Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 13.10.2003 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde alacak istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; 4.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/964 Esas, 2003/1219 Kararındaki kal'e ilişkin hükmün kaldırılmasına dair verilen 16.06.2005 günlü hükmün Yargıtayca, duruşmalı olarak incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 30.05.2006 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı vekili Av.M……… geldi. Karşı taraftan gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi. Duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:Davacı, dava dışı Kenan 'ın davalıdan 07.09.2000 tarihinde haricen satın aldığı ( 360/7777 ) payı, Kenan'dan 15.03.2001 tarihinde sözleşme ile devraldığını, Kenan'ın davalıya olan borcunu ödeyememesi nedeniyle 16.08.2001 tarihinde satışa konu olan payı tekrar davalıya devrettiğini, davalı A……..'in bu payın kendisi tarafından alındığını bilmesi ve tapuda devir yapacağını söylemesi nedeniyle iyiniyetle 123 m2'lik kısma üç katlı bina yaptığını, bina değerinin arazi değerinden fazla olduğunu belirterek inşaat alanının bedeli karşılığında adına tescilini, olmadığı takdirde asgari levazım bedeli olan 36.896.310.000.TL.nin ( ıslah ile 56.892.760.000.TL.) yasal faizi ile birlikte tahsilini, bedel ödeninceye kadar hapis hakkı tanınmasını istemiştir. Davalı, davacının iyiniyetli olmadığını, elatmanın önlenmesi ve kal isteği ile açılan davanın kabul ile sonuçlandığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davalının davacı tarafından 63 parsel üzerine ( 360/7777 hisse ) yapılan inşaatın asgari levazım değerini ödeyerek yapıyı temellük etmeyi kabul etmemesi sebebiyle Gaziantep Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/964 Esas, 2003/1219 Karar sayılı kararının hüküm kısmındaki "davalı tarafından yapılan binanın kal'ine" ilişkin kısmın kaldırılmasına karar verilmiş, hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir. Türk Medeni Kanunun 684 ve 718.maddeleri gereğince yapı üzerinde veya altında bulunduğu taşınmazın tamamlayıcı parçası ( mütemmim cüz'ü ) haline geleceğinden o taşınmazın mülkiyetine tabi olur. Yasa koyucu bu konumdaki taşınmaz maliki ile yapıyı yapan kişi arasındaki ilişkiyi genel hükümlere bırakmamış, Türk Medeni Kanunun 722, 723, 724.maddelerinin özel bölümleri ile düzenlemiştir. Bir kimse kendi malzemesi ile başkasının taşınmazına sürekli, esaslı ve tamamlayıcı ( mütemmim cüz'ü ) nitelikte yapı yapmış ise ve Türk Medeni Kanunun 724.maddesine göre "yapının değeri açıkça arazinin değerinden fazlaysa iyiniyetli taraf uygun bir bedel karşılığında yapının ve arazinin tamamının veya yeterli bir kısmının mülkiyetinin malzeme sahibine verilmesini isteyebilir." Sözkonusu madde hükmünden açıkça anlaşıldığı üzere, taşınmazın mülkiyetinin yapı sahibine verilebilmesi için öncelikli koşul iyi inançtır. Öngörülen iyi inancın Türk Medeni Kanunun 3.maddesinde hükme bağlanan subjektif iyi inanç olduğunda kuşku yoktur. Bu kural, elattığı taşınmazın başkasının mülkü olduğunu bilmemesini veya beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşın bilebilecek durumda olmamasını, ya da yapıyı yapmakta haklı bir sebebin bulunmasını ifade eder. Böyle bir davada iyi inançlı olduğunu iddia eden kişinin 12.04.1951 tarih 17/1 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında belirtildiği gibi bu iddiasını ispat etmesi gerekir. İkinci koşul ise; yapı kıymetinin taşınmazın değerinden açıkça fazla olmasıdır. Bu koşul dava gününe ve objektif esaslara göre saptanmalı fazlalık ilk bakışta kolayca anlaşılmalıdır. Üçüncü koşul olarak da yapıyı yapan, taşınmaz malikine uygun bir bedel ödemelidir. Uygun bedel genellikle yapı için lazım olan arsa miktarının dava tarihindeki gerçek değeri olarak kabul edilmekte ise de büyük bir taşınmazın bir kısmının devri gerektiğinde geri kalan kısmın bedelinde meydana gelecek noksanlıklar varsa taşınmaza bağlı öteki zararlar gözönünde bulundurularak bu bedelin aşılması hak ve nesafet kuralı gereğidir. Hemen belirtmek gerekirki, temliken tescil isteme hakkı ancak, yapı yapıldığı sıradaki taşınmazın maliki olan kişiye karşı açılacak davada ileri sürülebilecek bir kişisel hak olup, yenilik doğurucu bu dava sonunda verilen kararın kesinleşmesinden sonra ayni hakka dönüşebilir.Öte yandan, Türk Medeni Kanunun 722.maddesi taşınmaz malikine rızası olmaksızın yapılmış ve yıkımı aşırı zarar doğurmayan yapının yıkımını isteme hakkı tanımış, yıkım masrafının yapı malikine ait olacağını hükme bağlamıştır. Ne var ki, yasada aşırı zarar kavramı tanımlanmadığından yasa koyucunun bu yöndeki asıl amacının gözönünde tutulmasında yarar vardır. Diğer bir söyleyişle yapının yıkımı halinde dava tarihine göre objektif ölçüler içerisinde tespit edilecek zararın çok fazla olması aşırı zararın varlığını gösterir. Aşırı zarar doğması sebebiyle yapı yıkılamadığı takdirde taşınmaz malikinin mamelekinde sebepsiz bir zenginleşme meydana geleceğinden, taşınmaz malikinin malzeme malikine muhik bir tazminat vermesi gerektiği, malzeme maliki iyiniyetli değilse tazminat miktarının, levazımın en az kıymetini geçemeyeceği, aynı yasanın 723.maddesinde belirtilmiştir. Bu durumda 04.03.1953 tarih 10/3 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararının gerekçesinde benimsenen ve uygulamada kararlılık kazanmış ilke uyarınca, aşırı zarar sebebiyle yapı yıkılamıyorsa iyi veya kötü niyete göre, haklı (muhik) tazminat veya en az levazım bedelini ödeyip ödemeyeceği arsa malikinden sorulmalı, kabul ettiği takdirde bu bedel, karşılığı yapının taşınmaz malikine aidiyetine karar verilmeli, aksi halde yıkım isteği reddedilmelidir. ( Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 04.07.2005 tarih 2005/7730 Esas, 2005/8312 Karar sayılı ilamı )Yasada öngörülen bu koşulların gerçekleşmesi halinde malzeme sahibinin mülkiyete yönelik isteğinin kabulü için, daha önce inşaatın kaldırılmasının talep edilmemiş veya talebin reddedilmiş olması ve malzeme malikinin Türk Medeni Kanunun 723.maddesi uyarınca tazminat talep etmemiş olması gerekir. ( Prof.Dr.M.Kemal Oğuzman-Prof.Dr.Özer Seliçi, Eşya Hukuku İstanbul 1982 S.497 )Açıklanan ilkeler doğrultusunda somut olaya dönüldüğünde; Davacı davalı A……..'in müşterek maliki olduğu 63 parseldeki (360/7777) hisseyi davalıdan haricen satın alan K……..'dan devraldığını ve üzerine üç katlı bina inşa ettiğini belirterek tapu iptali tescil, olmadığı takdirde ise asgari levazım bedelinin tahsili isteğinde bulunmuştur. Dava konusu taşınmaz davalı ve paydaşları adına kayıtlı olup, davacı ile davalı A…….. arasında yapılmış bir sözleşmede yoktur. Davacının dayanağı olan sözleşme, tapu ile ilgisi bulunmayan K…….. ile yapılmış olup, mahkemeninde kabulünde olduğu üzere davacının iyiniyetinden söz edilemez. Kaldıki aynı gerekçe tescil isteği kabul edilmeyerek kademeli istem hükümaltına alınmış olup, davacının da tescil isteği ile ilgili temyizi yoktur. Belirtilen nedenle, eldeki davada tartışılması gereken konu, bu davanın açıldığı tarihte derdest olup yargılama sonuçlanmadan kesinleşen elatmanın önlenmesi ve kal davasının bu davada verilebilecek karar ne şekildeetkileyeceğidir. Bilindiği üzere Türk Medeni Kanunun 683.maddesi uyarınca, bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir.Nitekim, davalı A…….. 'de bu hakka dayanarak 17.06.2002 tarihinde davacı Ali aleyhine elatmanın önlenmesi ve kal isteği ile dava açmış olup, 18.12.2003 tarih 2003/964 Esas, 2003/1219 Karar sayılı ilam ile davanın kabulü ile binanın kal'ine karar verilmiş, hüküm Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 2004/6491 Esas, 2004/7376 Karar sayılı ilamı ile onanarak 17.06.2004 tarihinde kesinleşmiştir. Her ne kadar elatmanın önlenmesi ve kal isteğine ilişkin dava, eldeki davanın açıldığı tarihte derdest ise de, verilen kal kararı bu dava sonuçlanmadan kesinleşmiş bulunduğundan ekonomik değeri olan bir yapıdan ve dolayısıyla hukuken korunması gereken, bir yapıdan sözetmek mümkün değildir. Ayrıca, HUMK.nun 74.maddesi uyarınca hakim, her iki tarafın iddia ve savunmaları ile bağlı olup ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Mahkemece, gerek yukarıda açıklanan nedenlerle ve gerekse istem de bulunmadığı halde, Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen 4.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/964 Esas, 2003/1219 Karar sayılı kararın hüküm fıkrasındaki " kal " kararının kaldırılmasına karar verilerek, HUMK.nun 74.madde hükmüne aykırı davranılması ve bir mahkemece verilmiş olan kararın hüküm fıkrasının bir başka mahkeme tarafından kaldırılamayacağı gözetilmeyerek yazılı şekilde usul ve yasaya aykırı olarak hüküm kurulmuş olması doğru olmadığından karar bozulmalıdır. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 450.00 YTL. duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, peşin alınan temyiz harcının yatırana geri verilmesine, 30.05.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.