Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 5234 - Karar Yıl 2016 / Esas No : 7417 - Esas Yıl 2016





MAHKEMESİ :Tüketici MahkemesiTaraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacılar vekillerince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.- K A R A R -Davacılar vekili, taraflar arasında imzalanan arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinde, 1 no'lu bağımsız bölümün %50 hissesinin müvekkillerine, %50 hissesinin davalıya ait olacağının, davalıya ait bu %50 hisse ile yine davalıya ait 2 no'lu bağımsız bölümün 300.000,00 TL bedelle müvekkillerine satılacağının kararlaştırıldığını, davalının kat irtifakında 2 no'lu bağımsız bölümü müvekkilleri adına tescil ettirdiğini, fakat müvekkillerine düşen bir adet bağımsız bölümü adlarına tescil ettirmediğini ve inşaatın henüz tamamlanmadığını buna rağmen, 300.000,00 TL asıl alacak ve 2.897,25 TL işlemiş faizi olmak üzere, 302.897,25 TL'nin tahsili amacıyla müvekkilleri hakkında icra takibi başlattığını ileri sürerek, müvekkillerinin davalıya borçlu bulunmadığının tespti ile kötüniyet tazminatının tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davacıların itirazı üzerine icra takibinin durduğunu, bu nedenle menfi tespit davası açılmasında hukuki yarar bulunmadığını, bağımsız bölümün davacı arsa sahipleri adına tescili ile birlikte satış bedelinin ödenmesi gerektiğini savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, takibe itiraz etmiş bulunan davacıların menfi tespit davası açmalarında hukuki yararlarının bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacılar vekili temyiz etmiştir. 1-Dava, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı alacağın tahsili amacıyla başlatılan icra takibinde borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkindir. 6502 sayılı Kanun'un 3. maddesi gerekçesinde eser sözleşmelerinin kanun kapsamına alınmasına herhangi bir açıklama getirilmemiştir. Ancak kanunun sistematiği nazara alındığında kanunda zikredilen eser sözleşmelerinden kastın; ticari ve mesleki olmayan amaçlarla, salt kişisel ihtiyaçları için kullanma ve tüketme amacıyla gerçek ve tüzel kişi ile tüketici arasında yapılan eser sözleşmeleri olduğu anlaşılmaktadır. Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmeleri 818 sayılı Mülga Borçlar Kanunu'nun 355 vd. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 470 vd. maddelerinde düzenlenen eser sözleşmelerinin kendine özgü bir türüdür. Bu sözleşmelerin bir tarafı arsa sahibi diğer tarafı yüklenicidir. Bu tür sözleşmelerde arsa sahibinin Tüketici Kanununda 3/k maddesindeki tüketici tanımına uymadığı açıktır. Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde arsa sahibi açısından güdülen amaç, arsasını değerlendirmektir. Bu nedenle arsa sahibinin arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi imzalarken güttüğü saikin 6502 sayılı Yasada tanımlanan tüketicinin saikinden farklı olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerine konu işin üst düzey teknolojiyi gerektirmesi, sözleşme kapsamında taşınmaz satış vaadi ve inşaat sözleşmelerinin de bulunduğu nazara alındığında 6502 sayılı Kanunda kanun koyucunun salt kullanma ve tüketme amacına yönelik mutfak, dolap yaptırmak araç tamiri yapmak gibi dar kapsamlı eser sözleşmelerini kastettiği, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinin ise bu kapsamda olmadığının kabulü gerekir. Bu durumda, uyuşmazlığın 6502 sayılı Kanuna göre Tüketici Mahkemelerinde değil genel hükümlere göre Asliye Hukuk Mahkemesinde çözümlenmesi gerektiği gözetilerek, göreve ilişkin dava şartı noksanlığı bulunduğu gerekçesiyle, davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.2-Bozma nedenine göre, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.3-Kabule göre, bir davanın korunmaya değer, güncel hukuksal yarar bulunmaması nedeniyle reddedilebilmesi için, davacı/borçluyu tehdit edebilecek tehlike ve savsaklamalara karşı onu koruma gereksinmesinin olmaması gerekir. Borçlunun, hakkında henüz icra takibi başlamadan önce de yapılabilecek olası bir takibi düşünerek, kendisini bir borçla tehdit eden kimseye karşı “böyle bir borcu bulunmadığının saptanması” için dahi menfi tespit davası açabileceği kabul edilmişken, hakkında yürümekte olan bir icra takibi olan borçlunun, bu davayı açmasında hukuki yararının bulunduğunda hiç kuşku olmadığı gibi, böyle bir davayı açmasına da hiçbir hukuki engel bulunmamaktadır. Alacaklının elinde İİK’nın 68. maddesinde sayılan belgeler bulunmaması, borçlu hakkında başlattığı icra takibine, borçlunun itiraz etmek suretiyle takibi durdurması da borçlunun menfi tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmadığını kabule yeterli olmayıp, bu halde dahi borçlu borç tehdidi altında olup, bu nedenle de menfi tespit davası açmakta hukuki yararı vardır. Kaldı ki, davacı/borçlunun borçlu olmadığını ileri sürerek ilamsız icra takibine itiraz etmesi, ancak takibin durmasını sağlamakta olup, icra takibini ortadan kaldırmamaktadır. Takibin iptali ise eldeki davanın açılmasından sonra gerçekleşen bir sonuçtur...'nun 2011/19-6222012/9 esas sayılı ilamı) Bu itibarla, mahkemece, davacı/borçlunun, takip dursa dahi bu davayı açmakta hukuki yararı bulunduğunun gözetilmemesi de hatalı olmuştur. SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, hükmün re'sen BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 01.12.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.