmesi sadece mahkemeden karar alınmasını değil, karardan önce veya sonra başvurulacak cebrî icrayı da kapsar (Pekcanıtez/ Atalay/ Sungurtekin Özkan/ Özekes; İcra ve İflas Hukuku, Ankara, 2013 s.176). Somut olayda, yetki şartında icra dairesinden söz edilmiş ise de, bunun mahkemeyi de kapsadığının; hatta idare mahkemesi ifadesinin adli yargıdaki mahkemeyi de kapsadığının kabulü gerekir. Dava, 6100 sayılı HMK'nın yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonra açılmıştır. Buna göre, HMK'nın 18/2. maddesi hükmüne uygun olarak sözleşmenin yetki şartıyla ilgili bu hükmünde, hukuki ilişkinin ve yetkili mahkemenin belirlenebilir, dolayısıyla, yetki sözleşmesinin geçerli olduğunun, bir başka anlatımla Ankara Mahkemeleri'ni kapsadığının kabulü gerekir. 6100 sayılı HMK'nın "yetki sözleşmesi" başlıklı 17. maddesinde, “Tacirler veya kamu tüzel kişileri, aralarında doğmuş veya doğabilecek bir uyuşmazlık hakkında, bir veya birden fazla mahkemeyi sözleşmeyle yetkili kılabilirler. Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça dava sadece sözleşmeyle belirlenen bu mahkemelerde açılır.” hükmü düzenlenmiştir.01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK'nın "zaman bakımından uygulanma" başlıklı 448/1. maddesiyle HMK hükümlerinin, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanacağı kabul edilmiştir. Eski Kanun zamanında yapılan yetki sözleşmelerinin düzenlendikleri tarihte yürürlükte bulunan Kanuna göre geçerli olmaları halinde sonraki Kanun döneminde dahi geçerliliklerini muhafaza ettikleri kabul edilmelidir. Çünkü usul sözleşmelerinin kurulmaları ve geçerlilikleri bakımından maddi hukuk hükümlerine tâbi oldukları genel kabul gören bir ilkedir (Prof. Dr. Sabri Şakir Ansay – Hukuk Yargılama Usulleri, 7. basım, 1960, s. 152; Prof. Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, 7. bası, İstanbul, 2000, s.420;Prof Dr. Abdurrahim Karslı, Medeni Usul Hukukunda Usuli İşlemler İstanbul, 2001, s.239) Sözleşmenin imzalandığı tarih itibariyle 6100 sayılı HMK yürürlüğe girmediğinden sözleşmede kararlaştırılan yer mahkemesinin münhasır yetkili olduğunun kabulü mümkün değildir. Böyle bir kabul, sözleşmenin imzalandığı tarihte değişik yer mahkemesinde dava açma imkânı bulunan tarafların seçimlik haklarını ortadan kaldıracaktır ve hak kaybına yol açacaktır. Bu bakımdan sözleşmeyle kararlaştırılan münhasır yetkinin 6100 sayılı Yasa'nın yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonra imzalanan yetki sözleşmelerinde tatbiki uygun olacaktır. Aksinin kabulü, tarafların sözleşmeyle kazandıkları ve o tarih itibariyle Yasayla yetkili kılınan mahkemelerde dava açma imkânını ortadan kaldıracağından eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır. Buna göre, maddi hukuk alanında yapılan yeni kanunlar eski kanuna göre geçerli olarak yapılmış olan sözleşmeleri hükümsüz hale getirmedikleri gibi, usul sözleşmelerine ilişkin yeni kanun hükümlerinin dahi eski kanun zamanında yapılmış usul sözleşmelerinin geçerliliğini etkileyemeyeceğini kabul etmek gerekir. Sözleşmenin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK'nın 22. maddesine göre, sözleşme ile yetkili kılınan mahkemelerin yanında genel ve özel yetkili mahkemeler de yetkili olmaya devam eder. Davacı, 23.10.2008 tarihli yetki sözleşmesi ile kararlaştırılan yer dışında genel veya özel yetkili bir mahkemede dava açmış olsaydı dahi, artık açılan dava ile işlem tamamlanmış olup, 6100 sayılı HMK'nun 17. maddesindeki münhasır yetki sözleşmesine ilişkin hüküm olayda uygulanmayacaktı. Sonuç olarak 01.10.2011 tarihinden önce tacirler arasında yapılan yetki sözleşmeleri, 01.10.2011 tarihinden sonra da geçerliliklerini muhafaza etmektedirler. Öte yandan, HMK'nın yetkiyi düzenleyen maddelerinde kesin yetki halleri açıkça belirtilmiştir. HMK'nın 18/1. maddesi uyarınca, yetki sözleşmesi de ancak kesin yetki bulunmayan hallerde yapılabilir. Ancak, HMK'nın 17. maddesindeki, taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça davanın sadece sözleşmeyle belirlenen mahkemelerde açılabileceğine ilişkin yetki kuralı, aksi de kararlaştırılabildiğinden münhasır yetkiyi düzenlemekte olup, kesin yetki kuralı değildir. HMK'nın 19/2. ve 116/a maddesi uyarınca mahkemenin yetkisinin kesin yetki esasına göre belirlenmediği hallerde ise, yetki itirazı bir ilk itiraz olduğundan ve 19/2 ile 117/1. maddesi uyarınca cevap dilekçesinde süresinde ileri sürülmesi gerektiğinden aynı Kanun'un 19/4. maddesi uyarınca da yetki itirazı süresinde ve usulüne uygun olarak ileri sürülmezse, yetkisiz mahkeme yetkili hale gelir. Kesin yetki bulunmayan hallerde davalı tarafından süresinde ileri sürülmeyen yetki itirazının daha sonra ileri sürülmesi mümkün olmadığı gibi mahkemece de kendiliğinden dikkate alınamaz. Davalının süresinde yetki itirazında bulunmaması halinde dava sırasında taraflar arasında aksi yönde zımnen oluşan ve geçerli olan bir yetki sözleşmesi kurulduğunun kabulü de gerekir. (Bkz. Prof. Dr. B. Kuru, Hukuk Muhamekeleri Usulü, El Kitabı, İstanbul 1995, Sh. 174 vd.) HMK'nın 17. maddesindeki, '' taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça” hükmünün bu anlama geldiği kabul edildiği taktirde bu madde anlam kazanacaktır. Somut olayda, davalı yan süresinde yetki itirazında bulunmuştur.Somut olayda, sözleşmede kararlaştırılan yetki şartı, sözleşme tarihi itibariyle yürürlükte bulunan HUMK’da belirtilen genel yetki kurallarını ortadan kaldırmayıp, genel yetkili mahkemelerin yanında, aslında yetkili olmayan bir mahkemenin dahi taraflarca yetkili kılınmasıdır. Yetki şartının, sözleşmenin tarafı olan kişileri bağlayacağı da kuşkusuzdur. Ayrıca, bir dava için birden fazla yetkili mahkeme var ise, davacı bu mahkemelerin birinde dava açmak hususunda bir seçim hakkına sahiptir. Davacı, bu mahkemelerin hiç birinde dava açmazsa, o zaman seçim hakkı davalıya geçer. Davacı yan, sözleşmeye dayanmak suretiyle, seçimlik hakkını doğru kullanmış olup, mahkemece, 15.11.2013 tarihli duruşmada herhangi bir gerekçe gösterilmemiş ise de, seçim hakkı kendisine geçmeyen davalı yanın yetki itirazının reddi ile esasa girilmesi doğru olmuştur.Bu açıklamalara ve dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09.11.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.