MAHKEMESİ : DENİZLİ ASLİYE TİCARET MAHKEMESİTARİHİ : 12/03/2013NUMARASI : 2011/399-2013/129Taraflar arasında görülen davada Denizli Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 12/03/2013 tarih ve 2011/399-2013/129 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş olup, duruşma için belirlenen 30/09/2014 günü başkaca gelen olmadığı yoklama ile anlaşılıp hazır bulunan davalılar vekili Av. Ö.. S.. dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:Davacı vekili, müvekkili tarafından protokol kapsamında davalı şirkete satışı yapılan taşınmaz nedeniyle ödenmesi gereken bedelin davalıların itirazları ve açılan dava sonucunda geç ödendiğini, bu bağlamda davacının munzam zararının oluştuğunu ileri sürerek, şimdilik munzam zararının 10.000,00 TL'nin davalılardan tahsilini talep ve dava etmiş, ıslah dilekçesi ile 782.716,24 TL'nin tahsilini istemiştir.Davalı vekili, BK'nın 105 maddesine göre munzam zararın somut olarak kanıtlanması gerektiğini, varsayıma dayalı kazanç kayıtlarının munzam zarar kapsamına girmediğini, davacının munzam zararını somut olarak açıklayarak kanıtlayamadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre, munzam zarar davasında davacının zararın varlığını ve miktarını, davalının ise; borcun geç ödenmesinde kusurunun olmadığını kanıtlaması gerektiği, yasanın alacaklıya temerrüt faizini aşan zararını borçludan isteme olanağı tanıdığı, ancak bunun için uğranılan zararın varlığı ve miktarının alacaklı tarafından kanıtlanması gerektiği, zararın varlığı ileri sürülerek somut olgular ile kanıtlandıktan sonra miktarının belirlenmesinde zamanında ödeme yapılmadığı için yüksek faiz oranının, mal varlığında oluşan azalmanın veya dövize ödenen yüksek kurun ve ülkede geçerli diğer ekonomik göstergelerin dikkate alınacağının doğal olduğu, davacı tarafça alacağının geç tahsil edildiği iddiasına dayalı munzam zarar istemine ilişkin işbu tazminat davasında somut olaylara dayanılarak bir zararın gerçekleştiği ileri sürülmediğinden soyut ve doğrudan bir zararı ifade etmeyen varsayıma dayalı olarak parasını zamanında almış olsaydı değişik yatırım araçlarına yatırım yapmak suretiyle değerlendirilmesi halinde daha fazla kazanacağının ileri sürüldüğü, bu bağlamda davacının somut olaylara dayalı olarak bir zararının gerçekleştiğini ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.1-Dava, munzam zararın tahsiline yönelik tazminat istemine ilişkin olup, mülga BK'nun 105 nci maddesine göre "alacaklının duçar olduğu zarar, geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir". Munzam zarar sorumluluğu kusura dayanan temerrüdün hukuki bir sonucudur ve borçlunun zararının faizi aşan bölümüdür. Borçlu para borcunu vadesinde ödemediğinde (temerrüdü oluştuğunda) sözleşme veya yasada belirlenen "gecikme faizi" ödeme yükümü altına girer. Bu durumda mülga BK'nın 103. maddesi uyarınca alacaklının mutlak ve tartışmasız bir zarara uğradığı kabul edilmektedir. O nedenle alacaklıya, uğradığı zararı ispat yükümü verilmeksizin, en önemlisi borçlunun, kusuru olup olmadığı araştırılmaksızın yasa gereği kabul edilen zararı giderme hakkı tanınmıştır. Munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır. O nedenle, borçlunun munzam zararı tazmin yükümlülüğü (BK.md.105), asıl borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur. Munzam zarar sorumluluğu, kusur sorumluluğuna dayanır. Mülga BK'nın 105. maddesi kusur karinesini benimsemiştir. Munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusur, borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur. Farklı bir anlatımla, burada zararın doğmasına yol açan bir kusur ilişkisi aranmaz ve tartışılmaz. Sorumluluk için borçlunun temerrüde düşmekteki kusurunun varlığı asıldır. Kural olarak munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağının varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faizi ile karşılanmayan zararını, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmekle yükümlüdür. Alacaklı borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olduğunu ispatla yükümlü değildir. Borçlu ancak temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlama koşuluyla sorumluluktan kurtulabilir. Bu itibarla, munzam zarar davalarında alacaklının (davacının) ispat yükümlülüğü çok sıkı kurallara bağlanmamalı, genel ispat yöntemlerinde olduğu gibi her olayın kendi yapısı ve özelliği içinde değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Ülkemizde süregelen hiper enflasyonun belli yıllarda yüzde yüzlerde seyrettiği, vadeli mevduatların en az bu oranlarda gelir getirdiği, yabancı para değerinin (kurların) her zaman temerrüt faiz oranlarını aştığı, banka kredileri faizlerinin yüzde iki yüze kavuştuğu, paranın iç alım (satım) alma değerinin büyük ölçüde azaldığı tartışmasız ve yaşanan bir gerçek olduğu çok açıktır. Böyle bir enflasyonist ortamda bireyin parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için bir çaba ve girişimlerde bulunması, örneğin en azından vadeli mevduat veya kurları devamlı yükselen döviz yatırımlarında değerlendirmesi, olayların normal akışına, hayat tecrübelerine uygun düşen bir karine olarak kabul edilmesi zorunludur. Gerçekte de, anlatılan enflasyonist ortamda yaşayan makul, normal bir kişinin parasını atıl biçimde elde tutmayacağı, gelir getirici bir yatırıma dönüştüreceği, insan yapısının ve menfaatlerini koruma içgüdüsünün de doğal bir sonucudur. Hal böyle olunca, enflasyonist ekonominin olumsuz etki ve sonuçları kamuca az veya çok herkesin bildiği, en önemlisi gerekli olduğu taktirde bilinebilmesinin kolayca gerçekleştirilebileceği ve mahkemelerin de bilgisi altında olan vakıalar olarak kabulü gerekir. Munzam zararın enflasyonun gündemde olmadığı ve döviz kurlarının da istikrar kazandığı dönemlerde doğmuş olması halinde ise, ispat yükü bakımından durum farklı olup, buna ilişkin Dairemiz’in uygulaması, alacaklının munzam zararını somut olarak kanıtlaması gerektiği yönündedir. Somut olayda, tarafların 18.03.1998 tarihli protokol ile apart otelin satışı konusunda anlaştıkları, davalı tarafın bakiye ödemeleri yapmaması üzerine açılan dava sonucunda cebri icra yolu ile 24.01.2011 tarihinde 1.176.026,29-TL'nin davacı tarafından tahsil edildiğinin iddia edildiği ve davacı vekili dava dilekçesinde çeşitli hesaplamalardan sonra dava konusu munzam zarar ile ilgili seçimlik haklarını kullanacaklarını belirtmiş ise de ortalama değer üzerinden hesaplama yapan bilirkişi kurulu raporunun ibrazından sonra ıslah dilekçesi içeriğinden davacı vekilinin paranın alım gücündeki kayba dayalı olarak munzam zarar isteminde bulunduğunun kabulü gerekir.Bu itibarla, mahkemece, munzam zararın oluşmasındaki zaman kesitinin ekonomik koşullarının farklılığı gözetilmeden, tüm dönem için somut ispat arayan yazılı gerekçe ile sonuca gidilmesi ve bu bağlamda ispata ilişkin yanlış ilkeye dayalı olması nedeniyle doğru olmamış kararın bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.2-Bozma neden ve şekline göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemişir.SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 14/10/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.