Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 1770 - Karar Yıl 2007 / Esas No : 1194 - Esas Yıl 2007





Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü: Davacı vekili, davalının mirasçısı olduğu Sezer'in maliki ve sürücüsü olduğu araçla müvekkili şirkete kasko sigortalı araca çarparak hasar oluşturduğunu, sürücü Sezer'in kusurlu olup kazada öldüğünü, hasar bedelinin sigortalılarına ödendiğini, bu nedenle, tazminatın %25'lik kısmının uhdelerinde tutularak, %75'lik kısmına tekabül eden ve karşı aracın trafik sigortasından alınan miktar indirildikten sonra bakiye 40.609.75 YTL'nin fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere ödeme tarihinden itibaren reeskont faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davanın kısmen kabulüne, 37.975.00 YTL'nin ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline, davacının ıslah talebinin reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Mahkemece, davacının dava dilekçesinde sigortalıya ödenen tazminatın %25'lik kısmından vazgeçmiş olduğu sonucuna varılarak yazılı şekilde karar verilmiş ise de; dava dilekçesinde "fazlaya ilişkin haklarımız saklı kalmak kaydıyla" ifadesine açıkça yer verilmiş olup, davanın ilk etapta kaza tespit tutanağında belirlenen Ikusur oranlarına dayanılarak açıldığı anlaşılmaktadır. Dava dilekçesinde "işbu hasar tazminatının %25'lik kısmı uhdemizde tutularak..." ifadesi ile ilk etapta %75'lik kısmın dava edilmesi, diğer %25'lik kısımdan feragat edildiği anlamına gelmediği gibi, bu ifade açıkça bu kısma ilişkin hakkın "uhdesinde-saklı" tutulduğu anlamına gelmektedir. Hal böyle iken, mahkemece bu ifadeye yanlış anlam verilmesi doğru değildir. Anayasa Mahkemesi'nin 20.07.1999 gün ve 1/33 sayılı kararında da belirtildiği gibi, olayda sonradan değişen kusur oranlarına göre, müddeabihi ıslah yoluyla arttırmak olanaklıdır. Bu nedenle; yargılama sırasında belirlenen kusur oranları ve gerçek zarar miktarları dikkate alınarak, davacı tarafın ıslah talebinin kabulü ile toplanan deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile hükmün davacı yararına (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın istek halinde temyiz edene geri verilmesine 24.05.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.