MAHKEMESİ :Asliye Hukuk MahkemesiTaraflar arasındaki asıl ve birleşen yetki verilmesi, mümkün olmazsa tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı asıl ve birleşen davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde asıl ve birleşen davada davalılar vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü. - K A R A R -Asıl ve birleşen davada davacı vekili, davalıların maliki olduğu ... sayılı taşınmaz ile ilgili arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapılması için önce, taraflar arasında 11.02.2006 tarihli "Protokoldür" başlıklı yazılı sözleşme imzalandığını, daha sonra 22.08.2006 tarihinde arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi imzalandığını, sözleşmenin 5. maddesinde, "İnşaatın Başlama Süresi" başlığı altında "Köprü ve yol yapımı bitip, yol açıldıktan 4 yıl sonra inşaat başlatılacaktır. Temel üstü ruhsatı alındıktan sonra 24 ay sonunda inşaatın bitirilmesi beyan ve taahhüt edilmiştir." şartının getirildiğini, sözleşmenin 12. maddesinde ise "Arsa sahipleri, nedensiz sözleşmeye aykırı olarak anlaşmadan dönmeleri, vekaletname vermemeleri, verilen vekaletnameden azil etmeleri, inşaatın devamı için gerekli olan işlemleri yapmamaları hallerinde, müteahhidin o tarihe kadar olan tüm masraflarının 100 katı tutarında maddi cezai şartı ve ödemeyi kabul ve taahhüt ettiklerini, masraf ve cezai şart dışında Borçlar Kanunu'nun 369. maddesi ile ilgili hükümlerine göre müteahhidin zararlarını tazmin etmeyi peşinen kabul ettiklerini taahhüt ve beyan ederler." hükmünün kabul edildiğini, ayrıca davalıların da içinde bulunduğu tüm arsa sahipleri ile davacı şirket arasında ayrıca imzalanan 05.09.2009 tarihli "Ek Protokoldür" başlıklı yazılı sözleşme ile tüm arsa sahiplerinin isteği üzerine 22.08.2006 tarihli inşaat sözleşmesindeki, inşaatın başlama süresinin 01.10.2011 olarak değiştirildiğini, bu sözleşmede açıkça, daha önce yapılan sözleşmelere atıfta bulunularak arsa sahiplerinin taşınmazları 01.10.2011 tarihinde inşaat hazır olarak teslim etmesi konusunda anlaşmaya varıldığını, davacı tarafından, taşınmazda gerekli çalışmalar yaptırıldığını, 18.05.2011 onay tarihli inşaat ruhsatı alındığını, arsa sahipleri adına denetim ücreti, proje bedelleri, yol, su kanal, tretuvar bedellerinin ödendiğini, davacının bugüne kadar yaptığı masraf toplamının 120.000,00 TL civarında olduğunu, davacının 20.06.2011 tarihli ihtarname ile inşaatın 05.09.2009 tarihli protokole uygun olarak teslimini istediğini, ancak davalıların, 15.06.2011 tarihli azilname ile davacıyı vekillikten kötüniyetli olarak azlettiklerini, davalıların sözleşmeden doğan edimlerini yerine getirmekten kaçındıklarını, taraflar arasında halen geçerli bir sözleşme bulunduğunu, azlin sözleşmenin feshine yeterli olmadığını, sözleşmenin feshine ancak hakimin karar verebileceğini, davacı şirketin inşaatı yapmayı istediğini ileri sürerek, sözleşmeye hakimin müdahalesi ile inşaatın yapılması için gerekli tüm yetki ve izinlerin davacı şirkete verilmesini, bu talep yerinde görülmediği takdirde, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile sözleşmede belirtilen masrafların 100 katı cezai şart, munzam zarar, kâr kaybı, yapılan masraflar, ödenen dava ücret ve masrafları için şimdilik 10.000,00 TL'nin ticari reeskont faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Asıl ve birleşen davada davalılar vekili, Tüketci Mahkemesi'nin görevli olduğunu, mahkemede bulunan dosyaya sunulan belgelerle ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulduğunu savunarak, asıl ve birleşen davanın reddini istemiştir. Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre; asıl ve birleşen davada davalıların davacı şirket ile arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapmak üzere usulüne uygun olarak vekil tayin ettikleri, bu hususun davalıların imzalarını taşıyan "Protokol" başlıklı belge ile ayrıntılandığı ve bu şekilde sabit olduğu, tayin olunan vekilin protokol hükümlerine göre davacı şirket ile sözleşme yaptığı, yapılacak inşaat için binaların boş olarak davacıya teslim tarihinin davalıların imzalarını taşıyan ek protokol ile yeniden belirlendiği, bu aşamada davalıların davacı şirkete azilname gönderdikleri, her ne kadar fesih iradesini ifade etmemişler ise de azilname sebebiyle inşaat sözleşmesinin uygulanmasının engellendiği, iki tarafın karşılıklı edimlerini içeren ve mülkiyet devrini içeren sözleşmenin feshinin tek taraflı irade beyanı ile mümkün olmadığı, tarafların fesih konusunda açık ve müşterek bir irade ortaya koyamadıkları, dolayısıyla sözleşmenin feshinin ancak mahkeme kararı ile mümkün olabileceği, sözleşmenin hali hazırda yürürlükte olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle, asıl ve birleşen davada davacının sözleşmeye hakim müdahalesi talebinin kabulü ile asıl davada davalılar ... ve ... yönünden ... Noterliği'nin 09.11.2005 tarih ve 26582 yevmiye sayılı düzenleme şeklindeki vekaletnamedeki tüm yetkiler ile birleşen davada davalı ... yönünden... Noterliği'nin 09.11.2005 tarih ve 26524 yevmiye sayılı düzenleme şeklindeki vekaletnamedeki tüm yetkilerin davacı şirkete verilmesine karar verilmiştir.Kararı, asıl ve birleşen davada davalılar vekili temyiz etmiştir. 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, asıl ve birleşen davada davalılar vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.2-Asıl ve birleşen dava, taraflar arasında yapılan inşaat sözleşmelerine dayanak vekaletnamelerden azil nedeniyle yükleniciye vekaletnamelerdeki yetkilerin verilmesi istemine ilişkindir.Taraflar arasındaki inşaat sözleşmesinde, arsa sahipleri tarafından yükleniciye vekalet verileceğinin kabul edildiği anlaşılmıştır.Mahkemenin de kabulünde olduğu üzere, arsa sahipleri tarafından taraflar arasındaki inşaat sözleşmesinin feshedildiğine dair bir irade açıklaması yoktur.Dava tarihi itibariyle yürürlükte olan 818 sayılı BK'nın 388/1. maddesi, "Vekalet akdinin şumulü mukavele ile sarahaten tespit edilmemiş ise taalluk eylediği işin mahiyetine göre tayin edilir." hükmünü içermekte olup, 01.07.2012 de yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK'nın 504. maddesi, "Vekaletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemiş ise, görülecek işin niteliğine göre belirlenir." hükmü ile, paralel bir düzenleme getirmiştir.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 15.05.2012 tarih ve 13-311 E., 599 K. sayılı ilamında belirtildiği üzere;Borç doğuran sözleşmelerden birisi olan “Vekâlet Sözleşmesi”, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 386/1. maddesinde: “Vekâlet, bir akittir ki, onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler.” şeklinde tanımlanmıştır.Bu tanımlamaya göre vekâlet sözleşmesinin unsurları: vekilin, bir iş görme borcunu üstlenmesi; iş görme borcunun, başkasının menfaatine yapılması; iş görme borcunun, müvekkilin iradesine uygun olarak yerine getirilmesi; vekilin, edim sonucunu değil, edim fiilini üstlenmesi; vekilin, iş görme borcunu yerine getirirken bağımsız hareket etmesi ve zorunlu olmadığı halde kararlaştırılmışsa, ücret şeklinde sıralanabilir.Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle vekilin özen yükümünün değerlendirilmesi gerekmektedir.Bilindiği üzere, kural olarak vekâlet sözleşmesinin kapsamı, Borçlar Hukukumuzun genel hükümlerine ve genel ilkelere bağlı olarak tarafların rızalarına göre belirlenir. Vekâlet sözleşmesi, bir iş görme sözleşmesi olduğundan tipik edim bir işin görülmesi veya bir hizmetin yerine getirilmesidir. Vekil, vekâlet sözleşmesi gereği başkası adına işler yapmakla yetkilendirilmiş olan kişidir. Bu açıdan bakıldığında, bir taşınmazı vekâleten satın alan veya satan kimse, vekil olabilmektedir.Vekalet sözleşmesi, sonucu itibariyle güven ilişkisine dayandığından vekalet konusunun yerine getirilmesinde vekile düşen yükümlülük özen ve sadakat borcudur.Vekilin sadakat ve özen borcu, BK’nın 390/2. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddede “Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir surette ifa ile mükelleftir.” açıklaması ile işi özenle ifa borcunun sınır ve kapsamı çizilmiştir.Özen ve sadakat borcu, vekilin kendisine değil başkasına ait bir işi görmesinden ve işini gördüğü kimsenin menfaat ve iradesine uygun hareket etmesinin vekâletin zorunlu bir unsuru olmasından çıkarılabilir. Bu borç gereğince, gerek vekâletin devamı sırasında ve gerekse vekâlet ilişkisi sona erdikten sonra vekil, müvekkilin yararını sözleşmenin amacına uygun bir biçimde koruması gerekir. Başka bir ifadeyle, vekil sadakat borcu gereği olarak, müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak ve ona zarar verecek davranışlardan kaçınmak zorundadır. Bu yükümlülüğün gereği gibi yerine getirilmemesi halinde vekil, özen ve sadakat borcu nedeniyle müvekkilinin doğacak zararını tazminle yükümlü olacaktır.Öte yandan, BK'nın 392/1. maddesi uyarınca; müvekkilin istemi halinde vekil, vekâlet sözleşmesinin konusu olan ve yapmış bulunduğu işin hesabını, bilgi verme yükümlülüğü nedeniyle vermek durumundadır. Hesap verme borcu; vekilin göreviyle ilgili mali konularda, daha açık bir anlatımla aldığı mal veya paralar, yaptığı harcamalar hakkında ve aldığı avans ve masrafları nerelerde kullandığı hususlarında hesap vermek ve buna ilişkin belgeleri müvekkile ibraz etmek zorunluluğunu getirir. Hesap verme ve vekilin, müvekkile bilgi vermesi suretiyle, müvekkil, vekili denetlemek, vekile ifa edeceği işle ilgili talimatları vermek, talimatların ne ölçüde yerine getirildiğini tespit etmek olanağına kavuşmuş olmaktadır. Vekil ise, müvekkilin bu davranışları sayesinde, vekâlet sözleşmesi ile üstlendiği işi daha kolay gerçekleştirecek ve müvekkile her aşamada zaten hesap verdiği için, sözleşmenin bitiminde vekilin iade borcu daha kolay yerine getirilecektir. Zira böylece vekilin, kendisinin müvekkilden olan alacaklarının mahsubunun sağlanması ve ifa ettiği iş dolayısıyla ibra edilmesi daha kolay gerçekleşecektir. Vekil hesap verme borcunu yerine getirmekle, aynı zamanda müvekkilin kendisini muhtemel tazminat taleplerinden ibra etmesini sağlamak amacını güder. Hesabın doğruluğu ve işin gereği gibi yapıldığı tarafların birbirlerine karşı açacakları alacak davalarında tespit olunur.Ancak, müvekkil, sadece hesap verme borcunun yerine getirilmesi için değil, aynı zamanda vekilin vekâleti dolayısıyla aldığı ve kendisine vermesi gereken para veya diğer şeylerin teslimi ve vekâletin gereği gibi ifa edilmemesi dolayısıyla uğradığı zararın tazmini için de dava açabilecektir. Zira, yukarıda da belirtildiği üzere, BK'nın 390/2. maddesine göre vekil, müvekkile karşı vekaleti iyi bir surette ifa ile mükelleftir.Vekaletin, vekilin kabullendiği işin yapılması için, icap eden tasarrufları ifa salahiyetini kapsadığı, vekilin, müvekkilinin açık talimatına aykırı hareket edemeyeceği, vekilin sorumluluğunun genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin hükümlere tabi olduğu belirtilmiştir. Vekilin işin başarılı olması için mesleki bilgi ve deneyimleri ile hayat deneyimlerine ve işlerin normal oluşuna göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması, başarılı sonucu engelleyecek davranışlardan kaçınıp, tedbirli ve basiretli olarak hareket etmesi, özen borcunun konusunu teşkil eder.Sadakatle ifa genel bir anlatımla objektif iyiniyet kurallarına uygun olarak ifa şeklinde tanımlanmaktadır. O nedenle vekil, vekaleti ifada; özen ve sadakat yükümüne aykırı davranışta kusuru pek hafif olsa dahi sorumluluktan kurtulamayacak ve bu yüküme aykırı davranışları halinde uğranılan zararı tazmin etmek zorunda olacaktır."Dosya kapsamından, davalı arsa sahiplerince, 08.11.2005 ve 09.11.2005 tarihlerinde davacı yüklenici şirket ile şirket yetkilisi ... ve şirket çalışanı ...'e verilen vekaletnamelerin esasen taraflar arasında arsa payı inşaat sözleşmeleri düzenlenmesi ve ifası amacına yönelik olarak verildiği, vekaletnamede inşaat sözleşmesinin kurulması ve ifası için gerekmediği halde, davacı yararına intifa hakkı kurulması, taşınmazın satışı, vb gibi bir çok yetkinin yeraldığı, bu vekaletnamelere dayanılarak davalı arsa sahiplerine vekaleten davacı şirket çalışanı .... ile davacı şirket arasında arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapıldığı, inşaat sözleşmesinin tapuya şerh edilmesine rağmen sözleşmenin ifasına bir katkısı olmadığı halde davalıların taşınmazların üzerindeki tasarruf hakkını kısıtlayacak şekilde vekalet sözleşmesinin amacına aykırı olarak davacı şirket temsilcisi ve aynı zamanda arsa sahipleri vekili ... lehine 99 yıl intifa hakkı tesis edildiği, böylece vekilin vekalet görevini asili zararına olacak şekilde ve sadakat yükümüne aykırı şekilde aştığı, davalıların da güvenlerinin haklı olarak zedelenmesi sonucunda davacı yüklenici şirket ile şirket yetkilisi ... ve şirket çalışanı ...'i vekaletten azlettikleri anlaşılmıştır.Azil işlemine karşı sadece davacı şirket tarafından dava açıldığı, vekillikten azledilen ... ve ....'in dava açmadığı anlaşılmıştır.Bu durumda mahkemece sözleşme hükümleri, BK'nın yukarıda özetlenen 388/1. maddesi hükmü ve işin gelmiş olduğu aşama gözetilerek, sadece inşaat sözleşmesinin ifasına yönelik ve hüküm fıkrasında sınırları ve kapsamı açıkça belirtilecek yetkilerle sınırlı olacak şekilde belirlenecek yetkilerin davacı şirkete verilmesiyle yetinilmesi gerekirken, davalıların tasarruf yetkilerini kısıtlayacak, infazı kabil olmayacak ve HMK'nın 297/2. maddesi hükmüne aykırı şekilde davacı şirkete "noterden verilen vekaletnamedeki yetkilerin" verilmesi suretiyle hüküm kurulması doğru olmamıştır.Diğer yandan, asıl davada davalı....'ın isminin gerekçeli karar başlığında, Hamdiye olarak yazılması; asıl ve birleşen davada davacı şirketin unvanının ticaret sicili kaydına uygun olarak yazılmamış olması, HMK'nın 297/1-b maddesi hükmüne aykırı olmuştur.SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, asıl ve birleşen davada davalılar vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün asıl ve birleşen davada davalılar lehine BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde temyiz yolu açık olmak üzere 07.07.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.