Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 4785 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 6531 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ :Ticaret MahkemesiTaraflar arasındaki rücuen tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hüküm süresi içinde davalı vekilince duruşmasız, davacı vekilince duruşmalı olarak temyiz edilmiştir. 5219 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucu HUMK'nın 438/I. maddesindeki parasal sınır, 5236 sayılı Kanun'un 19. maddesiyle HUMK’na eklenen Ek-Madde 4’te öngörülen yeniden değerleme oranı da dikkate alındığında 2014 yılı için 19.280,00 TL’dir.Temyize konu kararda dava değerinin 11.309,58 TL olması nedeniyle, duruşma isteğinin miktar yönünden reddiyle incelemenin evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten ve temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.- K A R A R -Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında Hizmet Alım Sözleşmesi imzalandığını, davacı yanında davalı hizmetlerinde çalıştırılan, dava dışı işçi ...'in kıdem ve ihbar tazminatının tahsili amacıyla açtığı dava sonucunda bedelin davalı ile müvekkilinden müştereken tahsiline karar verildiğini, müvekkili tarafından 26.05.2011 tarihinde 11.309,58 TL işçilik alacağının icra tehdidi altında ödendiğini ileri sürerek, ödenen miktarın tamamının ödeme tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, talebin zamanaşımına uğradığını, davacının müvekkilinden böyle bir talepte bulunamayacağını savunarak, davanın reddini istemiştir.Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; davalının zamanaşımı def'inin reddi gerektiği, kesinleşen mahkeme kararına göre davacı ve davalı kurumun işçiye karşı müştereken ve müteselsil sorumlu tutulduğu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 167. maddesinde (818 sayılı BK'nın 146. maddesi) müteselsil sorumluların arasındaki rücu ilişkisinin "Aksi kararlaştırılmadıkça veya borçlular arasındaki hukuki ilişkinin niteliğinden anlaşılmadıkça, borçlulardan her biri alacaklıya yapılan ifadan birbirine karşı eşit paylarla sorumludur. Kendisine düşen paydan fazla ifada bulanan borçlunun, ödediği fazla miktarı diğer borçludan isteme hakkı vardır." hükmüne yer verildiği, aynı Yasa'nın 168. maddesinde (818 sayılı BK'nun 147. maddesi) "Rücu hakkından istifade eden müteselsil borçlulardan her biri ifa ettiği miktar oranında alacaklı hakkına halef olur." şeklinde düzenleme yer aldığı, tarafların işçiye karşı müteselsil sorumlu olduğu ilama dayalı toplam borç miktarı olan 11.309,58 TL borcu davacının ödediği ve yasal düzenlemeler gereği 1/2'si oranına isabet eden kısmı talep edebileceği, sözleşmede de aksine bir düzenleme bulunmadığı gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile 5.654,79 TL'nin ödeme tarihi olan 26.05.2011 tarihinden itibaren değişken oranda avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.1)Dava, taraflar arasındaki hizmet alım sözleşmesi uyarınca dava dışı işçiye ödenen kıdem ve ihbar tazminatının rücuen tahsili istemine ilişkindir.Somut olayda anlaşmazlık; tüzel kişi işveren davacının çalıştırdığı işçiler nedeniyle ödenen kıdem ve ihbar tazminatından kaynaklanmakta olup, hizmetin görülmesi amaçlanmakla, hizmet temini sözleşmesi bulunmaktadır. Hizmet temini sözleşmelerinde hizmet veren taraf işçi veya hükmi şahıs olabilir. Her işveren gibi kamu kuruluşları da işyerlerinde görülen kimi işleri veya işyerinin bir bölümünü başka işverenlere devredebilirler. Ancak böyle bir devir durumunda işçi çalıştıran işverenin emir ve talimat verme hakkı tamamen kendisine ait olmalıdır. Bu durumda hizmet temini sözleşmesinden bahsedilebilir. Gerçekten, hizmet temini sözleşmelerinde işçilerin işe alınması, çalışma şartları ve biçimi, işçi sayısı gibi işverenin yönetim hakkına giren konularda davalının davacının hak ve yetkilerini sınırladığı görülmektedir.Diğer taraftan hizmet sözleşmesi ile hizmet temini sözleşmeleri birbirlerinden farklılık arz etmektedir. Hizmet sözleşmesinin tarafları işçi ve işveren iken, hizmet temini sözleşmelerinde işçi hükmi şahıs da olabilir. Kendine has özellikleri olan akitler için ise dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun genel hükümleri uygulanmalıdır.Zamanaşımına ilişkin genel hüküm ise "On Yıllık Zamanaşımı" başlıklı 146. maddesinde yer almakta; anılan madde: " Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir." hükmünü içermektedir.Eldeki davada taraflar arasındaki ilişki hukuki nitelikçe “hizmet temini (alım) sözleşmesi” olup; kendine has özellikleri olan bu sözleşme türü için zamanaşımı süresini düzenleyen ayrık bir hüküm de bulunmadığından, TBK'nın zamanaşımı konusundaki genel hükmü olan 146. maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımı süresi uygulanmalıdır. Somut olayda mahkemece, TBK'nın 146. maddesindeki zamanaşımı süresinin henüz dolmadığı gerekçesiyle yetinilerek zamanaşımı def'inin reddi gerekirken, aynı sonuca yazılı gerekçelerle varılması doğru olmamış ise de, zamanaşımının def'inin reddi sonucu itibariyle doğru olmuştur.4857 sayılı İş Kanunu'nun 2/6. maddesinde, “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.” hükmü bulunmaktadır. Dava konusu olayda da, davacı ile davalı arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi mevcut olup, davalı asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak İş Kanunu'ndan kaynaklanan yükümlülükler nedeniyle, alt işverenle birlikte müteselsilen sorumludur. Burada Kanundan kaynaklanan bir teselsül hali söz konusu olup, asıl ve alt işverenler, dış ilişki itibariyle (dava dışı işçiye karşı) müseselsilen sorumludurlar. İç ilişkide (alacaklıya karşı müteselsilen sorumlu olan borçlular arasındaki ilişkide) ise, bu husustaki nihai sorumluluğun hangi tarafa ait olduğu konusunda taraflar kendi aralarında sözleşme yapabilirler. Nitekim dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Türk Borçlar Kanunu'nun 167. maddesinde düzenlenen, “Aksi karşılaştırılmadıkça veya borçlular arasındaki hukuki ilişkinin niteliğinden anlaşılmadıkça, borçlulardan her biri, alacaklıya yapılan ifadan, birbirlerine karşı eşit paylarla sorumludurlar. Kendisine düşen paydan fazla ifada bulunan borçlunun, ödediği fazla miktarı diğer borçlulardan isteme hakkı vardır. Bu durumda borçlu, her bir borçluya ancak payı oranında rücu edebilir.” şeklindeki hükümde de, müteselsil sorumlulardan her birinin alacaklıya yapılan ifadan birbirlerine karşı genel olarak eşit paylarla sorumlu oldukları, ancak bunun aksinin kararlaştırılabileceği de açıkça belirtilmiştir. İşte müteselsilen sorumlu olan borçlular arasındaki iç ilişkide, bu konudaki sorumluluğun tamamen borçlulardan birine ait olacağı yönünde bir sözleşme yapılmış ise, tarafların serbest iradeleri ile düzenlemiş oldukları sözleşme hükümleri kendilerini bağlayacağından, dış ilişkide kanundan doğan teselsül gereğince borcu ödemiş olan müteselsil borçlunun, ödediği miktarın iç ilişkide borcun nihai yükümlüsü olan borçludan rücuen tahsilini talep edebileceği kabul edilmelidir. Somut olayda, taraflar arasında imzalanmış bulunan sözleşmenin 24. maddesi, “Yüklenicinin sözleşme konusu iş ile ilgili çalıştıracağı personele ilişkin sorumlulukları, ilgili mevzuatın bu konuyu düzenleyen emredici hükümleri ve Genel Şartnamenin Altıncı Bölümünde belirlenmiş olup, yüklenici bunları aynen uygulamakla yükümlüdür.” hükmünü içermektedir. Bu hükmün atıf yaptığı genel şartnamenin 38. maddesi ise, çalışanların özlük haklarının yüklenici tarafından ne şekilde ödeneceğine ilişkin düzenleme içermekte olup, davacının sigortalı işçisi olduğu ve davalı yanında hiç çalışması bulunmadığı anlaşılan dava dışı işçiye, davacı yüklenici tarafından kıdem ve ihbar tazminatı ödemesi yapılmış olması halinde, davalı alt işverene rücu edileceğine ilişkin açık bir hüküm bulunmamakta olup, sözleşmedeki anılan hükümler bu anlama gelmemektedir.Öte yandan, 4857 sayılı İş Kanunu'nun 120. maddesi ile yürürlükte bulunan 1475 sayılı İş Kanunu'nun 14/3. maddesi '' İşçilerin kıdemleri, hizmet akdinin devam etmiş veya fasılalarla yeniden akdedilmiş olmasına bakılmaksızın aynı işverenin bir veya değişik işyerlerinde çalıştıkları süreler gözönüne alınarak hesaplanır. İşyerlerinin devir veya intikali yahut herhangi bir suretle bir işverenden başka bir işverene geçmesi veya başka bir yere nakli halinde işçinin kıdemi, işyeri veya işyerlerindeki hizmet akitleri sürelerinin toplamı üzerinden hesaplanır. 12.07.1975 tarihinden itibaren işyerinin devri veya herhangi bir suretle el değiştirmesi halinde işlemiş kıdem tazminatlarından her iki işveren sorumludur. Ancak, işyerini devreden işverenlerin bu sorumlulukları işçiyi çalıştırdıkları sürelerle ve devir esnasındaki işçinin aldığı ücret seviyesiyle sınırlıdır. '' hükmünü içermektedir. Bu hüküm uyarınca da davacı tamamen kendi işyerinde çalıştırdığı, davalı yanında hiç çalışması olmayan işçinin kıdem tazminatının tamamından tek başına sorumludur.Diğer yandan, davacı yaptığı haksız fesih sebebiyle ihbar tazminatının doğmasına neden olmuştur. İhbar tazminatları ise, 4857 sayılı İş Kanunu'nun 17. maddesinde işçinin iş sözleşmesi süresi itibariyle belirlenmiş ve haksız fesheden işveren sorumlu tutulmuştur. Aynı Kanun'nun "İşyerinin veya Bir Bölümünün Devri" başlıklı 6. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında da "İşyeri veya işyerinin bir bölümü hukuki bir işleme dayalı olarak başka birine devredildiğinde, devir tarihinde işyerinde veya bir bölümünde mevcut olan iş sözleşmeleri bütün hak ve borçları ile birlikte devralana geçer. Devralan işveren, işçinin hizmet süresinin esas alındığı haklarda, işçinin devreden işçinin yanında işe başladığı tarihe göre işlem yapmakla yükümlüdür." hükmüne yer verilmiş olup, bu hükümle işveren değişikliği işyeri devri olarak kabul edilmiş ve "iş sözleşmesinin süresi" kavramına, tüm işverenlerin yanında çalışan süreler dahil edilmiştir. Bu durumda sözleşmede başka bir düzenleme yok ise kural olarak davalının ihbar tazminatının dava dışı işçinin diğer işverenler yanında süreler de dahil olmak üzere tüm çalışma dönemi dikkate alınarak belirlenmesi gerekir. Somut olayda ise, dava dışı işçi sadece davacı yanında çalışmış ve ihbar tazminatının doğmasına davacı neden olmuştur.Bu durumda mahkemece, sigortalı işçisine kıdem ve ihbar tazminatı ödemesi yapan ve haksız fesih sebebiyle ihbar tazminatı doğmasına neden olan davacının, taraflar arasındaki hizmet alım sözleşmesinde rücua ilişkin aksi yönde hüküm bulunmadığı, bu durumda İş Kanunu hükümleri uyarınca işçiye sorumluluğu bulunan ve bu sorumluluğunu yerine getiren davacının yaptığı ödemenin, somut olayda İş Kanunu hükümlerine göre işçiye sorumluluğu bulunmayan davalıdan yarısını dahi isteyemeyeceği ve davalıya rücu edemeyeceği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.2)Bozma nedenine göre, davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davalı yararına BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harçların istek halinde temyiz edenlere iadelerine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 22.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.