MAHKEMESİ : Bodrum 3. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 27/02/2013NUMARASI : 2009/490-2013/66Davacı tarafından, davalı aleyhine 16.11.2009 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil, ikinci kademede tazminat istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 27.02.2013 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü: K A R A RDava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil, ikinci kademede tazminat isteğine ilişkindir. Davacı vekili, dava dışı S.S. S.. ..Yapı Kooperatifindeki 71 ve 88 numaralı hisselerini almış olduğu borcun teminatı olarak davalıya devrettiğini ve davalı tarafından düzenlenen 05.08.1994 tarihli ve “geri verme beyanı” başlıklı belge düzenlendiğini, bu belgeye göre davacı tarafından davalıya devredilen üyelik hakkının 174.755,00 Fransız Frangı alacağın ödenmesi halinde geri verileceğinin beyan edildiğini, anılan borcun tamamının ödenmiş olmasına rağmen 88 numaralı üyelik hakkına isabet eden .. ada.. parsel ..numaralı bağımsız bölümün tapusunun ferağının verilmediğini, bu nedenle öncelikle anılan taşınmazın tapusunun iptali ile davacı adına tescilini, mümkün olmazsa ikinci kademede taşınmazın dava tarihi itibari ile rayiç değerinin davalıdan tazminini talep etmiştir. Davalı, 19.02.2010 hakim havale tarihli cevap dilekçesinde “geri verme beyanı” başlıklı belgede belirtilen borcun taksitler halinde ödendiğini, görüşmeler sonucu üç hissenin davacıya geri verildiğini, ancak parasının tamamı kendisi tarafından ödenen 88 numaralı yerin hissesini kendisinde bıraktığını, davacının dayandığı belgenin resmi şekilde yapılmadığından geçersiz olduğunu, ayrıca dava konusu taşınmazın kendisi adına tapuda kayıtlı olmadığını, tazminat isteminin ise zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, “geri verme beyanı” başlıklı belgenin tek taraflı olarak davalı tarafından düzenlenmesi nedeniyle geçerli bir sözleşmeden söz edilemeyeceği, taşınmazların mülkiyetine ilişkin sözleşmelerin resmi şekilde yapılmaması halinde geçerlilik kazanamayacağından böyle bir belgeye dayanılarak tapu iptali ve tescil istenemeyeceği; ödenen bedelin ise sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri istenebileceği bu durumda ise TMK’nın 2. maddesi ve Borçlar Kanununun sebepsiz zenginleşmeye ilişkin hükümleri çerçevesinde davacının dayandığı belgenin ve ödemelerin tarihi dikkate alındığında on yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği, bu nedenle tazminat isteminin de zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Hükmü, davacı vekili davaya dayanak olan belgenin içeriği ve altındaki imza ile davacıya düşen edimin ifa edildiğinin davalı tarafça kabul edildiğini, davanın sebepsiz zenginleşme hukuki sebebine değil, inançlı temlik hukuki sebebine dayandığını, mülkiyete dayalı alacak istemlerinde zamanaşımı olmadığını, diğer taraftan son taksitin 2002 yılında ödendiği davanın ise 2009 yılında açıldığı gözetildiğinde on yıllık zamanaşımı süresinin de dolmadığını belirterek temyiz etmiştir. İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir. İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır. İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir. İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir. İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.Zamanaşımı, kanunda belirtilmiş olan süresi içinde talep ve dava edilmemiş olan alacakların özüne dokunmamakla beraber “dava edilebilme vasfını kaybetmesi” sonucunu doğuran bir süre geçimidir. Hak düşürücü süreden farklı olarak, zamanaşımında borç sona ermemekte ve fakat dava edilebilme olanağı kalmamaktadır. Diğer taraftan, hak düşürücü sürenin varlığını hakimin kendiliğinden (re’sen) gözetmesi gerekirken, zamanaşımının varlığı def’i olarak ileri sürülürse dikkate alınabilir (BK m.140). Dolayısıyla, zamanaşımı borçluya sadece bir def’i hakkı verir. Buna da zamanaşımı def’i denilmektedir. Bu ilkeler ışığında somut olaya gelince; Dava konusu kat mülkiyetine tabi .. ada.. parsel, 93 adet tamamlanmış 2 adet tamamlanmamış kargir dubleks mesken ve arsası vasfıyla kayıtlı taşınmaz satış yoluyla 15.09.2003 tarihinde fer’i müdahil N.. B.. adına tescil edilmiş, eldeki dava ise 06.01.2009 tarihinde davalı A.. A.. aleyhine açılmıştır. Davacının dayandığı ve davalı tarafından kabul edilen 05.08.1994 tarihli ve “geri verme beyanı” başlıklı davalı tarafından imzalanmış olan belge inanç sözleşmesinin kanıtıdır. Davalı aynı zamanda anılan belgedeki borcun daha sonra ödendiğini de kabul etmiştir. Bu durumda yukarıdaki ilkelere göre tapu iptali ve tescil isteğinin kabulüne karar verilmesi gerekir ise de iyiniyetli olmadığı kanıtlanmadan son tapu maliki N.. B..’ın aleyhine açılan bir dava olmadığından yanılgılı değerlendirme ile tapu iptali ve tescil isteminin reddi sonucu itibari ile doğrudur. Mahkemece, tazminata yönelik davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş ise de burada önemli olan zamanaşımı süresinin başlangıç tarihinin tespitidir. Gerçekten, Borçlar Kanununun 128. maddesi uyarınca zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihte başlar. Bu süre, mahkemece kabul edildiğinin aksine sözleşmenin yapıldığı veya borcun ödendiği tarih değil, alacağın muaccel hale geldiği tarihtir. Dairemizin uygulamasına göre de şahsi hak sahibi davacı, karşı tarafın ferağ talebinin reddini bildirmediği, başka bir deyişle ferağ umudunu taşıdığı sürece zamanaşımı işlemeye başlamaz. Davacı ferağ umudunu davanın açıldığı tarihte yitirmiş olacağından zamanaşımının geçirildiğinin kabulüne olanak yoktur. Bu durumda mahkemece tazminat istemine yönelik çekişmenin esası hakkında tarafların göstermiş oldukları deliller toplanıp değerlendirilerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, tazminat isteminin zamanaşımının geçtiğinden bahisle reddi doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde yatırana iadesine, 10.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.