MAHKEMESİ: Antalya 1. İş MahkemesiTARİHİ: 27/06/2006NUMARASI: 2003/924-2006/502Davacı, murisin iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.Hükmün taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi. 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici sebeplere, göre, davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2-Dava 15.08.2003 tarihinde meydana gelen zararlandırıcı sigorta olayı sonucu ölen sigortalının hak sahiplerinin maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.Mahkemece davacıların dava dilekçelerinde müteselsil sorumluluğa dayanmadığından bahisle işveren davalının kusuruyla sınırlı olarak zararın hesaplandığı hesap raporu esas alınmak suretiyle davacı çocukların maddi zararları sigorta tahsisleri peşin sermaye değeri ile karşılandığından maddi tazminat taleplerinin reddine, davacı eşin maddi tazminat talebinin k??smen kabulüne ve manevi tazminat talepleriyle ilgili olarak da talep gibi manevi tazminata karar verilmiş olup, dava dilekçesinin yorumunda yanılgıya düşülmek suretiyle maddi tazminatın belirlenmesinde hata yapıldığı anlaşılmaktadır.Uyuşmazlık davacıların, dava açarken müteselsil sorumluluğa dayanıp dayanmadıkları noktasında toplanmaktadır. Birden çok kimsenin birlikte neden oldukları zarardan sorumluluklarını düzenleyen BK. nun 50. maddesi, ya da birden çok kimsenin değişik nedenlerle meydana getirdikleri aynı zarardan sorumluluklarını düzenleyen BK. nun 51. maddesi uyarınca ve aynı Yasanın 142. maddesi hükmüne dayanarak davacı, zararının tümünü müteselsil sorumlulardan biri aleyhine açacağı bir dava ile isteyebileceği gibi, sorumluların hepsi aleyhine açacağı bir dava ile de talep edebilir. Ancak, aynı Yasanın 141. maddesi gereğince teselsül, ister yasadan, ister sözleşmeden doğmuş olsun, bu kuraldan yararlanma hakkı sadece zarara uğrayanın, daha geniş bir deyim ile alacaklınındır. Zarara uğrayan (alacaklı), bu hakkını kullanmadıkça, yani müteselsilen tahsil isteğinde bulunmadıkça, mahkeme re'sen onun yararına teselsül kuralını uygulayamaz. Çünkü, hakim istek ile bağlı olup, istek dışı karar veremez. Usulün 74. maddesi buna engeldir.Ana kural bu olmakla ve davacının dava dilekçesinde müteselsilen sözcüğünü kullanmak suretiyle tahsil isteği bulunmamakla beraber; dava dilekçesindeki sözlerden ve ileri sürülen olaylardan ve bunların yorumundan, davacının dolaylı bir biçimde müteselsilen bir ödetme isteği bulunduğu anlaşıldığı takdirde, yukarıda belirtilen kuralın uygulanmasında yasal bir sakınca yoktur.Dairemizin ve giderek Yargıtay’ın yerleşmiş görüşleri de bu doğrultudadır. Kuşku yoktur ki, yapılacak yorumlarda temel hüküm BK. nun 18. maddesidir. Bu genel yorum kuralı, dava sırasındaki bir beyanın, ya da dava ve cevap dilekçeleri ile tarafların yine dava sırasındaki yazılı bildirimlerinin yorumunda da uygulanır. Çünkü, gerek dava dilekçeleri, gerekse tarafların dava sırasındaki sözlü ve yazılı diğer bildirimleri, kural olarak, birer hukuksal işlemdir ve her hukuk işlemi gibi BK. nun 18 ve MK. nun 2. maddeleri gereğince bildirimde bulunanın kullandığı sözlere bakılmayarak, afakî iyi niyet kurallarınca kullanılan sözlerden veya yazılardan ne gibi bir anlam çıkarılması gerektiği belli edilerek yorumlanmalı ve bu yorum sonucuna göre işlem yapılmalıdır. Temyiz incelemesine konu olan bu davada, davacı tarafından düzenlenen 31.10.2003 günlü dava dilekçesinde, gerçekten açık bir şekilde müteselsilen sözcüğü kullanılmak suretiyle tahsil isteği mevcut değildir. Ne var ki, davacı, bir iş kazasında ölen miras bırakanın olayda hiçbir kusuru bulunmadığını açıkça vurgulamış ve üstelik davalıya belli oranda bir kusur atfetmek suretiyle iddiasını da sınırlamamış ve sonuçta (fazlaya ait talep haklarını saklı tutmak suretiyle) zararının tümünü davalı işverenden istemiştir artık burada, davacının davalıdan gerçekleşecek kusur oranında bir talepte bulunduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Bir davacının kendilerinin tamamen kusursuz olduğundan söz ederek zararlı sonucu meydana getiren müteselsil borçlulardan biri aleyhine açtığı bir davada zararının tümünü talep etmesi, örtülü olarak değil, aksine BK.nun 142. maddesinde öngörülen teselsül kuralına açık bir şekilde dayandığının belirgin bir kanıtıdır; bu gibi durumlarda, müteselsilen sözcüğünün dava dilekçesinde kullanılmamış olması sonuca etkili değildir.Öte yandan işverenin kendi kusurunu aşan bölüm için kusurlu üçüncü kişilere rücu imkanın olduğu da ortadadır. Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın ve özellikle davalının zararın tümünden sorumlu olduğu ve davada teselsül kuralına dayanıldığı gözetilerek, gerçekleşen zararın istek doğrultusunda tahsiline karar verilmek gerekirken, davanın müteselsil sorumluluk esasına göre açılmadığına ilişkin hatalı bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, aşadığıda yazılı temyiz harcının temyiz edenlerden davalıya yükletilmesine, 23.10.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.