MAHKEMESİ :Asliye Hukuk MahkemesiTaraflar arasındaki tazminata ilişkin asıl, muvazaalı satış işleminin iptali ve tapu iptali, tescile ilişkin birleşen davanın yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde asıl ve birleşen davada davacı ile asıl davada davalı vekillerince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü. - K A R A R -Asıl davada davacı vekili, davalı ...'ün kooperatifte müdür olarak görev yaptığı sırada usulsüz işlemler yaparak zimmetine para geçirdiğinin yapılan idari soruşturma neticesinde anlaşıldığını, hakkında açılan ceza davasının devam ettiğini ileri sürerek, idari soruşturmada kurum müfettişi tarafından tespit edilen 12.036,79 TL kurum zararının yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.Asıl davada davalı, davanın reddini istemiştir.Birleşen 2001/488 Esas sayılı davada davacı vekili, davalılardan ... aleyhine açılan ceza ve tazminat davasının derdest olduğunu, davalı ...'ün alacaklılardan mal kaçırmak kastıyla konutunu eşinin kardeşi olan diğer davalıya muvazaalı şekilde satıldığını, mezkur işlemin davalı ...'ün kooperatiften el çektirilmesinden hemen sonra gerçekleştiğini, davalının gelir seviyesi itibariyle konutunun satışını gerektirecek bir durum olmadığını ileri sürerek, muvazaalı satış işleminin iptali ile satışa konu konutun kooperatif adına tapuya tescilini talep ve dava etmiştir.Birleşen davada davalılar vekili, İİK'nın 277. maddesince açılan tasarrufun iptali davasının şartlarının bulunmadığını, ayrıca, müvekkili ...'ün zimmet suçundan açılan ceza davasının sonuçlanmadığını, davalının açığa alınmadan önce ...'ya tayini çıkması nedeniyle evini satıp ...'dan yeni taşınmaz almak istediğini, planları gerçekleşmeden iş aktinin feshedildiğini, davalının eşi ... ile diğer davalı ...'nin kardeş olmadıklarını, davalı Mehmet'in ekonomik açıdan davaya konu taşınmazı satın alabilecek durumda olduğunu, davalılar arasındaki satışın muvazaalı olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu, dosya kapsamı, Ağır Ceza Mahkemesi'nin kesinleşmiş dosyası ve ceza dosyasında alınan bilirkişi raporlarına göre; davalılardan ...'ün davacı kooperatif müdürü olarak görev yaptığı tarihlerde hakkında nitelikli zimmet ve özel belgede sahtecilik suçlarından dolayı ... Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2001/8 E. sayılı ceza davasının açıldığı, ceza dosyasındaki, kooperatife ait kayıt ve belgeler doğrultusunda bilirkişilerin 11.09.2003 tarihli raporlarına göre, davalı ...'ün destekleme bedelleri tutarları 755,82 TL, sahte senet tutarları olan 3.667,12 TL olmak üzere toplam 4.422,94 TL'yi zimmetine geçirdiği, aynı bilirkişilerin 13.12.2005 tarihli ikinci ek raporlarında davalının 351,23 TL'yi kooperatife yatırmadığının tespit edildiği, ayrıca davalının 26.02.1997, 12.03.1997, 11.07.1997, 30.09.1997, 16.08.1999 tarihlerinde çalışmadığı halde 79,40 TL tatil yevmiye parası aldığı, yine dava dışı kooperatif ortağı İbrahim Eğilmez'in borçlandırılmasına ilişkin 10.10.1996 tarih ve 1753 sayılı senet tutarı 24,37 TL'yi zimmetine geçirdiği, böylelikle davalının toplam 4.877,96 TL'yi değişik zamanlarda zimmetine geçirdiği tespit edilerek verilen mahkumiyet kararının Yargıtay'ca onanarak kesinleşmesi nedeniyle ceza yargılamasındaki hesaplamalara ve bilirkişi raporlarına itibar edileceği, birleşen davada TBK'nın 18. ve 19. maddelerinin uygulanma olanağının bulunmadığı, son oturumda tefhim edilen kısa kararda, birleşen dava hakkında hüküm kurulmamış ise de, birleşen dava hakkında hüküm kurulup taraflara tefhim edilmemesine rağmen tarafların kararı temyiz süresinin tebliğ tarihinden başlayacağı, bu yönden tarafların hak kaybına uğramayacağı gerekçesiyle, asıl davanın kısmen kabulü ile 4.877,96 TL'nin 01.01.2001 tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsiline, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.Kararı asıl ve birleşen davada davacı vekili ile asıl davada davalı vekili temyiz etmiştir.1-Birleşen dava, muvazaa nedeniyle satış işleminin iptali istemine ilişkindir.Tarafların tüm delilleri toplanıp, incelendikten ve son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin, HMK'nın 298/3. (HUMK'nın 388.) maddesi uyarınca kararı, gerekçesi ile birlikte yazması ve hüküm sonucunu HMK'nın 294/3. (HUMK'nın 389.) maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Ne var ki, uygulamada HMK'nın 294/4. (HUMK'nın 381/son) maddesi hükmüne dayanılarak zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucu tutanağa geçirilip, tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.İşte bu gibi hallerde, HMK'nın 294/3. (HUMK'nın 389.) maddesine uygun olarak tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara uygun olarak gerekçeli kararın yazılması zorunludur. Esasen, kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan el çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak bulunmamaktadır. HMK'nın 298/2. maddesi uyarınca, gerekçeli karar tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili ya da farklı olması, yargılamanın aleniyetine, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasa'nın 141. maddesi ile HMK'nın ve HUMK'nın yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir ödevdir. Aksi düşünce ve uygulama yargının, yargıcın ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile bağdaşmaz. Kısa ve gerekçeli karar arasında farklılık ve çelişki yaratılması halinde, 10.04.1992 gün ve 1991/7 Esas, 1992/4 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme kararı çerçevesinde, mahkemece, kısa karar ile bağlı kalınmadan, yeni bir kısa ve buna uygun gerekçeli karar verilmelidir. Somut olayda, kısa kararda "Davanın kısmen kabulüne” karar verilmesine ve birleşen dava hakkında bir karar verilmemesine rağmen, gerekçeli kararda "Birleşen davanın reddine” karar verilmiş olup, kısa ve gerekçeli karar arasında farklılık ve çelişki yaratılmıştır. Bu durumda, mahkemece, kısa karar ile bağlı kalınmadan, yeni bir kısa ve buna uygun gerekçeli karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir.2-Asıl dava, davacı kooperatifin önceki müdürünün sorumluluğuna dayalı, tazminatın tahsili istemine ilişkindir. Dava dosyasına ekli ve fotokopileri sunulan ceza dosyası kapsamından, Tarım Kredi Kooperatifleri ... Bölge Birliği Müdürlüğü'nün 13.01.1992 tarih ve 11/19-73 sayılı yazıları ile, asıl ve birleşen davada davalı ...'ün davacı kooperatife muhasebeci ünvanıyla atandığı, bu yazıya istinaden davacı kooperatif yönetim kurulunun 01.02.1992 tarih ve 12 sayılı kararı ile müdür vekili olarak göreve başlatılmasına karar verildiği, anlaşılmıştır.1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 98. maddesi yollaması nedeniyle kooperatiflerde de uygulanması gereken dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan TTK'nın 319/2. maddesi, "Anasözleşme ile temsil yetkisinin ve idare işlerinin hepsini veya bazılarını idare meclisi üyesi olan murahhaslara veya pay sahibi olmaları zorunlu olmayan müdürlere bırakabilmek için genel kurula veya yönetim kuruluna yetki verilebilir" hükmünü içermektedir. TTK'nın 342. maddesi yukarıda anılan 319/2. maddesi ile birlikte ele alındığında, şirkete müdür olarak atanan kişinin atanma yönteminin anasözleşmede öngörülmüş ve öngörülen şekilde genel kurula veya yönetim kuruluna bırakılmış olması ve tevdi edilen görevin de kooperatifin temsil ve idari, mali işlerinin önemli bir kısmını içermesi gerekir. Esasen, 1163 sayılı Kanun'un 58. maddesi de aynı ilkelere göre düzenlenmiştir. Anasözleşmede müdür atanması konusunda bir hüküm sevkedilmemişse, yönetimde TTK'nın 317. maddesi uyarınca sadece yönetim kurulu yetkilidir.Davalı, 1581 sayılı Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri Kanunu'nun 4., 5., 20. ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 98. maddesinin yollamasıyla TTK'nın 342. maddesinde düzenlenen icrai işlerden sorumlu müdür ise, bu dava 341. maddesinde yazılı usule tabidir. Mahkemece, öncelikle davalı ...'ün sıfatı araştırılmalıdır. Bu nedenle davacı ...'nin müdürü olan davalı ...'ün atanmasına ilişkin olarak anasözleşmede genel kurul veya yönetim kuruluna yetki verilip verilmediği araştırılmalı, yetki verilmiş ise, ... Merkez Birliğinden genel kurul ya da yönetim kurulu kararları ve ilgili genelgeler getirtilip, kooperatifin yönetimine ilişkin yetki ve görevleri, TTK'nın 319/2. maddesinde öngörülen şekilde temsil ve idari işlemlerin tamamı veya bir kısmını üstlenecek biçimde atanıp atanmadığı, başka bir deyişle TTK'nın 342. maddesi anlamında icrai müdür olup olmadığı, aynı Kanun'un 341. maddesi uyarınca sorumluluk davası açılması için genel kurulca karar alınması gerekip gerekmediği sorulmalıdır.Mahkemece, yukarıdaki araştırmanın sonucunda davalının özellikle TTK'nın 319/2. maddesinde öngörülen, temsil ve idari işlerinin tamamı veya bir kısmını üstlenecek bir biçimde atandığı, bir başka anlatımla anılan 342. madde kapsamında atanmış bir müdür olduğu sonucuna varılması halinde davalı hakkında açılan işbu sorumluluk davasında TTK'nın 341. maddesinde aranan usuli koşulların gerçekleşip gerçekleşmediği değerlendirilmelidir. 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 62. maddesi ve yine aynı Kanun'un 98. maddesi yollaması ile TTK'nın 336. maddesi uyarınca, yönetim kurulu üyeleri ya da 342. madde hükmüne tabi şirket müdürleri yasa ve anasözleşmenin kendilerine yüklediği görevleri kasden veya ihmal ile yerine getirmedikleri takdirde oluşacak zararlardan kooperatife karşı da sorumludurlar. Dava tarihi itibariyle yürürlükte olan yasal düzenlemelere göre Kooperatif tarafından yöneticilere ya da 342. madde hükmüne tabi şirket müdürlerine karşı açılan bir sorumluluk davasının görülebilmesi, TTK'nın 341. maddesi gereğince, genel kurulun bu yönde karar alması ve davanın tüm denetçiler tarafından açılmasına bağlıdır. Ancak anılan usuli eksiklikler dava şartı olmayıp, sonradan da tamamlanabilir.Somut olayda, asıl davada davalı ... aleyhine sorumluluk davası açılması yönünde genel kurulca alınmış bir karar bulunmadığı gibi dava, denetçiler ya da vekili tarafından da açılmamıştır. Bu durumda, mahkemece, davanın gelindiği aşamada görevde olan tüm denetçilerin belirlenmesinden sonra davacı tarafa HMK'nın 52, 53 ve 54. ( HUMK'nın 39. ve 40.) maddeleri uyarınca uygun bir kesin süre verilerek davalı hakkında eylemin kişi, konu ve kapsamını somutlaştıran bir sorumluluk davası açılmasına ya da işbu davaya muvafakat verilmesine ilişkin genel kurul kararının ibrazına ve davanın gelindiği aşamada görevde olan tüm denetçilerin belirlenip, davayı açan vekile denetçi sıfatıyla vekaletname vermelerine ya da asıl olarak davayı takip etmelerine olanak tanınması, bundan sonra esasa girilerek, taraf delilleri toplanıp değerlendirilerek, sonucuna göre bir karar verilmesi, verilen süre içerisinde vekaletname vermezler ya da asıl olarak takip edeceklerini bildirmezler ise ya da anılan şekilde alınmış bir genel kurul kararı ibraz edilmezse davanın açıklanan usul yönünden reddedilmesi gerekirken, anılan eksiklik giderilmeden yargılamaya devamla davanın esası hakkında karar verilmesi doğru görülmemiştir.3. Bozma nedenine göre; asıl ve birleşen davada davacı vekili ile, asıl davada davalı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir. SONUÇ: Yukarıda (1) no'lu bentte açıklanan nedenlerle, birleşen dava yönünden, (2) no'lu bentte açıklanan nedenlerle asıl dava yönünden hükmün re'sen BOZULMASINA, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle, asıl ve birleşen davada davacı kooperatif vekili ile asıl davada davalı ...'ün temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harçların istek halinde temyiz edenlere iadesine, asıl ve birleşen davada davacı yönünden kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık, asıl ve birleşen davada davalı ... yönünden karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 07.07.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.