Mahkemesi :Keşan 2. Asliye Hukuk HakimliğiTarihi :30.01.2014Numarası :2012/87-2014/23Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ise de miktar itibariyle duruşma isteğinin reddiyle incelemenin evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:- K A R A R -Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan ayıplı iş nedeniyle alacağının tahsili amacıyla yürütülen icra takibine itirazın iptâli davasıdır. Davacı iş sahibi, davalı ise yüklenicidir. Davacı şirket vekili, davacı müvekkiline ait binanın dış cephe kaplama işinin davalıya verildiğini ve davalının işi yapıp teslim ettiğini ve davacının da bedeli davalıya ödediğini eksik imalât ve kötü işçilik nedeniyle dış cephenin kullanılmaz hale geldiğini, zararın Keşan Asliye 2. Hukuk Mahkemesi'nin 2011/98 D. iş sayılı dosyası ile tespit edildiğini ve zararın tahsili amacıyla Keşan İcra Müdürlüğü'nün 2012/243 Esas sayılı icra dosyası ile takibe geçtiğini, davalı borçlu şirketin haksız ve yersiz şekilde takibe itiraz ettiğini iddia ederek itirazın iptâlini ve %40'dan aşağı olmamak üzere inkâr tazminatına karar verilmesini talep etmiş, davalı yüklenici ise, müvekkilinin dava konusu işleri yapmadığını belirterek davanın reddini savunmuş, mahkemece yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne ve icra inkâr tazminatı talebinin reddine karar verilmiş, verilen karar davalı vekilince süresinde temyiz edilmiştir.Keşan İcra Müdürlüğü'nün 2012/243 Esas sayılı takip dosyası incelendiğinde; alacaklı davacı tarafından borçlu davalı aleyhine 5.832,00 TL asıl alacak üzerinden ilâmsız takip yapıldığı, ödeme emrinin borçluya 19.01.2012 tarihinde usulüne uygun tebliğ edildiği ve borçlu davalının 20.01.2012 tarihli dilekçesi ile borca itiraz ettiği, itiraz üzerine takibin durdurulduğu ve 1 yıllık yasal süresi içerisinde itirazın iptâli davasının açıldığı anlaşılmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 190. maddesi ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 6. maddesi gereğince iddia eden, iddiasını ispat yükümlülüğü altındadır. Somut olayda davacı, davalı ile aralarında sözlü eser sözleşmesi kurulduğunu iddia etmekte, davalı ise davacı ile aralarında sözleşme ilişkisinin kurulmadığını savunmaktadır. O halde, davacı akdî ilişkiyi kanıtlamak zorundadır. Davacı taraf, davalının kendisine ait binanın dış cephe tadilât işini üstlenerek yaptığını ve ayıplı imalât nedeniyle zarara uğradığını iddia etmekte olduğundan iddiasını, müddeabihin miktarına göre 6100 sayılı HMK'nın 200. maddesi hükmü gereği senetle ispat etmek zorundadır. Taraflar arasında akdî ilişkinin kurulduğunu ispat açısından HMK'nın 202. maddesinde ifadesini bulan yazılı delil başlangıcı niteliğindeki bir belgeye dayanılmadığı gibi, aynı Kanunun 200/2. maddesi gereğince tanık dinlenmesine karşı tarafın açık muvafakati de bulunmadığından tanık deliline dayanılamaz. Hemen belirtmek gerekir ki somut olayda mahkemenin delil tespitine davalının itiraz etmemesini yazılı delil başlangıcı olarak kabul etmesi doğru olmamıştır. Zira, yazılı delil başlangıcı 6100 sayılı HMK'nın 202/2. maddesinde düzenlenmiş olup, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, sözkonusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belge olarak tanımlanmaktadır. Bir belgenin yazılı delil başlangıcı sayılabilmesi için 3 şartın birarada bulunması gereklidir. Bunlar; 1)Yazılı bir belge bulunmalıdır. 2)Bu yazılı belgenin aleyhine ileri sürülen taraftan sadır olması gerekir. 3)Bu yazılı belge, varlığı iddia edilen hukuki işlemi tam olarak ispata yeterli olmamakla beraber, o hukuki işlemin varlığına delalet etmeli, bir başka deyişle o hukuki işlemi muhtemel göstermelidir. Bu üç şartı birlikte taşıyan belge delil başlangıcı niteliğinde sayılmalıdır. Bundan başka bu üç şartı birlikte taşımayan bir belgenin delil başlangıcı kabul edilmesi mümkün değildir. Bu açıklamalar ışığında somut olayda davalı ya da temsilcisi tarafından verilen ya da gönderilen bir belge niteliğinde bulunmayan delil tespitine davalının itiraz etmemesinin yazılı delil başlangıcı sayılması hukuken mümkün değildir.Tüm bu nedenlerle; davacı ile davalı arasında akdî ilişkinin varlığı usulünce kanıtlanamamış olup, HMK'nın 200. maddesi hükümlerine aykırı olarak dinlenen davacı tanıklarının beyanlarına itibar edilmek suretiyle akdî ilişkinin kurulduğu kabul edilerek, davalının sorumluluğuna hükmetmek doğru olmamıştır. Ne var ki davacı taraf dava dilekçesinde ve 27.08.2012 tarihli delil dilekçesinin 4. bendinde açıkça yemin deliline dayanmış olup, davacının bu delilinin de toplanması ve bundan sonra delillerin birlikte değerlendirilmesi gerekir.O halde, mahkemece yapılacak iş; davacı tarafın açıkça yemin deliline dayanmış olması nedeniyle, dayanılan bu delilin değerlendirilmesi, davacı tarafından davalı tarafa yemin teklif edilmesi halinde 6100 sayılı HMK'nın 225. ve devamı maddelerine uygun şekilde yemin delilinin de toplanması, akdî ilişkinin varlığı konusu açıklığa kavuştuktan sonra hüküm kurmaktan ibarettir. Açıkça dayanılan yemin delili toplanmadan verilen kararın bu nedenlerle bozulması gerekmiştir.SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 23.06.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.