MAHKEMESİ :Asliye Hukuk MahkemesiTaraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.KARARDavacı, 13.05.2011 tarihinde bel ağrısı şikayeti için hastaneye başvurduğunu ve davalı doktor tarafından muayene edildiğini, davalı doktorun bel fıtığı rahatsızlığından dolayı ameliyat olması gerektiğini söylemesi üzerine 16.05.2011 tarihinde davalı doktor tarafından ameliyat edildiğini, ameliyattan sonra belinden beyin omurilik sıvısı sızıntısı meydana geldiğini, dikişlerinin açıldığını, ameliyat yarasının kapanmadığını, yeniden dikiş atıldığını ancak sızıntının engellenemediğini, bir hafta sonra davalı doktor tarafından tekrar ameliyata alınmasına rağmen belinden akan sızıntının engellenemediğini, belinden ve başından gelen ağrıların dayanılmaz hal aldığını, hastaneden ayrıldığını ve başka bir hastaneye gittiğini orada menenjit tedavisi gördüğünü ve sonradan yeniden ameliyat edilerek beyin omurilik sıvısı akıntısının önlendiğini, sızıntının uzun süre durdurulamamasından dolayı hareket kabiliyetinin sınırlandığını, beline platin takıldığını, başkalarının yardımı yada koltuk değneği veya yürüteç ile hareket edebildiğini, hem bedensel hemde ruhsal anlamda büyük çöküş yaşadığını, ailecek acı ve ızdırap duyduklarını, başka hastanede tedavi ve ameliyat olmak için daha fazla masraf yapmak zorunda kaldığını ileri sürerek 20.000.00.TL manevi ve şimdilik 5.000.00.TL maddi tazminatın tahsiline karar verilmesini istemiştir.Davalı doktor, davacının daha önceden başka doktor tarafından bel fıtığından dolayı ameliyat edilmesine rağmen ağrılarının artması üzerine kendisine muayeneye geldiğini, davacının yaşadığı sıkıntıları anlatması ve elde edilen sonuçlara göre ameliyatın kaçınılmaz olduğunu, her türlü riskin davacıya anlatıldığını, onayının alındığını ve davacının rızası ile ameliyat yaptığını, ameliyattan sonra 4. günde davacının yara yerlerinde akıntı oluştuğunu ve bunu küçük operasyonla temizlediğini, bu sızıntının yapılan operasyonun normal komplikasyonları arasında olduğunu, davacının bu gelişmelerden tedirgin olduğunu ve hastaneden iyileşme sürecini beklemeden muvafakatname imzalayarak hastaneyi terk ettiğini, herhangi bir ihmal ve kusurunun olmadığını, yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. 1-Mahkemece yapılan araştırma ve inceleme hüküm kurmaya elverişli değildir. Şöyle ki; Davanın temeli, teşhis ve tedavi hizmetini üstlenen doktor ve özel hastanenin sorumluluğuna ilişkin olup, bir davada dayanılan olguları hukuksal açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini arayıp bulmak hâkimin doğrudan görevidir. ( 1086 sayılı HUMK. 76.md., 6100 sayılı HMK. 33.md. ). Davanın temelini vekillik sözleşmesi oluşturmaktadır. Dava, davalı hastane ve doktorların vekillik sözleşmesinden kaynaklanan özen borcuna aykırılık olgusuna dayanmaktadır ( dava tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı BK. 386, 390. md. ). Vekil, iş görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil de, bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle görülmemesinden sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır ( BK. 390/II ). Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan bile sorumludur ( BK. 321/1 md. ). O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları ( hafif de olsa ) sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktorlar, hastalarının zarar görmemesi için yalnız mesleki değil, genel hayat tecrübelerine göre herkese yüklenebilecek dikkat ve özeni göstermek zorundadır. Doktor, tıbbi çalışmalarda bulunurken, bazı mesleki şartları yerine getirmek, hastanın durumuna değer vermek, tıp biliminin kurallarını gözetip uygulamak, tedaviyi her türlü tedbirlerini alarak yapmak zorundadır. Doktor, ufak bir tereddüt gösteren durumlarda, bu tereddütü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada koruyucu tedbirler almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında seçim yaparken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmalı, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmalı ve en emin yolu tercih etmelidir ( Bkz. Tandoğan, Borçlar Hukuk Özel Borç İlişkileri, Cild, Ank.1982, Sh.236 vd). Gerçektende mesleki bir işgören; doktor olan vekilden ona güvenen müvekkil titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemekte haklıdır. Titiz bir özen göstermeyen vekil, B.K. 394/1 uyarınca vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Somut olaya baktığımız da, mahkemece Adli Tıp raporu nazara alınarak hüküm kurulmuştur. Davacının bu rapora yönelik 31.12.2013 havale tarihli itiraz dilekçesi ... Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla gönderilmesine rağmen 09.01.2014 tarihli celsede davacı tarafın bilirkişi raporuna karşı beyanda bulunulmadığı belirtilerek davanın hükme bağlandığı yani davacı tarafın Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu tarafından tanzim olunan 09.10.2013 tarihli bilirkişi raporuna karşı yaptığı itirazlar hususunda olumlu ve olumsuz bir karar verilmediği ayrıca dosyada mevcut Adli Tıp raporunun hüküm kurmaya yeterli ve elverişli olmadığı anlaşılmıştır. O halde, mahkemece yapılacak iş, Üniversitelerin ana bilim dallarından seçilecek aralarında Nöroşirurji ve nöroloji uzmanının da bulunduğu, konularında uzman doktorlardan oluşturulacak bir bilirkişi kuruluna dosya tevdi edilerek, davalının açıklanan hukuki konum ve sorumlulukları, dosyada mevcut delillerle birlikte bir bütün olarak değerlendirilip, tıbbın gerek ve kurallarına göre olayda davalının sorumluluğunu gerektirecek ihmal ve hata bulunup bulunmadığını gösteren, nedenlerini açıklayıcı, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınmak suretiyle hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesinden ibarettir. Mahkemece, değinilen bu yön gözardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bozmayı gerektirir. 2-Bozma nedenine göre, davacının diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle hükmün davacı yararına BOZULMASINA, 2. bent gereğince davacının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 3.6.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.