MAHKEMESİ :Asliye Hukuk MahkemesiTaraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü. - K A R A R -Davacı vekili, müvekkili ile davalı idare arasında Silahlı Özel Güvenlik Hizmeti Alımına ilişkin olarak 5 ayrı sözleşme imzalandığını, müvekkilinin yükümlülüklerini tam olarak yerine getirdiğini, ancak davalı idare tarafından müvekkili hak edişlerinden 5510 sayılı Kanun'un 81/1-ı maddesine dayanılarak haksız kesintiler yapıldığını, ihtara cevap alamadıklarını ileri sürerek, kesilen miktarın şimdilik 48.810,49 TL'lik kısmının kesinti tarihinden itibaren ticari faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, yapılan kesintilerin sözleşme ve mevzuata uygun olduğunu, davanın zamanaşımına uğradığını savunarak, davanın reddini istemiştir.Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davacı şirketin hak edişlerinden 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 81/1. maddesinin ''ı'' bendindeki açık hükme rağmen haksız olarak kesinti yapıldığı, bu kesintilerin kesinti tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıya iadesinin gerektiği, davacı tarafın ticari faiz talebinin ise davalı yönünden ihale yoluyla kamu hizmetinin satın almasının davacı şirkete ifa ettirilmesinde ticari nitelik bulunmadığından yerinde görülmediği, zamanaşımı def'inin yerinde olmadığı ve reddedildiği gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile, 48.057,56 TL'nin hak ediş tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faizleri ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.1-6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5. maddesinin yürürlükte bulunduğu dönemde Asliye Hukuk Mahkemeleri ile Ticaret Mahkemeleri arasındaki ilişki iş bölümü ilişkisi iken, 6335 sayılı Kanun'un 2. maddesi ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanun’un 5. maddesinde yapılan değişiklikle Asliye Ticaret Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasında ilişki görev ilişkisi olarak değiştirilmiş ve bu durumda göreve ilişkin usul hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Ancak, 6335 sayılı Yasa’nın 38. maddesi uyarınca 6102 sayılı TTK’na eklenen geçici 9. madde ile bu kanunun göreve ilişkin hükümlerinin, bu kanunun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden önce açılan davalarda uygulanmayacağı, bu davaların açıldıkları tarihte yürürlükte bulunan kanun hükümlerine tabi olduğu belirtilmiştir. Dava, 01.07.2012 tarihinden sonra açılmış olup, davaya konu alacak tacir olan tarafların ticari işletmesi ile ilgili olduğundan, dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6102 sayılı TTK'nın 4/1. madde hükmü uyarınca nispi ticari dava niteliğindedir. Ne var ki, mahkemenin yargı çevresinde Asliye Ticaret Mahkemesi bulunmamakta ise, 6102 sayılı TTK'nın 5/4. maddesinde Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davaya devam edilmesi ve görevsizlik kararı verilmemesi gerektiği açıkça öngörüldüğünden, bu davaya Asliye Hukuk Mahkemesi olarak bakılmasında bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Öte yandan, mahkemece, zamanaşımı def'inin reddinin gerekçesi açıklanmamıştır. YHGK'nın 06.04.2011 tarih ve 2010/3-727 E., 2011/75 K; Dairemizin 12.03.2014 tarih ve 2013/8037 E., 2014/1827 K. sayılı ilamında açıklandığı üzere;Dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunındaki sebepsiz zenginleşmeye ilişkin maddelerdeki düzenlemelere göre, sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan veya tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir. Sebepsiz zenginleşme bunlardan hangisi yoluyla gerçekleşmiş olursa olsun, sebepsiz zenginleşen, aleyhine zenginleştiği tarafa karşı, geri verme borcu altındadır.Hukuki işlemin borç doğurmasının nedeni irade açıklamasıdır. Sebepsiz zenginleşmenin borç doğurmasının nedeni kişinin iradesi dışında malvarlığında bir eksilmenin meydana gelmesidir. Bunun sonucu olarak, taraflar arasında malvarlıkları arasındaki değişim bir sözleşmeye, tarafların açıkladıkları iradeye dayanırsa, sebepsizlikten ve sebepsiz zenginleşmeden sözedilemez. Hukuki işlemlerden ve bunun en yaygın türü olan sözleşmeden doğan borçlarda, borçlunun borcunu anlaşmaya uygun olarak yerine getirmesi gerekir. Borçlu anlaşmaya uygun hareket etmezse, alacaklı borca aykırılık hükümlerini işletir ve mümkün ise borcun aynen ifasını, değilse doğan zararının giderilmesini talep eder. Bütün bu açıklamalara göre, sebepsiz zenginleşme alacaklıya, ikinci derecede (tali nitelikte) bir dava hakkı temin eder. Malvarlığındaki azalmanın başka asli nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemez.Nitekim, sözleşmeden doğan bir hukuki ilişkinin bulunduğu hallerde taraflar sebepsiz zenginleşmeye dayanan bir talepte bulunamazlar. Dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6098 sayılı BK'nın 393/1. maddesinde "Hizmet sözleşmesi, işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi ve işverenin de ona zamana veya yapılan işe göre ücret ödemeyi üslendiği sözleşmelerdir." şeklinde tanımlanmıştır. Hizmet akdinin satış, kira gibi akitlerden ayırımında bir zorluk bulunmamasına karşılık, vekalet, istisna gibi akitlerden ayrılmasında büyük güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Bu yüzden de hizmet akdi tarifinin, diğer akitlerden ayırıcı unsurları ihtiva etmesi gereklidir. 818 sayılı BK'nın 313. maddesindeki tariften, akdi karakterize eden unsurların bir iş ifası, ücret ve muayyen-gayri muayyen bir çalışma süresi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak hizmet akdini esaslı olarak diğer akitlerden ayıran asıl kıstas, tabiiyet rabıtasıdır. Bu nedenle hizmet akdini şu şekilde tarif etmek mümkündür. " Hizmet akdi öyle bir akittir ki, işçi bir ivaz mukabilinde muayyen veya gayri muayyen bir zaman için iş gücünü işverenin emrine tahsis ve onun direktifi altında işi ifa etmeyi taahhüt eder (Seza Reisoğlu, Hizmet Akdi-Mahiyeti, Unsurları-Hükümleri-, Ankara 1968, s. 38-39).Hizmet sözleşmesinin unsurlarını; hizmetin belirli veya belirli olmayan bir zaman içinde görülmesi, hizmet akdinin konusu olan edimin işverene ait işyerinde yerine getirilmesi, edimin ifası sırasında işverenin denetim ve gözetimi altında bulunması, edimin ücret karşılığında yapılması ve ücretin zaman esası üzerinden saptanması şeklinde belirlemek mümkündür. Ücret zaman itibariyle olmayıp yapılan işe göre verildiği takdirde dahi belirli ya da belirli olmayan bir zaman için alınmış veya çalışılmış oldukça hizmet akdi yine mevcuttur.Diğer taraftan hiçbir gruba girmeyen akitler Borçlar Kanunu'nun genel hükümleri, iyiniyet kuralları ve teamüllere göre çözümlenmelidir. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde: Somut olayda uyuşmazlık; tüzel kişi işveren davacının çalıştırdığı işçiler nedeniyle prim borcundan kaynaklanmakta olup, hizmetin görülmesi amaçlanmakla, hizmet temini sözleşmesi bulunmaktadır. Hizmet temini sözleşmelerinde hizmet veren taraf işçi veya hükmi şahıs olabilir. Her işveren gibi kamu kuruluşları da işyerlerinde görülen kimi işleri veya işyerinin bir bölümünü başka işverenlere devredebilirler. Ancak böyle bir devir durumunda işçi çalıştıran işverenin emir ve talimat verme hakkı tamamen kendisine ait olmalıdır. Bu durumda hizmet temini sözleşmesinden bahsedilebilir. Gerçekten, hizmet temini sözleşmelerinde işçilerin işe alınması, çalışma şartları ve biçimi, işçi sayısı gibi işverenin yönetim hakkına giren konularda davalının davacının hak ve yetkilerini sınırladığı görülmektedir.Ayrıca, hizmet sözleşmesi ile hizmet temini sözleşmeleri birbirlerinden farklılık arz etmektedir. Hizmet sözleşmesinin tarafları işçi ve işveren iken, hizmet temini sözleşmelerinde işçi hükmi şahıs da olabilir. Kendine has özellikleri olan akitler için ise dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun genel hükümleri uygulanmalıdır.Zamanaşımına ilişkin genel hüküm ise TBK'nın "On senelik zamanaşımı" başlıklı 146. maddesinde yer almakta; anılan madde: '' Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.'' hükmünü içermektedir. Dava, sözleşme ile yüklendiği edimini ifa eden davacının hak edişlerinden yapılan kesintinin akde aykırı olduğu iddiasıyla iadesine ilişkindir.Dava dilekçesi ve ekindeki belgeler ile yine yargılama sırasında verilen belgelerden, taraflar arasındaki bu sözleşme ilişkisine işaret edildiği anlaşılmaktadır.Şu durumda; davacının, davalı ile arasında kurulan bu sözleşme ilişkisine dayanarak ve akde aykırılık iddiasıyla hak edişlerinden yapılan kesintinin iadesini talep ettiğinin kabulü gerekir.Eldeki davada taraflar arasındaki ilişki hukuki nitelikçe “hizmet temini (alım) sözleşmesi” olup; kendine has özellikleri olan bu sözleşme türü için zamanaşımı süresini düzenleyen ayrık bir hüküm de bulunmadığından, TBK'nın zamanaşımı ile ilgili genel hükmü olan 146. maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımı süresi uygulanmalıdır. Mahkemece zamanaşımı def'inin yerinde olmadığı ve reddedildiği gerekçede belirtilmiş ise de, bu gerekçenin dayanakları hakkında gerekçede bir tartışma yapılmamış ise de, davalı vekilinin zamanaşımı def'inin reddi, sonucu itibariyle doğru olduğundan, uyuşmazlığın esasının incelenmesinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Diğer yandan, dava dilekçesinde, taraflar arasındaki hizmet alım sözleşmesine dayalı olarak, alacağın ticari faizi ile tahsili talep edilmiş olup; tarafların tacir olduğu, davaya konu alacağın ise tacirler arası sözleşmeden kaynaklandığı, davalı tacirin borcunun faizin doğduğu tarihte yürürlükte bulunan 6102 sayılı TTK'nın 19/1. madde hükmü uyarınca ticari nitelik gösterdiği, bu davanın aynı Kanun'un 4/1. madde hükmü uyarınca nispi ticari dava olduğu,tacirler arası bu sözleşmenin aynı Kanun'un 3. maddesi uyarınca ticari iş niteliğinde bulunduğu, tacirin ticari işlerde temerrüt faizi oranını düzenleyen 3095 sayılı Kanun'un 2/2. madde hükmü uyarınca avans oranında faiz isteme hakkını haiz olduğu gözetilerek, davacının ticari faiz istemi ile aynı anlama gelen avans faizine hükmedilmesi gerekirken, yasal faize hükmedilmesi de doğru olmamış ise de davacı tarafça hüküm temyiz edilmediğinden bu husus bozma nedeni yapılmamıştır.Bu açıklamalara ve dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.2-Davalı vekilinin faizin başlangıç tarihine yönelik temyiz itirazlarına gelince;Yukarıda da açıklandığı üzere, sözleşmeden doğan bir hukuki ilişki bulunduğu hallerde taraflar sebepsiz zenginleşmeye dayanan bir talepte bulunamazlar.Nedensiz zenginleşmede dava tarihinden önce yürürlükte bulunan 818 sayılı BK döneminde, sebepsiz zenginleşenin iyiniyetli olup olmaması ayrımı yapılmadan, (dava tarihinde yürürlükte bulunan TBK'nın 117/2. maddesinde ise sebepsiz zenginleşenin iyiniyetli olmaması halinde) haksız iktisap tarihinden itibaren temerrüt faizi istenebilir ise de, somut olayda, sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanan alacağın tahsili kapsamında talep edilen bedele borçlunun bir ihtar ile temerrüde düşürüldüğü tarihten itibaren faiz istenebilir. Hüküm altına alınan bedel yönünden davalı borçlu tarafından, dava tarihinden önce davacıya BK'nın 101. (TBK'nın 117) maddesine uygun şekilde miktar ve ödeme talebi içeren ihtarlar gönderilmiş olup mahkemece, davacı tarafça davalıya yazılan temerrüt ihtarı niteliğindeki bu yazıların davalı şirkete tebliğ edilip edilmediği üzerinde durularak, tebliğ edilmiş olduğunun tespiti halinde tebliğ tarihini izleyen günden; tebliğ edilmemiş ise dava tarihinden itibaren temerrüt faizine hükmedilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçe ile hak ediş tarihlerinden itibaren faize hükmedilmesi doğru olmamıştır.SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.