Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 2072 - Karar Yıl 2008 / Esas No : 270 - Esas Yıl 2008





Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 22.06.2006 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 02.07.2007 günlü hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne, duruşma talebinin pul bulunmaması nedeniyle reddine, karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü: Dava, 21.06.2006 tarihli taşınmaz satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davalı, satışın annesi olan vekili Ayşen tarafından yapıldığını, ancak, 10.09.1992 günlü vekalet görevinden annesini 17.06.1994 tarihinde azlettiğini, taşınmaz satış vaadi sözleşmesinde gösterilen bedelin düşük olduğunu, kaldı ki, bu bedeli de almadığını, davacının muvazaalı satış işlemine dayanamayacağını, açılan davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davacıya vekaleten satış yapan Ayşen'e azilname tebliğ edilmemiş ise de, satış vaadi sözleşmesinin yapıldığı 21.06.2006 tarihinden çok önce azledildiğinden, vekilin azil işlemini bilmesi gereken kişi olmasına rağmen satış vaadi sözleşmesini bilerek yaptığından söz edilerek açılan davanın reddine karar verilmiştir. Bir tanımlama yapmak gerekirse temsil; başkasının nam ve hesabına işlem yapmak demektir. Başkasının nam ve hesabına işlem yapmak yetkisi ise "temsil yetkisi" olarak bilinir. Temsil ilişkisinde daima üçlü bir durum vardır. Bu ilişki "temsil edilen-temsilci ve üçüncü şahıs" arasında kurulur. Temsilde hukuksal işlemin tarafları ile bunu yapanlar farklı farklı kişilerdir. Gerçekten, temsil yetkisini sona erdiren nedenlerden biri de azil işlemidir. Azil, yani temsil olunanın temsilcinin yetkisine son vermesi, temsil olunanın bu konudaki irade açıklamasıdır. Kuşkusuz, bu özelliğinden dolayı iradenin açıklandığı anda değil, temsila'nin bunu öğrendiği andan itibaren hüküm ve sonuç doğurur; kısaca ifade etmek gerekirse, bu andan itibaren temsilci ile temsil olunan arasındaki iç ilişki son bulur. Fakat, azilden haberdar olmayan veya olamayacak durumdaki üçüncü kişinin, başka bir ifadeyle iyiniyetli üçüncü kişinin temsilciyle yaptığı taşınmaz satış vaadi sözleşmesi temsil olunanı bağlamaya devam eder. Şayet, vekil ile sözleşme yapan üçüncü kişi Türk Medeni Kanunu'nun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise, yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen bütün özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yapılan sözleşme temsil olunanın azil işlemine rağmen vekil edeni bağlar ve geçerlidir. Aksi halde, vekil marifetiyle yapılan satış müvekkili bağlamaz. Vekalet ilişkisi ve azil işlemine dair bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelince; Davalının 10.09.1992 tarihinde dava dışı annesi olduğu anlaşılan Ayşen'e maliki ve hissedarı bulunduğu taşınmazlardaki hak ve hisselerini dilediği kimseye satmak ve satış vaadinde bulunmak işlemi yapmak yetkisini verdiği, davadaki istemin dayanağı olan 21.06.2006 tarihli satış vaadi sözleşmesinin bu vekaletnamede tanınan yetkiyle yapıldığı görülmektedir. Gerçekten, davalı vekili ve annesi olan Ayşen'i 17.06.1994 tarihinde vekalet görevinden azletmiş ise de, azilname ne vekile tebliğ edilmiş, ne de işlem yapılması olası Tapu Sicil Müdürlüklerinin mahsus kayıtlarına işlenmek üzere gönderilmiştir. Kaldı ki, az önce söz edildiği üzere azil iradesi vekile tebliğ edilmiş olsun veya olmasın, önemli olan azil işleminin tarafı olmayan ve vekille sözleşme yapan üçüncü kişinin iyi veya kötüniyetidir. Bu durumda mahkemece yapılması gereken iş, davacının Türk Medeni Kanunu'nun 3. maddesi anlamında iyiniyetli olup olmadığı, başka bir ifadeyle vekilin vekalet görevini azle rağmen kötüye kullandığını bilip bilmediği veya kendisinden beklenen bütün özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak olup olmadığı konusunda taraf delillerini toplamak, toplanacak bu delillerden sonra davacının, davalının vekili ile çıkar ve işbirliği içinde olduğu veya kötüniyetli bulunduğu ya da halin icabı gereği bu durumda olan kişi olduğu sonucuna ulaşılırsa, davayı şimdiki gibi reddetmek, aksinin saptanması halinde ise, vekil vekalet görevini kötüye kullanmış olsa dahi, bu sorun vekil ile vekalet veren arasında nihayet bir iç sorun olarak değerlendirilebileceğinden davayı kabul etmek olmalıdır. Değinilen hususlar üzerinde durulmaksızın eksik inceleme ve araştırmayla dava reddedildiğinden karar bozulmalıdır. Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün (BOZULMASINA), peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, 20.02.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.