Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 9117 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 27597 - Esas Yıl 2014





Mahkemesi : İş Mahkemesi Dava, davacının Kurum işleminin iptali ile Kuruma tedavi gideri borcu bulunmadığının tespiti istemine ilişkindir.Mahkemece, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Hükmün, davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.19.01.2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6385 sayılı Yasanın 12. maddesi ile 5510 sayılı Yasaya eklenen Geçici 45. maddede, “Bu Kanuna göre genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına girmekle birlikte, asli olarak hak etmediği bir kapsamda sağlık hizmeti alanlara 31/1/2012 tarihine kadar verilen sağlık hizmetlerine ilişkin Kurumca tahakkuk ettirilmiş veya ettirilecek borçlar, varsa ilgililerin bu nedenle açtıkları davadan vazgeçmeleri halinde tahsil edilmez. Bu borçlara ilişkin açılmış olan dava ve icra takiplerinden Kurumca vazgeçilir.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan hükmün gerekçesinde ise, 5510 sayılı Kanuna göre, vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamına alınmasına ilişkin işlemlerin 2012 yılı Ocak ayı itibarıyla tamamlanması nedeni ile, bu tarihe kadar yaşanan geçiş surecinde, tabi olduğu genel sağlık sigortası statüsünün aradığı şartlarla sağlık yardımı alması gerekirken, Kanunun diğer statülerine göre ya da bakmakla yükümlü olunan kişi statüsünde hak etmediği halde sağlık yardımı yapılanlara ilişkin sağlık giderlerinin ilgililerden tahsil edilmemesi ve bu suretle oluşacak mağduriyetlerin önlenmesinin amaçlandığı belirtilmiştir.Anılan maddenin lafzı ile gerekçesi birlikte değerlendirildiğinde, yersiz tedavi giderlerinin bu madde kapsamına girmesi için, ihtilaf konusu dönemde sigortalının, 5510 sayılı Kanunun 60. maddesi ile diğer maddelerine göre genel sağlık sigortalısı sayılması, borçlu olması nedeniyle sağlık hizmetlerinden yararlanamadığı halde veya Kuruma gerekli bilgi ve belgelerle zamanında başvuru yapılmadığı için, gerekse Kurum iş ve işlemlerinden kaynaklanan nedenlerle hak etmediği halde eşi, çocukları veya anne veya babası üzerinden bakmakla yükümlü olunan kişi olarak sağlık yardımlarından yararlanması veya hak etmediği halde bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamında yersiz olarak sağlık hizmetlerinden yararlanması gerekmektedir.Eldeki davaya konu somut olayda, ihtilaf konusu olan ve hayali prim ödemesi nedeni ile tedavi gideri borcu tahakkuk ettirilen dönemin 01.10.2008 tarihi öncesine yönelik olması, 5510 sayılı Kanunun 60. maddesinin istisnaları dışında 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girmesi ve bu halde davacının anılan madde kapsamında genel sağlık sigortalısı olmayıp davanın yasal dayanağının 1479 sayılı Yasanın Ek 12. Maddesi olması nedeni ile 5510 sayılı Kanunun Geçici 45. maddesinin eldeki davada uygulanması mümkün değildir. Hal böyle olunca, 1479 sayılı Yasanın Ek 12. maddesinin, “Bu Kanuna göre ilk defa sigortalı olanların sağlık yardımından yararlanmaları, en az sekiz ay, yeniden sigortalı olanların ise en az dört ay eksiksiz sağlık sigortası primi ödemiş olmaları, sağlık ve sigorta prim borcu bulunmaması şartına bağlıdır.” hükmü gözetilerek, 23.03.1992 tarihinden itibaren anılan Yasa kapsamında sigortalı bulunan davacının, 24.10.2001 tarihindeki 48 adet prim ödemesinin, yapılan denetim sonucu gerçeğe aykırı olarak, bilgisayar programı sayesinde ödenmiş gibi Kurum kayıtlarına işlendiğinin belirlenmesi nedeni ile öncelikle davacıdan, Kurumun gerçek olmadığını iddia ettiği primlere yönelik ödeme makbuzlarının bulunup bulunmadığı sorulmalı, ibraz edilememesi halinde, davacının sağlık yardımlarından yararlandığı dönemde prim borcunun varlığı araştırılarak, varılacak sonuca göre karar verilmelidir.Bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.Ayrıca, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 26. maddesi uyarınca; "Hakim tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir." Aynı Kanunun 294–301 maddelerinde ise mahkeme kararlarının nasıl olması gerektiği belirlenmiştir. Bu düzenlemelere göre Mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür. Kanunun 297. maddesinin (2). fıkrasında “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir”, hükümleri öngörülmüş olup hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması, zorunludur. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294. maddenin (4) fıkrasındaki “Zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği hâllerde, gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay içinde yazılması gerekir.” hükmü gereği zorunlu nedenlerle yalnız hüküm sonucunun tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın sonradan belli süre içinde yazılması mümkündür. Bu gibi hallerde de Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 294 ve 297’inci maddelerine uygun olarak tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren kısa karar ile daha sonra yazılan gerekçeli kararın birbirine uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak da yoktur. Kısa kararla gerekçeli kararın birbirinden farklı olması yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim olunmasına ilişkin Anayasa'nın 141’inci maddesi ile Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Öte yandan, 10.04.1992 tarih, 1991/7 Esas ve 1992/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme kararında da değinildiği gibi, hâkimin tefhim etmiş olduğu kısa kararla gerekçeli karar uyum içinde olmalıdır. Öyle ki, İçtihadı Birleştirme Kararında bu konuya çok büyük bir önem verilmiş, çelişkinin varlığı tespit edildiği takdirde, başka hiçbir incelemeye gerek görülmeksizin ve tarafların bu konuyu temyiz sebebi yapıp yapmadıklarına bakılmaksızın kararın salt bu nedenle bozulması gerektiğine işaret edilmiştir. Somut uyuşmazlıkta, mahkemece, tefhim edilen kısa kararda, “Dava konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına” denildikten sonra, “6385 sayılı Yasanın 12.maddesi uyarınca, dava konusu davacının davalı kuruma 1.401,24 TL tedavi gideri borcu bulunmadığının tespitine,” şeklinde hüküm kurulmuştur. Bu haliyle hüküm fıkrasında birbiri ile çelişen kararlar verildiği anlaşılmakla, infaza elverişli bir hüküm kurulmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi de usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.O halde, davalı Kurum vekilinin yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 11.05.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.