MAHKEMESİ :İş MahkemesiDavacı, Kurum tarafından gönderilen ödeme emirinin zamanaşımı nedeniyle iptaline karar verilmesini istemiştir.Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kabulüne karar vermiştir.Hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.K A R A RDava; Limited Şirket ortağı olan davacının Kurum tarafından kendisine prim borcundan dolayı çıkartılan ödeme emrinin iptali davasıdır.Yerel Mahkemece; davada, ödeme emrine konu borçlar 5 yıllık zamanaşımına tabi olup davacıya ödeme emrinin 31.07.2015 tarihinde tebliğ edildiği gözetildiğinde takibe konu pirim ve gecikme zammı alacağının zamanaşımına uğradığı, dosyada zamanaşımını kesen veya durduran herhangi bir belgeye rastlanmadığı gerekçesiyle davanın kabulü ile dava konusu ödeme emrinin iptaline karar verilmiştir.Karar davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.Davanın hukuki dayanağı 5510 sayılı Kanunun 88. maddesidir. 5510 sayılı Kanunun 88. maddesinde Kurum tarafından tahakkuk ettirilen prim borçlarının ödenmesi usulleri düzenlenmiştir.5510 sayılı Kanun 88/16. fıkrasında; “Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanunun 51 nci, 102 nci, 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeler uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanılır”.5510 sayılı Kanun 88/19. fıkrasına göre, “Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer İş Mahkemesi yetkilidir. Yetkili İş Mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz”.Aynı maddenin 20. fıkrasında “Kurumun Sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsiler sorumludurlar” hükmü düzenlenmiştir.Yine 21. fıkrada da; ''Kurum kamu idarelerinde işyerinin özelliği nedeniyle primlerin farklı zamanlarda ödeme süresini belirlemeye yetkilidir. Prim alacaklarının tahsili için muacceliyet tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde icra yoluna başvurmayan Kurum yetkili personeli hakkında genel hükümlere göre kovuşturma yapılır” hükmü düzenlenmiştir. 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulu Hakkında Kanunun 35. maddesine göre; ''Limited Şirket ortakları, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar.Ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı devreden ve devralan şahıslar devir öncesine ait amme alacaklarının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur.Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur”.Aynı Kanunun mükerrer 35. maddesinde ise “Kanuni Temsilcilerin Sorumluluğu” düzenlenmiştir. Buna göre; “Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığında tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir”.5510 sayılı Kanunun 88/20. fıkrasına koşut mülga 506 sayılı Kanun 80/12. fıkrasında; “Sigorta primlerini haklı sebepleri olmaksızın, birinci fıkrada belirtilen süresi içerisinde tahakkuk ve tediye etmeyen kamu kurum ve kuruluşların tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri mesul muhasip, sayman ile tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri kuruma karşı, işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur”. Dosyada, davacı ... dava dışı ...Ltd. Şti'nin ortağı ...'ın mirasçısıdır. Kurum tarafından 1995 - 1998 yılları arasındaki prim borçlarından dolayı dava dışı şirketin sorumluluğu cihetine gidilmiştir. Muris ..., Ticaret Odası kayıtlarına göre 18.11.1992 tarihinde kurulan şirketin iki kurucu ortağından birisidir. İlgili Limited Şirket bünyesinde 13.06.1997 tarihli Ortaklar kurulu kararı ile muris ... %50 oranında hisseye sahiptir. ... ekli veraset ilamına göre 1994 tarihinde ölümü ile mirasçıları davacı ... ile çocukları ... ve ... kalmıştır.Limited Şirket de şirketin borçlardan sorumluluğu sermayesi ile sınırlıdır. Bu borçlardan dolayı şirket ortaklarına gidilebilmesi için ise şirket sermayesinin borcu karşılayamayacağının anlaşılması halinde mümkündür.Bu durumda Limited Şirket hakkında doğan kamu alacağının tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması halinde Limited Şirket ortağı hakkında borç ne zaman istenebilir hale gelecektir ve zamanaşımı süresi ne zaman başlayacaktır?6098 sayılı TBK'nın 149. maddesinde “Zamanaşımının Başlangıcı” düzenlenmiştir.Maddeye göre; ”Zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar. Alacağın muaccel olmasının bir bildirilme bağlı olduğu hallerde, zamanaşımı bu bildirinin yapılabileceği günden itibaren işlemeye başlar.”818 sayılı eski BK. 128. maddesinde de: “Mürüruzaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar; alacağın muacceliyeti bir ihbar vukuuna tabi ise müruruzaman bu haberin verilebileceği günden itibaren cereyan eder.” Bu konuda ayrıca öğretideki görüşlerde şöyledir. “6183 sayılı AATUK'nun 35. maddesi, limited ortaklık ortaklarının ortaklıktan tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hissesi oranında sorumlu olacağını düzenlemiştir. Öncelikle burada ortakların sorumluluğu ikinci derecededir.6183 sayılı AATUK’nun 3. maddesinde amme alacağı kavramı, Kanunun 1 ve 2. maddesi kapsamına giren alacaklar olarak belirtilmektedir. Bu düzenlemelere bakıldığında, amme alacağı kavramının sadece vergi borçlarının değil, ayrıca özellikle devlete ve diğer kamu kurumlarına ait resim, harç, vergi cezası, para cezası gibi asli ve gecikme zammı faiz gibi feri alacakları ve bunların takip masraflarını kapsamaktadır. Dolayısıyla bu kapsamdaki limited ortaklığın kamu borçlarından dolayı, kanuni şartlar oluşursa, limited ortaklık ortaklarına da başvurulabilmesi olanaklıdır.Böylelikle amme alacakları bakımından kamu kurumlarına ayrıcalık tanınmış olmaktadır. Gerçektende ortaklığın normal alacaklıları (örneğin bir banka, ortaklığa mal satan tacır vs...) hiçbir şekilde ortakları takip edemezken, kamu kurumları kamu alacaklarından dolayı ortaklara başvurabilecektir. Böylelikle kamu kurumlarına diğer alacaklılara oranla imtiyaz sağlandığı söylenebilir.Ortaklara başvurunun kanuni şartları bakımındansa şunlar belirtilmelidir.Bir kere, ortakların ortaklığın kamu borçlarından dolayı sorumluluğu, ikinci derecededir. Birinci derecede sorumluluk limited ortaklık tüzel kişiliğine aittir. Amme borcundan dolayı ortakların şahsi malvarlığına başvurulabilmesi, ancak bunun ortaklıktan tahsil edilememesi şartına bağlıdır. Tahsil edilememe durumununda aciz fişi veya aciz vesikasıyla belirlenmiş olması gerekir” (Oruç Hami Şener - Teorik ve Uygulamalı Ortaklıklar Hukuku – Kasım 2012 - S 711 vd.).“İfa zamanı teriminden şu iki anlam çıkarılabilir. İfa zamanı önce, alacaklının edimin ifasını isteyebileceği ve bu amaçla dava açabileceği anı anlatır; buna kısaca alacağın muacceliyeti adı verilir. İfa zamanı, borçlunun edimi ifaya izinli bulunduğu anıda gösterir; buna da alacağın ifa edilebilirliği denir. Alacağın muaccel olduğu anda, kural olarak ifasıda mümkündür.Alacağın muacceliyeti ve ifa edilebilirliği kural olarak, aynı anda meydana geldiği için bazıları muacceliyeti borcun istenebileceği ve ifa edilebileceği an olarak tanımlamışlardır. Fakat aslında, alacağın muaccel (istenebilir) olduğu an, alacaklının edimin ifasını isteyebileceği ve bu amaçla dava açabileceği andır. Şu halde, alacağın istenebilmesi için, onun sadece muaccel olması gereklidir. Bundan başka, muacceliyet, temerrüdün (ifa etmemede direnmenin) sonuçlarının doğması ve yıllanmanın başlaması içinde geçerlidir” (Kenan Tunçomağ – Türk Borçlar Hukuku - Genel Hükümler – 1976 – Sayfa 684 vd.).“Her borç ilişkisinde borçlunun üstlendiği edimin ifa edileceği bir zaman söz konusudur. İfa için bir vadenin kararlaştırılmadığı hallerde de yine bir ifa zamanı vardır. Bu durumda, edim borç ilişkisinin kurulduğu anda derhal ifa edilecektir. Bu nedenle, ifa zamanını vade ile karıştırmamak gerekir.İfa zamanı, kaynağı ne olursa olsun, bütün borç ilişkilerinde söz konusudur. Bu nedenle, BK’nun ifa zamanına ilişkin hükümleride bütün borç ilişkileri için geçerlidir.İfa zamanı, borçlunun edimini ifayla yükümlü olduğu, alacaklının ise edimin ifasını isteme yetkisini kazandığı zaman parçasıdır. Bu nedenle borcun doğumu ile borcun ifa zamanı kavramlarını birbirinden ayırdetmek gerekir. Borcun doğduğu anda ifa edilmesi gerekebilir. Bu durumda borcun doğumu ile ifa zamanı aynıdır. Ancak, borçlu bir vadeden yararlanabilir. Bu durumda borcun doğumu ile ifa zamanı farklıdır. Borç doğduğu halde, ifa zamanı gelmemiştir.İfa zamanının borç ilişkisinde birçok açıdan önemi vardır.Borç ilişkisinden doğan alacak haklarının zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması için, ifa zamanının gelmiş olması gerekir. TBK m. 149 f.I (eski BK. m. 128) hükmüne göre; “Zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar”. O halde, borç ilişkisinden doğan alacak hakkının tabi olduğu zamanaşımı süresi buna ilişkin borcun muaccel olmasıyla birlikte işlemeye başlar; bu sürenin tamamlandığı anda borç zamanaşımına uğrar. Buna göre, borç için öngörülen zamanaşımı süresi, borç ilişkisinin doğduğu anda değil, bu ilişkiden doğan borcun muaccel olduğu (ifa zamanının geldiği) andan itibaren işlemeye başlayacaktır” (Ahmet M. Kılıçoğlu – Borçlar Hukuku Genel Hükümler - Ankara 2016 - Sayfa 570 vd.).“İfa zamanı birbirinden farklı iki anlamda kullanılır. İfa zamanı her şeyden önce alacaklının borçludan edimin ifasını isteyebileceği, gerektiğinde bu amaçla dava açabileceği, borçlununda edimi ifa zorunda olduğu zamanı ifade eder. Bu anlamda ifa zamanına “borcun muacceliyeti” veya borcun muaccel olduğu zaman” denir. Muacceliyet, borç veya alacağın bir niteliğidir. Alacağı talep hakkı, borcun muaccel olduğu anda doğar. Gerçekten, alacak hakkı borç ilişkisi kurulduğu anda doğar. Bu nedenle alacaklı, borç muaccel olmadan edimin ifasına isteyemez. Zira muacceliyet anından önce edim borçlanılmış olmakla birlikte, henüz istenilmesi veya dava edilmesi mümkün değildir. Kaldı ki, borç muaccel olsa bile, alacaklı, zamanaşımı veya hak düşürücü sürenin sonuna kadar bunu talep ve dava edip etmemekte serbesttir. Sürekli borçlarda ifa zamanı her edimin muaccel olduğu anda başlar. Borçlunun temerrüdü ve alacak zamanaşımı süresinin başlaması için, borcun muaccel olması gerekir.İkinci anlamda ifa zamanı, borcun borçlu tarafından ifa edilebileceği anı gösterir. Buna “borcun ifa edilebilirliği” de denir. Burada borçlu, muacceliyet anına kadar borçlanılan edimin ifa zamanı yönünden bir seçim hakkını sahiptir. Bunun sebebi, vadenin borçlu lehine konulmuş olmasıdır. Bu hak nedeniyle borçlu dilerse borç muaccel olmadan da edimi yerine getirebilir. Bu takdirde vaktinden önce ifa söz konusu olur.Borcun muacceliyet ve ifa edilebilirliği ilke olarak aynı zamanda gerçekleşir. Ancak bazı hallerde borç ifa edilebilirlikten önce muaccel, muaccellikten öncede ifa edilebilir hale gelebilir'' (Fikret Eren – Borçlar Hukuku Genel Hükümler – Ankara 2012 – Sayfa 946 vd.).“Zamanaşımı süresinin başlangıç anı, zamanaşımı süresi açısından çok önemlidir; zira, süre ancak başlangıç anına nazaran hesaplanabilir. Genel Kural: TBK 149/1 uyarınca (aynı şekilde bkz. UNID- ROIT 10.2 I; PECL 14: 203 I; DCFR III- 7: 203/I), zamanaşımı süresi alacağın muaccel olması anından itibaren işlemeye başlar. Zira, alacaklı, ancak bu andan itibaren borçlusuna başvurabilir, alacak talep edilebilir hale gelir” (Pierre Tercier - Pascal Pichonnaz - H. Murat Develioğlu - Borçlar Hukuku – Genel Hükümler – Mart 2016 - Sayfa 487 vd.).“Zamanaşımı süresi alacağın muaccel olması ile işlemeye başlar. Sürenin, alacağın muacceliyetinden itibaren işlemeye başlayacağına ilişkin bu temel kural, eski BK. m. 128’de öngörülmektedir. Genel olarak, zamanaşımı başlangıcı başlıklı eski BK. m. 128 bu durumu, “zamanaşımı alacağın muaccel olduğu zamandan başlar, alacağın muacceliyeti bir ihbar vukuna tabi ise zamanaşımı bu haberin verilebileceği günden itibaren cereyan eder” şeklinde ifade etmektedir.Alacaklının borçlardan, borcun ifasını isteyebileceği, borçlununda bunu yerine getirmek zorunda olduğu andan itibaren alacak muaccel hale gelir. Kanun veya sözleşme farklı bir düzenleme getirmediği ya da işin niteliği aksini gerektirmediği takdirde, borç doğumu anından itibaren muacceldir (eski BK 74). Bu andan itibarende, alacak hakkında zamanaşımı işlemeye başlar. Diğer hallerde ise borç, doğumundan sonraki bir tarihte muaccel olmaktadır. Bu durumda zamanaşımı, borcun doğumundan sonraki bir tarihte, ancak yinemuacceliyet anından itibaren işlemeye başlar. Önemle belirtmek gerekir ki, zamanaşımının işlemeye başlaması için alacağın muaccel olması yeterli olup, borçlunun ayrıca temerrüde düşmesine gerek yoktur” (Mehmet Erdem - Özel Hukukta Zamanaşımı - 2010 - Sayfa 162).“İfa zamanı en çok kullanılan anlamı ile TBK. m. 90 vd’da ifade edildiği üzere, alacaklının borcun ifasını talep yetkisini kullanma imkanının başladığı anı ifade eder. Bu andan sonradır ki borçlu, alacaklının ifa talebine uymak zorundadır. Bu anlamda ifa anının gelmesine borcun muaccel olması (borcun güncelleşmesi = Exigibilite, Faelligkeit) denilir. Alacaklı ancak bundan sonadır ki alacağını dava edebilir, alacak için zamanaşımı bu andan itibaren işlemeye başlar" (M. Kemal Oğuzman - M. Turgut Öz - Borçlar Hukuku Genel Hükümler - Cilt 1 - 14. Bası - Sayfa 313 vd.).“İfa zamanı (günü) gelmiş borç, alacaklı tarafından ifası talep edilebilir “muaccel” borç demektir; aynı zamanda borçlu tarafından “ifa edilebilir” borç anlamınada gelir. Günü gelmiş (muaccel) borç ifa edilemezse borçlu temerrüdü, ifa edilebilir borcun ifası kabul edilmezse alacaklı temerrüdü oluşabilir. Demek ki muacceliyet borçlu temerrüdünün, ifa edilebilirlik alacaklı temerrüdünün ön koşuludur.İfa (ödeme) günü gelmiş olan borç “muaccel” olmuş (acelesi olan) borç demektir. Muaccel olmuş bir borcun derhal ifası istenebilir. Muacceliyetle, alacak hakkı gerçek bir talep hakkına dönüşmüş olur. Eğer ifa talebine uyulmazsa, yerine göre, formaliteli (ihtarlı ve süreli) veya formalitesiz (ihtarsız ve süresiz) olarak “borçlu temerrüdü” hükümleri devreye sokulabilir. Muacceliyet bu anlamda, borçlu temerrüdünün ön koşuludur. Doğup oluşmuş olduğu halde henüz muaccel olmamış (olgunlaşmamış, ifa günü gelmemiş) bir borcun ifa edilmesi yolundaki istem, borçlunun muacceliyet eksikliğine ilişkin savunmasıyla püskürtülür. Bu savunma ortaya atılmasa bile “dava temelinin yetmezliği” olgusu olarak yargıç tarafından görevinden ötürü dikkate alınır ve davanın reddine yol açar. Henüz muaccel olmamış bir borç için borçlu temerrüdüne de düşülmez.Muacceliyet gününde zamanaşımı süresi de işlemeye başlar. Artık bu andan sonra alacaklıda kolları sıvayıp edimini bir an önce talep etmelidir" (Kocayusufpaşaoğlu/ Hatemi/Serozan/Arpacı - Borçlar Hukuku - Genel Bölüm Üçüncü Cilt - İstanbul 2014 - Sayfa 52 vd.). "Türk Ticaret Kanununun 573. maddesine göre Limited Şirket bir veya daha çok gerçek veya tüzel kişi tarafından bir ticaret ünvanı altında kurulur; esas sermayesi belirli olup bu sermaye esas sermaye paylarının toplamından oluşur.Limited Şirket, borç ve yükümlülükleri dolayısıyla sadece malvarlığıyla sorumludur (m. 602). Limited ortaklık ortaklarının ortaklık alacakları karşısında sorumlulukları yoktur. Onlar aleyhine ortaklık borçları için herhangi bir takip yapılamaz. Ancak kamu borçları hakkında farklı bir düzenleme söz konusudur. 6183 sayılı Kanunun 35/1. maddesine göre; “Limited Şirket ortakları, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan kamu alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar". Doğrudan ortaklara başvurabilmek için amme borcunun ortaklıktan tahsil edilememiş olması gerekmektedir. Ortakların sorumluluğu ise sermaye hisseleri oranındadır" (Berna Öztürk - Türk Sosyal Güvenlik Hukukunda Primler - Ankara 2016 - Sayfa 254)."TBK. m.149/f. 1'e göre; "Zamanaşımı süresi alacağın muaccel olduğu zamandan itibaren işlemeye başlar". Diğer bir ifade ile zamanaşımı alacaklının alacağını talep edebileceği andan itibaren işler. İfası derhal talep edilebilen alacaklarda zamanaşımı, alacağın doğumu ile beraber işlemeye başlayacaktır. Bu hususta bir borcun ne zaman doğduğunu saptamak zamanaşımı bakımından büyük önem taşır. Gerçekten İşviçre Fedaral Mahkemesi saklama (vedia) sözleşmesinde veya bir servetin idaresine ilişkin vekalet sözleşmesinde, emanet bırakılan şeyin veya idare edilen servetin iadesi borcunun zamanaşımının başlangıcını tayin edebilmekiçin borcun ne zaman doğduğunu belirleme gereği ile karşılaşmıştır. Fedaral Mahkemeye göre söz konusu iade borçları, ancak saklama veya vekalet sözleşmesi sona erince doğar. Sözleşme devam ederken saklayanın borcu verileni saklamak, idare işini üzerine alanın borcu idare etmektir. Bu borç sona ermedikçe iade borcu doğmaz. Geciktirici koşula bağlı alacaklarda, alacak koşulun gerçekleşmesi ile doğar ve zamanaşımı bu tarihten itibaren işler. Muacceliyeti bir vadeye bağlı alacaklarda, zamanaşımı vadeden itibaren işleyecektir" (M . Kemal Oğuzman - M . Turgut Öz - Borçlar Hukuku Genel Hükümler - Cilt 1 - 14. Baskı İstanbul 2016 - Sayfa 593 vd.). "Avukatlık sözleşmesinden doğan vekalet ücreti alacağı kural olarak beş yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Ücret ödeme borcu muaccel hale gelmeden, ücret alacağının tabi olduğu zamanaşımı süreside işlemeye başlamaz. Bu nedenle avukatın ücret alacağında geçerli olan beş yıllık zamanaşımı süresi ücretin muaccel olmasından itibaren başlar. Bir işgörme sözleşmesi olan avukatlık sözleşmesinde ücret, aksine bir anlaşma olmadığı takdirde, işin sonuçlandırılması ile muaccel olur. Hukuki yardım konusu bir dava ise, davanın kesin hükme bağlanması, bir icra takibi ise takibin sonuçlanması ya da aciz vesikasına bağlanması, avukatlık ücret alacağını muaccel kılar. Bununla birlikte avukatın üzerine aldığı iş sonuçlanmadan sözleşme sona ererse, sona erme ile birlikte avukatlık ücreti de muaccel olur. Haksız azil, haklı istifa hallerinde ücret alacağıda muaccel hale gelir. Aynı esas avukatın üstlendiği hukuki yardımı sonuçlandırmadan ölmesi veya ehliyetini kaybetmesi halinde söz konusu olup, bu durumlarda da ücret muaccel olur" (Tülin Kurtoğlu - AkdinVekalet Ücreti ve Avukatın Hukuki Sorumluluğu - Ankara 2016 - Sayfa 222). Limited Şirket ortağının ikinci derecede sorumluluğuna ilişkin diğer bir benzer sorumlulukta kefalet sözleşmesinde düzenlenmiştir. "Alacaklının kefilden talepte bulunabilmesi için kefilin borcunun muaccel olması gereklidir. Kefilin borcunun muaccel olması ise kefaletin feri bir sorumluluk doğurmasına uygun olarak esas borcun muaccel olmasına bağlıdır. O halde esas borç muaccel olmadan kefilden talepte bulunulamaz. Ne var ki kefaletten doğan borcun muaccel olmasının esas borcun muaccel olmasına bağlı olması, kefalet borcu için esas borçtan ayrı bir muacceliyet zamanı belirlenmesine engel değildir. Kefalet sözleşmesinin ikincil (tali) bir sorumluluk doğurduğu ifadesi, iki anlamda kullanılmış olabilir. Kefalet sözleşmesi alacaklıya teminat verme amacını taşıdığından, alacaklının kefile başvurması, esas borçlu ifayı zamanında gerçekleştirmezse gündeme gelecektir. "Muaccel" bir borcun ifasında gecikme olduğu gerçekleşmeden kefil sorumlu tutulmaz. Bu geniş anlamıyla ikincilik (talilik) her türlü kefalet sözleşmesinde karşımıza çıkar. İkincilliğin bir de dar anlamı vardır. Peşin dava (tartışma) defini kullanarak önce esas borçlunun takip edilmesini isteyebilecek kefilin sorumluğu dar anlamıyla ikincil bir sorumluluktur. Kefile başvurmak isteyen alacaklının öncelikle esas borçluyu takip etmek ve rehinleri paraya çevirmek zorunda olması, kefilin sorumluluğunu dar anlamıyla da ikincil olduğunu göstermektedir. Bu dar anlamıyla ikincillik adi kefalette belirgindir. Dar anlamda ikinciliğin daha da sertleştiği bir kefalet türü "açığın kapatılmasına (zarara) kefalet" olarak isimlendirilmektedir (TBK. 585 f. 3). Adi kefilin tartışma definden yoksun olduğu durumlarda da açığın kapatılmasına kefil olan kişi esas borçlu hakkında sonuçsuz kalan bir takip yapılamasını isteyebilir. Zarara kefil olan kişinin sorumluluğu, esas borçlunun takibi üzerine elde edilemeyen alacak tutarına indirgenmiştir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun müteselsilen kefalete ilişkin düzenlenmesinde de, dar anlamıyla ikincillikten söz edilelebilcektir. TBK m. 586'ya göre müteselsil kefil, belirli oranda önce rehnin paraya çevrilmesi define sahip kılınmıştır. Teslime bağlı taşınır rehni ve alacak rehnini öncelikle paraya çevirmesini alacaklıdan isteyebilecektir. Bunun gibi ifada geciken esas borçluyu (sonuçsuz kalacak biçimde takip etmesi gerekmesede ) sonuçsuz kalacak biçimde ihtar etmeyen alacaklı, müteselsil kefile başvuramaz" (Burak Özen - 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde Kefalet Sözleşmesi - İstanbul 2012 - Sayfa 68, 111 vd.).Tüm yukarıda açıklananlar doğrultusunda, somut olaya gelince; davalı Kurum tarafından dava dışı ... Tekstil İth. İhr. Ltd. Şti'nin prim borçlarının tahsili amacıyla yapılan icra takibinde en son, şirkete ait .... plakalı aracın haczedilerek satışı yapılmış, ancak aracın bedeli şirketin borcunun tamamını tahsil etmeye yetmediğinden ve şirketin başkaca bir mal varlığı bulunmadığından, borcun kalan kısmının tahsili amacıyla şirket ortaklarından olan davacının murisi ...'ın sorumluluğuna başvurulmuştur.1999/2868 no'lu takip dosyasından davacıya gönderilen ödeme emrinin 132.490.16 sicil sayılı dosya işlem gören dava dışı ...Ltd. Şti'nin ödenmeyen 1995/1. - 1998/12. aylarına ait prim ve gecikme zammı alacağının tahsiline yönelik olduğu, davacının murisi ...'ın, 18.11.1992 tarihinde Ticaret Siciline tescil edilerek kurulan söz konusu şirketin %50 hissesi oranında kurucu ortağı olduğu, şirket ana sözleşmesi ile iki yıl süreyle şirket müdürlüğüne atandığı, şirketin 12.03.2014 tarihinde resen terkin edildiği, terk tarihine kadar müdür ataması ve hisse devri ile ilgili tescil talebinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Davalı Kurum davacıya, ...'ın şirket ortağı ve müdürü olması sebebiyle söz konusu şirketin ödenmeyen 1995/1. - 1998/12. ayları prim borçlarının tahsili için ödeme emri göndermiştir. Ancak muris ... 04.07.1994 tarihinde vefat etmiştir. Bu itibarla murisin şirketteki müdürlük görevi sona ermiştir. Murisin vefatından sonra şirketteki hisselerin miras payı oranında davacıya intikal ettiğinden, davacının miras payı oranında şirkette hissedar olduğu, bu nedenle şirket ortağı olması anlaşılmakla ödeme emrine konu Kurum alacağından 6183 sayılı Kanun 35. maddesine göre davacı sorumludur.Ancak Yerel Mahkemece; 06.07.2004 tarihinden öncesi Kurum alacakları için 5 yıl, bu tarih sonrası Kurum alacakları için 10 yıllık zamanaşımı süresi öngörüldüğü, bu durumda davaya konu ödeme emrine konu borçlar 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, davacıya 31.07.2015 tarihinde ödeme emrinin tebliğ edildiği gözetildiğinde takibe konu prim ve gecikme zammı alacağın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle ödeme emrinin iptaline karar verilmiştir.Davacının Limited Şirket ortağı olarak 6183 sayılı Kanunun 35. maddesi gereğince kamu borçlarından dolayı sorumluluğu tüm öğretide kabul edildiği üzere ikincil derecede sorumluluktur. Yani asıl borçlu şirketin malvarlığı borcu karşılamadığı anlaşıldığı takdirde, şirket ortağının borcu muaccel olacaktır. Yani Kurumun şirket ortağına gidebilmesi için öncelikle şirketin malvarlığının borcu karşılayamayacağının anlaşılması halinde Kurum alacağı muaccel olacaktır. Kurum alacağının muaccel olduğu anın ise haczedilecek bir malın bulunmadığının anlaşılmasıyla aciz vesikasının verildiği an olduğu gibi bir haciz sırasında şirketin borcu karşılayacak oranda mal varlığının bulunmadığının anlaşıldığı anda da alacak muaccel olacaktır. Nitekim asıl borçlu hakkında 13.03.1996 tarihinde icra takibi başlatılmıştır. Kurumun ... işyeri sicil numaralarında işlem gören dava dışı....Ltd. Şti hakkında 6183 sayılı Yasa gereğince muhtelif esas numaralarına kayıtlı dosyalar ile icra takibine geçilmiştir. Şirkete ait ... plakalı araç üzerine 23.07.2003 tarih ve 80570 sayılı yazı ile haciz konulmuş olup, ilgili işverenin 23.06.2009 tarihi itibariyleborcu 65.000 TL'dir. Bu durumda şirketin tek malvarlığı olan aracın mevcut borcukarşılamadığı anlaşılmakla bu tarih itibariyle Kurum alacağı davacı yönünden muaccel olmuştur. TBK'nun 149. (818. sayılı BK. m. 128) maddesinin amir hükmü gereğine, zamanaşımı süresi alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar.5510 sayılı Kanun 88/16. maddesi gereğince, Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, Kanunun 51, 102 ve 106. maddeleri hariç olmak üzere diğer maddeleri uygulanır.Aynı Kanunun 88/21. maddesinin ikinci cümlesinde de “Prim alacaklarının tahsili için muacceliyet tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde icra yoluna başvurmayan Kurum yetkili personeli hakkında genel hükümlere göre kovuşturma yapılır” hükmü getirilmiştir. Açıklanan tüm bu nedenlerle somut olayda miras hissesi yoluyla şirket ortağı olan davacının borcu, ancak, dava dışı şirketin malvarlığının borcu karşılamadığının anlaşıldığı anda muacccel olmuştur ve zamanaşımı süresi bu andan itibaren işlemeye başlayacaktır. Yerel mahkemece, davanın zamanaşımına uğramadığı gözetilerek işin esasına girilerek inceleme yapılması gerekirken, davanın zamanaşımından reddi doğru görülmemiştir. SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerde BOZULMASINA, 06/12/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.