MAHKEMESİ :İş MahkemesiDavacı murisinin iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle 84.431.20 TL Maddi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine ilişkin hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi davalı vekilince istenilmesi ve de duruşma talep edilmesi üzerine, dosya incelenerek, işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 08.12.2015 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davalı vekili Avukat ... ile karşı taraf vekili Avukat ... geldiler. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü ve aşağıda karar tesbit edildi. 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine, 2-Dava 17.03.2006 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu ölen sigortalının hak sahibi babasının maddi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davacının maddi tazminat isteminin kabulüne karar verilmiş ve bu karar süresinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yerel mahkemece dava dilekçesinin yorumunda yanılgıya düşüldüğü gibi tazminata esas ücretin belirlenmesinde de hata yapıldığı görülmektedir. Davacı murisinin ölümüyle sonuçlanan iş kazasında sigortalının kusurunun bulunmadığı davalı işverenin % 40, dava dışı üçüncü kişilerin ise %60 oranında kusurlu olduğu dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Uyuşmazlık öncelikle davacının, dava açarken müteselsil sorumluluğa dayanıp dayanmadığı noktasında toplanmaktadır. Olay tarihinde yürürlükte bulunan mevzuata göre, birden çok kimsenin birlikte neden oldukları zarardan sorumluluklarını düzenleyen BK’nun 50. maddesi, ya da birden çok kimsenin değişik nedenlerle meydana getirdikleri aynı zarardan sorumluluklarını düzenleyen BK’nun 51. maddesi uyarınca ve aynı Yasanın 142. maddesi hükmüne dayanarak davacı, zararının tümünü müteselsil sorumlulardan biri aleyhine açacağı bir dava ile isteyebileceği gibi, sorumluların hepsi aleyhine açacağı bir dava ile de talep edebilir. Ancak, aynı Yasanın 141. maddesi gereğince teselsül, ister yasadan, ister sözleşmeden doğmuş olsun, bu kuraldan yararlanma hakkı sadece zarara uğrayanın, daha geniş bir deyim ile alacaklınındır. Zarara uğrayan (alacaklı), bu hakkını kullanmadıkça, yani müteselsilen tahsil isteğinde bulunmadıkça, mahkeme re'sen onun yararına teselsül kuralını uygulayamaz. Çünkü, hakim istek ile bağlı olup, istek dışı karar veremez. HMK’nun 26. maddesi buna engeldir. Ana kural bu olmakla ve davacının dava dilekçesinde müteselsilen sözcüğünü kullanmak suretiyle tahsil isteği bulunmamakla beraber; dava dilekçesindeki sözlerden ve ileri sürülen olaylardan ve bunların yorumundan, davacının dolaylı bir biçimde müteselsilen bir ödetme isteği bulunduğu anlaşıldığı takdirde, yukarıda belirtilen kuralın uygulanmasında yasal bir sakınca yoktur. Dairemizin ve giderek Yargıtay’ın yerleşmiş görüşleri de bu doğrultudadır. (Yargıtay HGK 15.05.1996 gün 1996/21-140E–1996/342K, 1996/21-104E-1996341K, sayılı kararları) Kuşku yoktur ki, yapılacak yorumlarda temel hüküm BK’nun 18. maddesidir. Bu genel yorum kuralı, dava sırasındaki bir beyanın, ya da dava ve cevap dilekçeleri ile tarafların yine dava sırasındaki yazılı bildirimlerinin yorumunda da uygulanır. Çünkü gerek dava dilekçeleri, gerekse tarafların dava sırasındaki sözlü ve yazılı diğer bildirimleri, kural olarak, birer hukuksal işlemdir ve her hukuk işlemi gibi BK’nun 18 ve MK’nun 2. maddeleri gereğince bildirimde bulunanın kullandığı sözlere bakılmayarak, afakî iyi niyet kurallarınca kullanılan sözlerden veya yazılardan ne gibi bir anlam çıkarılması gerektiği belli edilerek yorumlanmalı ve bu yorum sonucuna göre işlem yapılmalıdır. Temyiz incelemesine konu olan bu davada, davacı tarafından düzenlenen 05.07. 2009 günlü dava dilekçesinde, gerçekten açık bir şekilde müteselsilen sözcüğü kullanılmak suretiyle tahsil isteği mevcut bulunmadığı gibi, iş kazası sonucu ölüm nedenine dayalı olarak maddi tazminat isteminde bulunulurken, işvereninin kusurlu bulunduğu açıklandıktan sonra, kazalıya ve üçüncü kişilere yönelik atfı kabil kusur ve her türlü indirim nedenleri dikkate alınarak tazminat isteminde bulunulduğu açıkça ifade edilmiştir. Artık burada, davacının davalıdan gerçekleşecek kusuru oranında bir talepte bulunduğu açık olup müteselsil sorumluluğa dayandığından söz etmek mümkün değildir. Hal böyle olunca davalıdan kusuruyla sınırlı olarak tazminat isteminde bulunulduğu, müteselsil sorumluluğa dayanılmadığı göz ardı edilerek, dava dışı üçüncü kişilerin kusurundan kaynaklanan tazminattan davalının sorumlu tutulması usul ve yasaya aykırı olmuştur. Maddi tazminatın hesabında esas alınan ücretin belirlenmesine gelince: Mahkemece davacı vekilince bildirilen ve tanık beyanlarındaki ücretin Sosyal İş sendikası tarafından bildirilen sendikasız işçi ücretinden az olduğundan, davacı vekili ve tanık beyanlarına göre davacının asgari ücretin 3,94 katı düzeyindeki ücretle çalıştığının kabulü ile hak sahibinin maddi zararının hesaplandığı hesap bilirkişi raporu hükme esas alınmıştır. Uyuşmazlık, dava konusu olay nedeniyle maddi tazminatın hesaplanmasında esas alınacak ücretin belirlenmesine ilişkindir. İş kazası sonucu ölüm nedeniyle hak sahiplerinin maddi tazminatının hesaplanmasında, gerçek ücretin esas alınması koşuldur. Öte yandan, gerçek ücretin ise; işçinin kıdemi ve yaptığı işin özelliği ve niteliğine göre işçiye ödenmesi gereken ücret olduğu, işyeri veya sigorta kayıtlarına geçmiş ücret olmadığı Yargıtay’ın yerleşmiş görüşlerindendir. Davacının tecrübeli bir muhasebe sorumlusu olduğu dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden belli olmaktadır. Bu nitelikteki bir işçinin asgari ücretle çalışmasının hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine uygun düşmeyeceği, giderek, sigorta müfettişinin asgari ücret üzerinden yapmış olduğu saptamanın ve işyeri kayıtlarının gerçeği yansıtmadığı açık-seçiktir. Nitekim davacı taraf da ücrete itirazda bulunduğu gibi, davalı taraf da hükmün temyizi sırasında asgari ücretin üzerinde bir ücretle çalışıldığını doğrulamıştır. Davacının asgari ücretle çalışmadığının kabulü yerindedir. Ancak davacının olay tarihindeki ücretine ilişkin soyut tanık anlatımı ile davacı beyanı esas alınarak olay tarihinde 1.500,00-TL net ücretle çalıştığının kabulü ile hesaplama yapılması hatalı olmuştur. TİS uygulaması ve sendikal düzen bulunmayan davalı işyeri için, sendikanın emsal ücret bildiriminde bulunabilecek bir meslek kuruluşu olmadığı ortadadır. Yapılacak iş, davacı işçinin tecrübeli bir muhasebe sorumlusu olduğu ve bu nitelikteki birinin asgari ücretle çalışmayacağı kabul edilerek, ilgili meslek kuruluşundan, Türkiye İstatistik Kurumundan, bilinen devrede sigortalının alabileceği ücretleri sormak, benzer işyerlerinde çalışan ve emsal işi yapanların ücretlerini araştırılmak ve davalının temyiz aşamasındaki ücrete ilişkin beyanları da dikkate alınmak suretiyle işçinin gerçek ücretini belirlemek, belirlenen bu gerçek ücretle işçinin tazminatını yeniden hesaplatmak, hesaplanan bu zarardan Kurumca bağlanan gelirlerin ilk peşin değerinin rücu edilebilecek kısmını indirmek, usuli kazanılmış haklar gözetilerek sonucuna göre karar vermekten ibarettir. Mahkemece yukarıda açıklanan maddi ve hukuksal olgular dikkate alınmadan yazılı şekilde hüküm kurması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul olunmalı ve hüküm bozulmalıdır. SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA, davalı yararına takdir edilen 1.100.00 TL. Duruşma Avukatlık parasının karşı tarafı yükletilmesine, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davalıya iadesine 08.12.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.