Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatmca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü. Davacı, G... köyü 136 ada 15 ve 16 parsel sayılı taşınmazlarının satışı için 02.03.2001 tarihli vekaletname ile davalıyı vekil tayin ettiğini, vekilin uzun zaman geçmesine rağmen kendisine bilgi vermediğini, yaptığı araştırmada davalının 19.04.2001 tarihinde bu yerleri Mevlüt'e sattığını öğrendiğini, davalının satış bedelini kendisine ödemediğini, taşınmazların bedelinin tapuda gösterilen bedelden çok fazla olduğunu belirterek, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 6.000.00 YTL'nin satış tarihinden itibaren yasal faizi ile tahsilini istemiştir. Davacı, 08.09.2008 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 35.210.07 YTL arttırmıştır. Davalı, gerek asıl alacak için gerekse ıslah ile arttırılan kısım yönünden davanın zamanaşımına uğradığını, 15 parselin davacının kendisine olan borcu için satıldığını, 16 parseli kendisinin satmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, ıslah talebi de değerlendirilerek 10.989.40 YTL'nin 19.04.2001 satış tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir. 1- Davacının, G... Noterliğinde düzenlenen 02.03.2001 tarihli vekaletname ile münhasıran G... ilçesi, G... köyü, 35 pafta, 136 ada 15 parsel sayılı 459 m2 yüzölçümlü arsa ile 35 pafta, 136 ada 16 parsel sayılı 446 m2 yüzölçümlü 2 adet arsadaki hisselerinin satışı için davalıyı vekil tayin ettiği, davalının 14.04.2001 tarihinde her bir taşınmazı 1.000.000.000 TL olmak üzere toplam 2.000.000.000 TL'ye Mevlüt'e satıp, satış bedelini aldığı, ancak davacıya ödemediği dosya içeriğinden anlaşıldığı gibi bu hususlar mahkemenin de kabulündedir. Davacının satış bedelinin kendisine ödenmediği gerekçesiyle davalı vekil aleyhine 19.10.2007 tarihinde açtığı davada, davalı zamanaşımı definde bulunmuş, mahkemece, davacının satış işlemini 2007 yılında öğrendiği, dava tarihi itibariyle BK'nın 126. maddesinde öngörülen 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı gerekçesiyle zamanaşımı defi reddedilmiştir. BK'nın 126. maddesi gereğince vekalet sözleşmesinden doğan uyuşmazlıklarda zamanaşımı süresi 5 yıldır, BK'nın 128. maddesi müruruzaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar. Alacağın muacceliyeti bir ihbar vukuuna tabi ise müruruzaman bu haberin verilebileceği günden itibaren cereyan eder" düzenlemesini getirmiştir. Bu yasal düzenlemenin açıklığı karşısında BK'nın 101. maddesi gereğince temerrüt için muaccel bir alacak ve ihtar gerekse de zamanaşımının başlaması için temerrüde düşürülmek zorunlu değildir. Borcun muaccel olması yeterlidir. Muacceliyet, alacaklının borçludan, borçlanılan edimi talep ve dava edebilme yetkisidir (Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 1999 Baskı, Cilt 2, sayfa 1081). Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan söz edilemez. Borcun yerine getirilmesi vadeye bağlı değilse borcun doğması ile birlikte borç muaccel olur (BK 74). Borçlar Kanunu, haksız fiilde ve sebepsiz zenginleşmede 10 yıllık ve 1 yıllık zamanaşımı süresini kabul etmiştir. Haksız fiilde 10 yıllık süre haksız fiilin vukubulmasıyla sebepsiz zenginleşmede hakkın doğduğu tarihte başlar. BK'nın 66. maddesi gereğince sebepsiz zenginleşmede 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için mutazarrır olan tarafın verdiğini, istirdada hakkı olduğuna ıttıla kesbetmesi gerekir. Haksız fiilde zamanaşımı düzenleyen BK'nın 60. maddesi gereğince 1 yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için mutazarrır olan tarafın zarar ve fiile ıttıla kesbetmesi gerekir. Oysa sözleşmeden doğan uyuşmaz-lıklarda zamanaşımının başlaması için BK 60 ve 66. maddelerindeki ilkelerden ayrılmış, zamanaşımının başlaması için muacceliyet yeterli görülmüş, alacaklının muacceliyetten haberdar olmasına dahi gerek görülmemiştir. Bilgi sahibi olup olmama zamanaşımının başlangıcı bakımından önem taşımaz (Turgut Uygur, Borçlar Kanunu 2. Cilt, 1990, sayfa 655). Doktrinde de; Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler adlı eserinin 1273. sayfasında; zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda işlemeye başlayacağı, süresinin işlemeye başlaması için alacaklının alacağından haberdar olmasına veya haberdar olmak zorunda bulunması şart değildir. Ancak haksız fiil ve sebepsiz zenginleşme davalarında 1 yıllık zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması için davacının alacağından haberdar olması gerekir. Sözleşmeden doğan ifa taleplerinde zamanaşımı temerrüden gerçekleştiği anda değil, muacceliyetin gerçekleştiği anda işlemeye başlayacağını kabul etmiştir. Andrea von Tuhr, Borçlar Hukuku (çeviren Cevat Edege) 1983 bası adlı eserinin 693. sayfasında, sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda "müruruzaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar." Yani alacaklının alacağını teçhiz eden mütalebe hakkını kullanabileceği ve edayı isteyebileceği andan itibaren işlemeye başlar. İfası derhal talep edilebilen alacaklarda müruruzaman alacağın doğması ile beraber işlemeye başlar dedikten sonra müruruzamanın cereyana başlaması için alacaklının mütalebe hakkına veya bunun muacceliyetine vakıf olması zaruri değildir. Kanun vazıın BK 60 ve 66. maddelerde olduğu gibi durumlarda alacaklının hadiselere vakıf olma keyfiyetini kabul etmiş, bu istisnalar dışında borçlunun borcuna vakıf olup olmadığını aramaya lüzum yoktur. Borçlu suiniyet sahibi olsa dahi müruruzamana istinad edebilir düşüncesindedir. Avukatlık Kanunu'nun 40. maddesi, vekalet sözleşmesindeki 5 yıllık zamanaşımı süresinden ayrı bir yıllık zamanaşımı süresi getirmiştir. Buna göre "İş sahibi tarafından sözleşmeye dayanarak vekalete karşı ileri sürülen tazminat istekleri, bu hakkın doğumunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve herhalde zararı doğuran olaydan itibaren beş yıl geçmekle düşer" demiştir. Yasanın bu hükmü ile Avukatlık Kanunu'nda avukata karşı açılan tazminat istekleri için BK'nın 60 ve 66. maddesi hükümlerine paralel olarak öğrenme tarihinden itibaren 1 yıllık zamanaşımı süresini kabul etmiştir. Şayet yasa koyucunun amacı vekalet sözleşmelerde öğrenme tarihini zamanaşımının başlangıcı olarak kabul etmek olsa idi bu hususu yasaya açıkça koyardı. Bu nedenle vekalet akdinde zamanaşımının başlaması için muac-celiyet yeterlidir. BK 392/2. maddesinde "vekil zimmetinde kalan paranın faizini de vermeye mecburdur" demiştir. Vekilin, müvekkil adına tahsil ettiği para için temerrüde düşmesine gerek olmadan tahsil tarihinden itibaren faiz ödemek zorunda kalması paranın tahsil tarihi itibariyle alacağın muaccel olduğunun kabulünü gerektirir. Dairemizin uygulaması da bu yöndedir. (13. HD 16.11.1982 tarih 6260-6864; 13. HD 29.09.1994 tarih 1994/7367-8067; 13. HD 21.03.1996 tarih 1996/1968-2753 sayılı kararları) Öte yandan somut olayda tapu sicilinin aleni olması nedeniyle davacı her zaman adına kayıtlı taşınmazın satılıp satılmadığını, satılmışsa hangi tarihte satıldığını öğrenebilecek durumda olduğu gibi müvekkil vekilden her zaman hesap isteyebilir. Hesap verilmezse azledebilir, vekalet akdinin münhasıran iki adet taşınmaz satışı için yapıldığı gözetildiğinde, satışla birlikte davacı, satış bedelini davalıdan isteyebilir. Kaldı ki, mahkeme vekil tarafından satılan taşınmazların bedeli ile ilgili olarak dava veya temerrüt tarihindeki değerini değil, satış tarihindeki değerini esas almıştır. Bu değerlendirme ilke olarak doğrudur. Çünkü satış tarihi itibariyle alacak muaccel olacaktır. Bu nedenle de zamanaşımının başlangıcı satış tarihi olmalıdır. Yapılan bu açıklamalar gözetildiğinde taşınmazların satış tarihi 19.04.2001'de alacak muaccel hale gelmiş, bu davanın açıldığı 19.10.2007 tarihi arasında 5 yıllık zamanaşımı süresi geçtiğinden davanın reddi yerine yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. 2- Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan bozma nedenine göre davalının sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir. Sonuç: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün davalı lehine (BOZULMASINA), (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine gerek olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde iadesine, 08.03.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.