Davacı, iş kazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine bağlanan peşin değerli gelirler ile yapılan harcama ve ödemeler nedeniyle uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesini istemiştir. Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar vermiştir. Hükmün, davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi. 1-Dava, 23.01.2004 tarihinde meydana gelen trafik-iş kazası sonucu ölen araç sürücüsü sigortalının hak sahiplerine yapılan sigorta yardımları nedeniyle uğranılan Kurum zararlarının 506 sayılı Yasa'nın 9 ve 10. maddeleri gereğince rücuan tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece, işyerinin, kazadan önce Kuruma kayıt ve tescili bulunmadığı, davacı Kurum tarafından kaza tarihi itibariyle re'sen tescil edilmiş olduğu, buna göre, sigorta yardımına konu trafik-iş kazasının, işyerinin tescilinden itibaren bir aylık süre içinde meydana geldiği, bu durumda anılan Yasa'nın 9 ve 10. maddesinde belirtilen şartların gerçekleşmediği belirtilerek, davanın reddine karar verilmiş olup, yapılan araştırma hüküm kurmaya yeterli değildir. Kaza meydana geldiğinde, yedek şoför olarak araçta bulunduğu anlaşılan Sait, sigorta müfettişi Mahmut'a verdiği 30.03.2004 tarihli ifadesinde, kendisinin 11.09.2003 tarihinden beri davalı işyerinde çalıştığını, ölen araç sürücüsünün de kendisinden bir hafta sonra çalışmaya başladığını belirtmiştir. Dosya kapsamından, sigortalının kullandığı 06 ... 8048 plakalı aracın, 09.10.2003 tarihinde trafiğe çıkarak, davalı şirket adına tescil edildiği; davalı işverenin, dava dışı kargo şirketinin nakliye işini üstlendiği, sigorta yardımına konu trafik-iş kazasının da, nakliye işi yapılırken meydana geldiği anlaşılmaktadır. Mahkemece, davalı işverene ait işyerinde, hizmet sözleşmesine dayalı olarak, ilk defa hangi tarihten itibaren sigortalı çalıştırılmaya başlandığı, ayrıca sigortalının hangi tarihte işe girdiği, davalı işverenin işyeri kayıtları, kargo şirketi ile yapılan sözleşmeler, kargo şirketinin yaptığı ödemeler, defter kayıt ve belgeleri, tanıklar vb. delillerle ayrıntısı ile araştırılmalıdır. Şayet belirlenen tarihten itibaren iş kazası bir ay içinde meydana gelmişse, şimdiki gibi davanın reddine, aksi halde 10. maddenin varlığı esas alınarak hüküm kurulmalıdır. 2-Diğer taraftan dava; iş kazasından doğan rücuan tazminat istemine ilişkin olup, yasal dayanağı 506 sayılı Kanun'un 10. maddesidir. Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 10. maddesinde, sigortalı çalıştırmaya başlandığının süresi içinde Kuruma bildirilmemesi halinde meydana gelen iş kazası ya da meslek hastalığı nedeniyle sigortalının uğradığı tüm zararlar Kurumca karşılanır, ancak "yapılan ve ilerde yapılması gerekli bulunan her türlü masrafların tutarı ile, gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22. maddede sözü geçen süreye göre hesap edilecek sermaye değerleri tutarı, 26. maddede yazılı sorumluluk halleri aranmaksızın, işverene ayrıca ödettirilir" (m. 10/son) hükmü yer almaktadır. Görüldüğü gibi, işverene rücu edilebilmesi için, 26. maddede olduğu gibi özel bir kusur koşulu öngörülmemiş, işverenin kusursuz olması halinde dahi sorumlu tutulmuş, yine işverenin sorumlu olacağı tazminatın üst sınırı bakımından 26. maddede öngörülen "sigortalının işverenden isteyebileceği miktarla sınırlı" olduğuna ilişkin ibare de 10. maddeye alınmamıştır. Anayasa Mahkemesi'nin 21.03.2007 gün ve 26649 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan 23.11.2006 gün ve E: 2003/10, K: 2006/106 sayılı kararı ile 26. maddedeki "sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere..." bölümünün Anayasa'ya aykırılık nedeniyle iptaline karar verilmiştir. 26. maddedeki anılan cümlenin iptali ile Kurumun rücu hakkının yasadan doğan kendine özgü ve sigortalı ya da hak sahiplerinin hakkından bağımsız basit rücu hakkına dönüşmüş olması karşısında, ilk peşin değerli gelirin tazmin sorumlularının kusuruna isabet eden miktarla sınırlı şekilde hüküm kurulması gerekir. Tazmin sorumlusunun sigortalıya veya hak sahiplerine yapmış olduğu her türlü ödemenin Kurumun rücu hakkından düşülmesine imkan yoktur. Zira Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra Kurumun rücu hakkı kanundan doğan bağımsız rücu hakkına dönüşmüştür. Dairemiz, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önceki görüşüne göre, 10. maddeye dayanan rücu davalarında da tıpkı 26. maddede olduğu gibi bağlanan gelirlerdeki artışın tavan zararla sınırlı biçimde işverenden istenebileceği, bir bakıma 26. maddede öngörülen halefiyet ilkesinin 10. maddeye kıyasen uygulanabileceği kabul edilmekteydi. Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararının gerekçesinde açıkça gelirlerde meydana gelen artışların istenemeyeceği belirtilmiştir. 506 sayılı Kanun'un 10. maddesinde 26. maddede öngörülen "sigortalının veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere" ibaresi de yer almamıştır. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra 26. maddeye dayanılarak açılan rücu davalarında artışlar istenemeyeceğine göre, böyle bir ibare bulunmayan 10. maddeye dayanan rücu davalarında da gelirlerdeki artışların istenemeyeceği açıktır. Mahkemece yapılacak iş; işverenin %100 kusurlu olduğu kabul edilerek ilk peşin değerli gelirden Borçlar Kanunu'nun 43 ve 44. maddeleri uyarınca hakkaniyet indirimi yapılarak Kurumun rücu alacağına hükmetmek gerekir. Borçlar Kanunu'nun 43 ve 44. maddelerine göre hakkaniyet indiri-mindeki yöntem ise, sigortalının müterafık kusurunun bir miktarını işverenin kusuruna eklemek, işveren kusursuz ise ilk bağlanan gelirin peşin değerinden %50'den az olmamak üzere indirim yapılarak Kurumun rücu alacağına hük-medileceği gözönünde tutulmalıdır. Mahkemece açıklanan bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. Sonuç:Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), 17.04.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.