Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 7670 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 5786 - Esas Yıl 2011





Taraflar arasında görülen davada İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 26.01.2011 tarih ve 2009/630-2011/10 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş olup, duruşma için belirlenen 16.04.2013 günü başkaca gelen olmadığı yoklama ile anlaşılıp hazır bulunan davalı vekili Av. A.. A.. dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:Davacı vekili, müvekkilinin eski ortağı olduğu dava dışı limited şirketin davalı bankada bulunan hesabından keşide edilen 14.06.2005 tarihli 17.500 TL bedelli çekin karşılıksız çıkması sebebiyle davalı tarafından müvekkili hakkında şikayette bulunulduğunu, Eyüp Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2006/223 E. sayılı dosyası üzerinden yapılan yargılama sonucunda 28.09.2006 tarihinde müvekkilinin mahkumiyetine karar verildiğini, oysa müvekkilinin dava konusu çekin karşılıksız çıktığı 14.06.2005 tarihinden önce, 24.05.2005 tarihli TSG’nde ilan edilen ve 13.05.2005 tarihinde noterden düzenlenen limited şirket hisse devir sözleşmesi ile hissesini tüm aktif ve pasifleri ile birlikte dava dışı Onur Olgun'a devrettiğini, müvekkili hakkında karşılıksız çek keşide etmek suçundan yakalama kararı çıkarıldığını, bu karar nedeni ile müvekkilinin süresiz çalışma izninin tehlikeye girdiğini, ikamet süresi uzatım işlemlerinin bekletmeye alındığını, davalı bankanın daha sonra imza sirküleri konusunda yaptığı yanlışlığı bildirmesi üzerine yargılamanın iadesi talebinde bulunulduğunu, yapılan yargılama müvekkilinin beraatına karar verildiğini, müvekkilinin sınır dışı edilmesini önlemek için Eyüp 2. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından verilen 450 TL adli para cezasını ödemek zorunda kaldığını ileri sürerek, şimdilik 450 TL maddi 50,000 TL manevi tazminatın temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, her ne kadar müvekkili tarafından çek hesabı sahibine ait imza sirküleri konusunda yanlışlık yapılmışsa da, çek üzerindeki imza ile sirkülerdeki imza karşılaştırılmadan iddianame düzenlendiğini ve açılan davada da yeterli araştırma yapılmadan adli para cezasına hükmedildiğini, bu nedenle iddia edilen zarar ile davalı banka eylemi arasındaki illiyet bağının kesildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, toplanan kanıtlara dayanılarak, davalı bankanın suç ihbarının yasa gereği olup suçun asıl failini tespit etmenin cumhuriyet savcısının görevi bulunduğu, somut olayda cumhuriyet savcısının herhangi bir araştırma yapmadan davalı banka tarafından gönderilen ihbar yazısını dikkate alarak davacı hakkında ön ödeme ihtarı çıkarttığı, ceza davasında da mahkemece sanığın bu suçu işleyip işlemediği hakkında araştırma yapılmadığı, davacıya hem cumhuriyet savcılığı hem mahkemece keşide edilen tüm tebligatların Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre yapıldığı, davalı bankanın ihbar yazısı ekinde eylemin faili ile ilgili yanlış belge göndermiş ise de söz konusu mahkeme kararı nedeni ile davacının uğramış olduğu zarar ile davalı bankanın eylemi arasındaki illiyet bağının ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Dava, bankacılık işlemlerinden kaynaklanan zararın, zarar sorumlusu bulunan davalı bankadan tazmini istemine ilişkindir. 3167 sayılı Kanun’un 7. maddesi uyarınca, yapılan ihtara rağmen düzeltme hakkını kullanmayan ve çek karnesini geri vermeyen hesap sahibine karşı muhatap bankanın yapacağı iş, aynı Yasa’nın 9. maddesi uyarınca hesap sahibi hakkındaki bilgileri T.C. Merkez Bankası’na bildirmekten ibarettir. 3167 sayılı Kanun’un 16. maddesinde düzenlenen çekin karşılıksız çıkması halinde şikayette bulunma hakkı ise sadece çek hamiline aittir. Somut olayda ise davalı bankanın çek hamili olmadığı, 29.09.2005 tarihli suç duyurusundan anlaşılmaktadır. Ayrıca ihbar ve şikayette bulunma hakkı anayasal bir hak ise de, bu hakkın kullanılması sırasında dahi, en azından makul her insanın göstermesi gerekli bulunan en basit özenin gösterilmesi gereklidir. İmtiyaz suretiyle faaliyet gösteren davalı bankanın ise bu konuda daha da özenli davranması gerektiği açıktır. Yine mahkemenin, Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı ve Eyüp 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin işlemleri dolayısıyla davalı bankanın kusurlu eylemi ile zarar arasındaki illiyet bağının kesildiği gerekçesi de doğru değildir. Zira illiyet bağının kesilmesi ancak mücbir sebep, zarar görenin kusuru ve üçüncü kişinin kusuru ile mümkün olabilmektedir. Doktrin ve uygulamada zarar görenin kusuru ile üçüncü kişinin kusurunun, illiyet bağını kesecek yoğunlukta olması şartı aranmaktadır (Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 12. Baskı, s:526). Somut uyuşmazlıkta ise davacı hakkındaki yasal süreç, davalı bankanın hatalı bildirimde bulunması ile başlamış, davalı banka Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı'na, 13.05.2005 tarihli noterde düzenlenen ve 24.05.2005 tarihli TSG’nde ilan edilen hisse devir sözleşmesine rağmen, davacının dava dışı hesap sahibi B..Ltd. Şti’nin yasal temsilcisi olduğunu bildirmiştir. Üstelik, davalı bankanın Topçular Şubesi’nin yetkililerinin de imzasını taşıyan tarihsiz tutanak ile davacının B..Ltd. Şti’ndeki hisselerini tüm aktif ve pasifleri ile birlikte dava dışı O..O..’a devrettiğinin, bu nedenle de ekli listede yazılı çeklerin yeni şirket (hisse) sahiplerine teslim edildiğinin ve sorumluluğun yeni şirket (hisse) sahiplerine ait olduğunun belirtilmesine rağmen (ekli listede belirtilen boş çek yaprakları arasında, işbu dava konusu uyuşmazlıkta karşılıksız çıkan çek de vardır). Davalı bankanın tüm bu tutum ve davranışları nedeniyle, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan davacı hakkında ceza davası açılmış, bu dava sonucunda adli para cezasına mahkum olup (450) TL'nı ödemek zorunda kalmış, bir süre emniyet güçlerince alıkonulmuş, çalışma ve oturma izni tehlikeye girmiştir. Bu durum karşısında mahkemece, davacı yararına, kanıtlanması kaydıyla maddi tazminata ve uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir.SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 18.04.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.