Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 525 - Karar Yıl 2016 / Esas No : 43770 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ :Asliye Hukuk MahkemesiTaraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde müdahil davacılar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.KARARDavacı, davalı avukat ile miras sebebiyle açmış oldukları tapu iptali ve tescil konulu ...Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/18 esas sayılı dava dosyasını takip etmek üzere anlaştıklarını, ancak davalının vekâlet akdinden kaynaklanan özen borcunu yerine getirmeyerek duruşmalara mazeretsiz olarak katılmadığından iki defa dosyanın işlemden kaldırılmasına ve bundan dolayı davanın açılmamış sayılmasına sebebiyet verdiğini, temyiz süresini de kaçırarak Yargıtay tarafından temyiz dilekçesinin süresinde açılmadığından dilekçenin reddine karar verildiğini ileri sürerek davalının kusurundan dolayı zarara uğradığını bu sebeple bakiye alacakları saklı kalmak üzere 20.000,00 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.Davalı davanın reddini dilemiştir.Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.Avukatın, vekil olarak borçları dava tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 389 ve devamı maddelerinde gösterilmiş olup, vekil, adı geçen Kanunun 390. maddesine göre müvekkiline karşı vekâleti sadakat ve özen ile ifa etmekte yükümlüdür. Vekil, sadakat borcu gereği olarak müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak, ona zarar verecek davranışlardan kaçınmak zorunluluğundadır. “...” ile ilgili Avukatlık Kanununun 34. maddesinde mevcut olan, “Avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene yakışır bir şekilde hareket etmekle yükümlüdürler.” şeklindeki hüküm ise, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olması nedeniyle, Borçlar Kanunu’nun 390. maddesinde düzenlenen vekilin özen borcuna göre çok daha kapsamlı ve özel bir düzenlemedir. Buna göre avukat, üzerine aldığı işi özenle ve müvekkili yararına yürütüp sonuçlandırmakla görevli olduğu gibi, müvekkilinin kendisi hakkındaki güveninin sarsılmasına neden olacak tutum ve davranışlardan da titizlikle kaçınmak zorundadır. Aksi halde avukatına güveni kalmayan müvekkilin avukatını azletmesi halinde azlin haklı olduğunun kabulü gerekir. Gerçekten de avukat, görevini yerine getirirken gerekli özen ve dikkati göstermemiş, sadakatle vekâleti ifa etmemiş ise, müvekkilinin vekilini azli haklıdır. Avukatlık Kanununun, 174. maddesinde, “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.” Hükmü mevcut olup, bu hükme göre azil işleminin haklı nedene dayandığının kanıtlanması halinde müvekkil avukata vekâlet ücreti ödemekle yükümlü değildir. Avukat bu durumda ancak azil tarihi itibariyle sonuçlanıp, kesinleşen işlerden dolayı vekâlet ücreti talep edebilir. Buna karşılık haksız azil halinde ise avukat, hangi aşamada olursa olsun, üstlendiği işin tüm vekâlet ücretini talep etme hakkına sahiptir. Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa; Dava, vekâlet ilişkisinden dolayı vekâlet verenin uğradığı zararın tazmini istemine ilişkin olup, taraflar arasındaki ücret sözleşmesi yoktur. Taraflar arasındaki vekâlet ilişkisinin devam ettiği, azlin bulunmadığı ancak vekilin özen borcunu layıkıyla yerine getirmeyerek takip ettiği dosyanın aleyhe sonuçlanmasından dolayı müvekkili davacının zarara uğramasına neden olduğu ileri sürülmektedir.Dosyadaki bilgi ve belgelere göre; davalı avukatın davacının vekili olarak üstlendiği ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/18 esas sayılı dosyada “duruşmalara mazeretsiz katılımından dolayı davanın açılmamış sayılmasına neden olduğu ve temyizin kanuni süre geçtikten sonra yapıldığı gerekçesiyle yasa yollarının tükendiği ve davanın kesinleştiği”; bunun üzerine davalı avukatın aynı taleple aynı mahkemeye 2009/375 esas sayılı dosya üzerinden yeniden açtığı davanın ise “kadastro tespitinin kesinleştiği 27/10/1998 tarihinden eldeki davanın açılış tarihi olan 12/08/2009 tarihine kadar 3402 sayılı Kanun’un 12/3. maddesinde yer alan 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle 19/03/2010 tarihinde davanın reddine karar verildiği, verilen kararın Yargıtay 8. Hukuk Dairesince onanmasına karar verildiği, kararın 25/04/2014 tarihinde kesinleştiği” anlaşılmaktadır.Mahkemece; 2008/18 esas sayılı dosyası kapsamında verilen ve kesinleşen karar nedeniyle davacının hak kaybına uğrayıp uğramadığı ve bu hak kaybı nedeniyle maddi zararının oluşup oluşmadığı ve bu dosyanın davalı avukat tarafından usulüne uygun şekilde takip edilmesi halinde davacı tarafından hak elde edilip edemeyeceği değerlendirilmiş, yapılan keşif ve dosyadaki bilgiler nazara alınarak, “eski tapu kayıtlarının dava konusu taşınmazın sınırlarına uyup uymadığının tespitinin yapılamadığı; dava konusu taşınmazın senetsizden ... adına tespit gördüğü ve kadastro tespitinin 27/10/1998 tarihi itibariyle kesinleştiği; ...'ın her ne kadar muris...'ın gelini olduğu nüfus kayıtlarından anlaşılmakta ise de ...'ın bahse konu taşınmazı miras hakkından kaynaklanan şekilde edindiğine ilişkin dosyaya muvazaaya ilişkin delil sunulmadığı; dolayısıyla dava konusu taşınmaz üzerinde ölen davacı ...'in miras hukukundan kaynaklanan hakkının bulunduğu ispat edilemediğinden 2008/18 esas sayılı dosyanın davanın açılmamış sayılmasına karar verilmeseydi dahi sonucun değişmeyeceğini, akabinde 2009/375 esas sayılı dosya kapsamında hak düşürücü sürenin geçmesi nedeniyle verilen karar ile aynı nitelikte olacağını, davalının 2008/18 esas sayılı dosya kapsamında davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesine neden olması kusur sayılsa dahi tazminat hukuku ilkeleri uyarınca kusur nedeniyle bir zarar doğmadığından” davanın reddine karar verilmiştir.Öte yandan davacı tarafından Midyat Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan şikâyet üzerine... Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/39 esas sayılı dosyası üzerinden yapılan yargılama neticesinde “… bu dosyada katılanın sanığa 2.000 TL vekâlet ücreti vermesi, bunun karşılanmaması ve davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle katılanın zarara uğramasına sebep olması, 2008/18 esas sayılı dava dosyasını takip etmesi halinde verilecek kararın katılanın durumunu etkileyecek olması,…” gerekçeleriyle davalı avukatın görevi ihmal suretiyle kötüye kullanmak suçundan TCK'nun 257/2. maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiş, bu Karar Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 27.03.2014 tarihli ve 2012/16127 Esas-2014/3419 Karar sayılı ilamı ile onanmıştır.Hal böyle olunca Mahkemece davalı avukatın özen borcunu yerine getirip getirmediği tarafların iddia ve savunması ve ceza davası ile birlikte dava tarihi itibarıyla hak düşürücü süresi dolmayan ilk davanın (2008/18 esas) devamı halinde olası sonuçlarının değerlendirilmesi suretiyle konusunda uzman bilirkişi veya bilirkişiler heyetinden açıklamalı, taraf, hâkim ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18/01/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.