Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 17196 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 14917 - Esas Yıl 2012





Dosya incelenerek gereği düşünüldü;Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandı ra bilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.TCK'nın 158/1-e bendinde belirtilen, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarakdolandırıcılıksuçunun işlenmesi nitelikli hal kabul edilmiştir. Hangi kurum ve kuruluşların, kamusal nitelik taşıdığı, o kurumun kadro bakımından bağlı olduğu durumu düzenleyen mevzuata göre belirlenir. Bu nitelikli halin oluşması için, eylemin kamu kurum ve kuruluşlarının mal varlığına zarar vermek amacıyla işlenmesi gerekir.Zarar vermek, kamu kurum ve kuruluşlarından hakkı olmayan bir parayı almak ya da bir borcu geri vermemek şeklinde olabilir. Bu suçun zarar göreni kamu kurum ve kuruluşunun tüzel kişiliğidir. Kamu kurum ve kuruluşlarının zarar görmesi söz konusu değilse bu suç oluşmayacaktır. Dolandırıcılık suçunun kamu yararına çalışan hayır kurumlarının zararına işlenmesi madde kapsamında değildir.Sanıkların, görev yaptıkları PTT Genel Müdürlüğü'ne vermiş oldukları tedavi yardımı beyannamelerinde bakmakla yükümlü oldukları kişiler arasında SGK'da çalışan yakınlarını gösterdikleri, sanıklardan Abdurrahman, Turgut, Yusuf, Durmuş, Davut, Sabri, Orhan, Hüsamettin, Nevzat, Günay'ın anılan müdürlüğün sağlık hizmetlerinden yararlanma hakları bulunmayan yakınlarını tedavi ettirmek suretiyle PTT idaresini zarara uğrattıkları, sanıklardan Abdullah, Ali, Ahmet, Halil, Aziz, Hikmet'in ise tedavi yardımı beyannamelerinde bakmakla yükümlü gösterdikleri SGK'da çalışan yakınlarının herhangi bir tedavi yardımından yararlanmadıklarının iddia edildiği olayda;Her ne kadar tebliğnamede, sanıkların eyleminin, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunu oluşturduğu yönünde görüş belirtilmiş ise de; 5237 sayılı TCK'nın 206. maddesinde düzenlenen ve doktrinde "fikri sahtecilik" olarak adlandırılan "resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan" suçunun oluşabilmesi için, kişinin açıklamaları üzerine oluşturulan resmi belgenin, bu beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce sahip olması gereklidir. Beyanı alan memur bu beyanın doğruluğunu araştırıp tahkik etmek ve daha sonra edindiği kanaate göre resmi belgeyi düzenlemek durumunda ise bu maddede tanımlanan suçun oluşmayacağından hareketle; kurum yetkililerinin, sigortalı kişiler ile yakınlarının başka sosyal güvenceleri olup olmadığını denetleme ve kontrol yükümlülüklerinin bulunması nedeniyle, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunma suçunun oluştuğundan bahisle bozma isteyen tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiştir.1- Sanıklar Abdurrahman, Turgut, Yusuf, Durmuş, Sabri, Orhan, Hüsamettin, Nevzat haklarında resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan ve dolandırıcılık; sanıklar Abdullah, Halil, Ali, Ahmet, Aziz yönünden resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan; sanık Davut hakkında dolandırıcılık suçlarından kurulan beraat kararlarına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;Sanıkların, bakmakla yükümlü olarak gösterdikleri SGK çalışanı olan yakınlarının PTT Genel Müdürlüğü'nün sağlık hizmetlerinden yararlan masalar bile kendi sosyal güvenceleri kapsamında söz konusu tedavi giderlerinin yine kurumca karşılanmasının gerekeceği, nitekim suç tarihinden sonra sosyalgüvenlik hizmetlerinin Sosyal Güvenlik Kurumu bünyesinde birleştirilmesi sonucunda harcamaların ortak bir kaynaktan yapılması nedeniyle kurumun herhangi bir zararının oluşmayacağı, kurum yetkililerinin, sigortalı kişiler ile yakınlarının başka sosyal güvenceleri olup olmadığını denetleme ve kontrol yükümlülüklerinin bulunması nedeniyle san ıklar ta rafından bildirim yapılmayarak sağlık karnelerinin kuruma iade edilmemesinin hile boyutuna ulaşan eylem niteliğinde olmadığı hususları gözetilerek, gerek dolandırıcılık gerekse de resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunma suçlarının oluşmadığı gerekçesine dayanılarak verilen beraat kararlarında bir isabetsizlik görülmemiştir.Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, katılan vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle hükmün (ONANMASINA),2- Sanıklar Davut ve Hikmet haklarında resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, Günay hakkında resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan ve dolandırıcılık suçlarından kurulan hükümlere yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;Sanıklardan Davut bakımından 18.01.2005; Hikmet yönünden 31.12.2004; Günay için 18.03.2005 olan suç tarihlerinden temyiz inceleme gününe kadar 765 sayılı TCK'nın 102/4 ve 104/2 maddelerinde öngörülen 7 yıl 6 aylık dava zamanaşımı sürelerinin geçtiği anlaşıldığından; 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesine istinaden uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nın 321. maddesi uyarınca hükmün (BOZULMASINA); ancak bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden aynı Kanunun 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak 5271 sayılı CMK'nın 223/8. maddesi gereğince sanıklar hakkında açılan kamu davalarının zamanaşımı nedeniyle (DÜŞMESİNE), 11.11.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.