Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 1578 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 4320 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : BAKIRKÖY 5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİTARİHİ : 01/12/2011NUMARASI : 2009/197-2011/654Taraflar arasında görülen davada Bakırköy 5. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 01.12.2011 tarih ve 2009/197-2011/654 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş olup, duruşma için belirlenen 24.01.2014 günü başkaca gelen olmadığı yoklama ile anlaşılıp hazır bulunan davacı vekili Av. D. S. dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:Davacı vekili, davalı F. A.’ün Türkiye ve Almanya’da bir çok şirket kurduğunu, özellikle Almanya’da kurduğu şirketler vasıtasıyla talep edildiği an geri ödeneceği ve karşılığında yüksek faiz verileceği garantileriyle bu ülkede çalışan kişilerden para topladığını, müvekkilinden de aynı şekilde para tahsil edildiğini, talep edilmesine rağmen parasının iade edilmediğini, davalı gerçek kişinin SPK mevzuatına aykırı davranışları nedeniyle mahkum edildiğini, ayrıca yurt dışında kurduğu şirketler vasıtasıyla para toplaması ve bu parayı davalı şirkete aktarması nedeniyle hakkında dolandırıcılık suçundan ceza davası açıldığını, J. GmbH ile J. A.G’nin iflas ederek Almanya’daki ticaret sicilinden kayıtlarının silindiğinin ortaya çıktığını, müvekkilinin bu şirketlere başvurma şansının olmadığını, davalı gerçek kişi tarafından yurt dışında kurulan şirketlerin içlerinin boşaltılarak diğer davalı şirkete aktarıldığını, müvekkilinin iradesinin sakatlandığını, davalıların fiillerinin TTK, SPK, BK ve Bankalar Kanunu hükümlerine aykırı bulunduğunu ileri sürerek, davalıların doğrudan sorumluluklarının bulunduğuna, müvekkili ile davalılar arasında kurulan ilişkinin hükümsüzlüğüne ve 20.000 DM karşılığı 23.159,48 TL’nin tahsil tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalılar vekili, husumetin J. İnternational Marketing and Trading AG’ye yöneltilmesi gerektiğini, davanın zamanaşımına uğradığını, müvekkilleri ile davacı arasında bir ilişkinin bulunmadığını, davacının yurt dışındaki şirkete ortak olup olmadığının belli olmadığını savunarak, davanın husumet, yetki ve esas yönünden reddini istemiştir.Mahkemece, dosya kapsamına göre, davacı tarafça verilen mehil ve kesin mehile rağmen bilirkişi incelemesine ilişkin bilirkişi ücreti ve diğer giderlerin karşılanmadığı, toplanan delillerle de taraflar arasındaki hukuki ilişkinin tam olarak belirlenemediği, dosyanın mevcut hali ile davacı iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.Dava, davalıların var olduğu ileri sürülen haksız ve hukuka aykırı fiilleri sonucu dava dışı yabancı şirkete yatırılan paranın davalılardan tahsili istemine ilişkin olup, mahkemece yukarıda yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, davalı tarafın defter ve kayıtları ile dosya kapsamı üzerinde taraflar arasındaki hukuki ilişkinin mahiyeti, davacının alacağı olup olmadığı, davalıların sorumluluklarının bulunup bulunmadığı hususlarında bilirkişi incelemesi yaptırılması öngörülmüş ise de, her şeyden önce davacının yabancı şirketten alacaklı olup olmadığının davalı şirkete ait ticari defter ve kayıtlar üzerinden incelenmesi davanın çözümüne elverişli nitelik taşımamaktadır. Bu durumda, söz konusu ara kararının bu yönüyle “nafile” bir incelemeye matuf olduğu açıktır. Mahkemece taraflar arasında bu konuda bir uyuşmazlık bulunduğu kanısına varılması halinde, bu hususun davacı yanın suretini ibraz ettiği ortaklık sözleşmesinin aslının ibrazı için davacı yana kesin önel verilerek, sunulduğu ve gerektiği takdirde bu belge üzerinden yabancı adli makamlardan yardım istenmek suretiyle keyfiyetin sorulup saptanması, bu husustaki uyuşmazlığın öncelikle bu yöntemle izalesi gerekirken yazılı gerekçelerin davanın reddine dayanak yapılması doğru olmamıştır. Öte yandan, davalılar ile davadışı J. AG arasında bir ortaklık ilişkisi olduğu, gerek davalı şirketin ve gerekse de davadışı J. AG şirketinin tek yetkilisinin davalı gerçek kişi olduğu konusu dosya kapsamı ile belirgin olduğu gibi davalı yanın da kabülündedir. Keza, yine davalı yanın savunma dilekçelerinde de kabul ve ikrar olunduğu üzere anılan davadışı şirket ile davalı şirket arasında bir para akışının varlığı tartışmasızdır. Ayrıca, Dairemize intikal eden dava dosyaları ile davacı yan vekilince dosyaya ibraz edilmiş bulunulan emsal dava dosyalarında alınan bilirkişi raporlarında da bu hususlarda açık saptamalara yer verildiği ortadadır. Yine, henüz kesinleşmemiş olmakla birlikte, davalı gerçek kişi hakkında dolandırıcılık suçundan açılan ceza davasında da aynı yönde saptamalar yapılmıştır. Bu durumda, belirtilen hususların da HUMK’nın 238. maddesi anlamında bilinen ve hatta maruf olgular olduğunun kabulü gerekirken bu hususlarda da bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmesi yerinde olmamıştır. Son olarak, HMK'nın 266. (HUMK’nın 275.) maddesinde, hakimin genel ve hukuki bilgisi ile çözümleyebileceği hususlarda bilirkişi incelemesi yaptırılamayacağı hükme bağlanmıştır. Mahkemenin kararına dayanak teşkil eden kararında “borçtan davalıların sorumlu olup olmadıkları” konusunda da bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş olması, söz konusu kanun hükmüne aykırı olduğu gibi, hakimin, tarafların ibraz edecekleri tüm delilleri toplayıp serbestçe değerlendirdikten sonra vicdani kanaati ile karar vermesi biçiminde özetlenebilecek yasal ve yargısal prensibe de açıkça ters düşmektedir. Tüm bu yasal ve gerektirici nedenler çerçevesinde, mahkemece bilirkişi incelemesi yönünde verilen ara kararının usul ve yasaya aykırı olmasından ötürü, söz konusu ara kararına uyulmamasının ya da bu çerçevede bilirkişi incelemesi yaptırılmasının istenmemesinin davacı yan aleyhine usuli sonuç doğurması söz konusu değildir. Bu nedenle, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazının kabulüyle yerel mahkeme kararının davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın davacı yararına BOZULMASINA, takdir olunan 1.100 TL duruşma vekalet ücretinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 24.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.