MAHKEMESİ :Asliye Hukuk MahkemesiTaraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün taraflar avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davacı Asil ... ve vekili avukat ... ile davalı ...vekili avukat ...'in gelmeleriyle duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.KARARDavacı, avukat olduğunu, davalı ile aralarında yazılı vekalet ücret sözleşmesi düzenlediklerini, davalının 18.11.2011 tarihli ihtarname ile haksız olarak azlettiğini, yazılı ve sözlü olarak defalarca istemesine rağmen davalıya vekaleten yürüttüğü 10 adet icra takip dosyasının vekalet ücretlerini ödemediğini ileri sürerek, fazlası saklı kalmak üzere 681.980,88TL alacağın faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı, azlin haklı olduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, alınan bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulü ile 192.079,36TL alacağın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya dair istemin reddine karar verilmiş; hüküm, taraflarca temyiz edilmiştir.1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.2-Avukatın, vekil olarak borçları Borçlar Kanununun 389 (Yeni BK.502 vd.) ve devamı maddelerinde gösterilmiş olup, vekil, adı geçen Kanunun 390. maddesine göre müvekkiline karşı vekalet görevini sadakat ve özenle ifa etmekle yükümlüdür. Vekil, sadakat borcu gereği olarak müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak, ona zarar verecek davranışlardan kaçınmak zorunluluğundadır. “Özen borcu” ile ilgili Avukatlık Kanununun 34. maddesinde mevcut olan, “Avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık ünvanının gerektirdiği saygı ve güvene yakışır bir şekilde hareket etmekle yükümlüdürler.” şeklindeki hüküm ise, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olması nedeniyle, Borçlar Kanununun 390. maddesinde düzenlenen vekilin özen borcuna göre çok daha kapsamlı ve özel bir düzenlemedir. Buna göre avukat, üzerine aldığı işi özenle ve müvekkili yararına yürütüp sonuçlandırmakla görevli olduğu gibi, müvekkilinin kendisi hakkındaki güveninin sarsılmasına neden olacak tutum ve davranışlardan da titizlikle kaçınmak zorundadır. Aksi halde avukatına güveni kalmayan müvekkilin avukatını azletmesi halinde azlin haklı olduğunun kabulü gerekir. Gerçekten de avukat, görevini yerine getirirken gerekli özen ve dikkati göstermemiş, sadakatle vekaleti ifa etmemiş ise, müvekkilinin vekilini azli haklıdır. Avukatlık Kanununun 174. maddesinde, “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.” hükmü mevcut olup, bu hükme göre kural olarak azil işleminin haklı nedene dayandığının kanıtlanması halinde müvekkil, avukata vekalet ücreti ödemekle yükümlü değildir. Dairemizin yerleşmiş içtihatlarına göre haklı azil halinde ancak azil tarihi itibariyle sonuçlanıp, kesinleşen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edilebilir. Zira vekalet ilişkisi bir bütün olup azil, taraflar arasındaki tüm dava ve takiplere sirayet edeceğinden, azlin haklı olduğunun kabul edilmesi halinde, davacının azil tarihi itibariyle sonuçlanıp kesinleşmeyen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edebilmesi mümkün değildir. Öte yandan müvekkilin, karşı taraf ile sulh olması halinde sorumlu olacağı vekalet ücretinin, avukatla müvekkil arasında yazılı bir ücret sözleşmesinin bulunması ve sözleşmede sulh halinde ödenecek olan ücretin ayrıca kararlaştırılmış olması halinde, kararlaştırılan bu miktar üzerinden, avukatla müvekkil arasında yazılı bir ücret sözleşmesi bulunmakla birlikte sulh halinde ödenecek olan ücretin ayrıca kararlaştırılmamış olduğu, ya da yazılı bir ücret sözleşmesinin bulunmadığı, veya yazılı sözleşme mevcut olmakla birlikte geçersiz olduğu hallerde ise, sulh olunan miktara göre belirlenmesi gerektiği kabul edilmelidir. Bu açıklamalar ışığında somut uyuşmazlığa konu olay ve dava dilekçesindeki talep birlikte değerlendirildiğinde davacı avukatın davalının vekili olarak davalı ile bayileri arasındaki uyuşmazlık nedeniyle bayiler aleyhine yapmış olduğu icra takiplerinin davalı ile karşı tarafın uzlaşması sonucu sonuçlandırıldığından bahisle vekalet ücreti talebinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için öncelikle davalı ile bayileri arasında düzenlenen sözleşmelerin sulh sözleşmesi niteliğinde olup olmadığının ve sulh sözleşmesi niteliğinde ise davacının bu dosyalardan dolayı vekalet ücreti talebinde bulunup bulunamayacağının belirlenmesi gerekli ve zorunludur. Bu bağlamda davalı ile karşı taraf olan bayileri arasında düzenlenen sözleşmelerin incelenmesinde; davalı ile bayisi arasında imzalanan önceki sözleşme ve ekleri ile intifa ilişkisinin Rekabet Kurulu kararları doğrultusunda uzlaşma yoluyla yeniden düzenlenmesine karar verildiği ve uzlaşma tutanağı niteliğindeki bu sözleşmelerin diğer maddeleriyle de yeni koşulların belirlendiği anlaşılmaktadır. Mahkemenin hükme esas aldığı bilirkişi raporundaki değerlendirmelerin aksine sulh sözleşmesi niteliğindeki bu yeni düzenlemelerde icra takibine konu edilen borcun ödenmesi veya tasfiyesine ilişkin hükümler olmasa dahi davalı ile karşı taraf olan bayileri arasındaki uyuşmazlık bu yeni sözleşmeler kapsamında tamamen sonuçlandırılmış olduğundan yapılan bu yeni sözleşmelerin icra takibine konu uyuşmazlığı sona erdiren sulh sözleşmesi niteliğinde olduğunun kabulü zorunludur. Öte yandan davalı şirket bir kısım icra dosyalarından dolayı gönderdiği tarihsiz talimat ile de “uzlaşma protokolü yapılması nedeniyle itirazın iptali davası açılmaması” hususunu davacıya bildirmiştir. Az yukarda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde davalı ile bayileri arasındaki uzlaşmaların icra takiplerine konu uyuşmazlıkları gidermeye yönelik sulh sözleşmeleri niteliğinde olduğu ve bu nedenle davacının icra takiplerini tam anlamıyla sonuçlandırmış gibi vekalet ücreti talep edebileceği kabul edilmelidir. Ne var ki davalı ile bayileri arasındaki bir kısım sulh sözleşmelerinde sulh olunan miktar belirtilmemiş olup mahkemece de bu hususta yeterli inceleme ve araştırma yapılmamıştır. Bu itibarla mahkemece sulh olunan miktarın ne kadar olduğu hususunu ispat yükümlülüğünün davalıda olduğu gözetilerek, sulh olunan miktar hususunda davalıdan delilleri sorulup alınarak ve davacıdan bu hususta beyanı ve var ise karşı delilleri sorularak sulh olunan miktarın saptanması, sulh olunan miktarın saptanamaması halinde ise icra takibindeki müddeabih üzerinden davacının vekalet ücreti isteyebileceği kabul edilerek inceleme yapılması ve hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmelidir. Mahkemenin değinilen bu yönü gözardı ederek eksik inceleme ve araştırma ile yetersiz bilirkişi raporuna dayanarak yazılı şekilde hüküm kurmuş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalının tüm, davacının ikinci bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bent gereğince kararın davacı yararına BOZULMASINA, 1100,00 TL duruşma avukatlık parasının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, peşin alınan 9.840,00 TL harcın davalıya, 25,20 TL harcın davacıya iadesine, 19/02/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.