Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 429 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 15118 - Esas Yıl 2011





...Dava, iş kazası sonucu ölen sigortalının haksahiplerine bağlanan gelirler nedeniyle uğranılan Kurum zararının 506 sayılı Yasanın 26. maddesi uyarınca davalılardan teselsülen tazmini istemine ilişkindir.Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Hükmün, davacı Kurum avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... Dündar tarafından düzenlenen raporla dosyadaki belgeler okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi. .... sayılı dosyasında; sanıklar ... ile ...’nun tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme sebebiyet vermekten dolayı mahkumiyetlerine karar verildiği ve söz konusu kararın temyiz edilmeksizin kesinleştiği görülmüştür. Davaya konu iş kazasının çatı yapımında çalışan sigortalının elektrikli motorla çatıya kereste çıkarılması sırasında kerestelerin ikinci kat hizasına gelmişken elektrikli motorun aniden infilak etmesi sonucu motordan fırlayan metal parçaların gırgırı kullanan sigortalının göğüs bölgesine isabet ederek ölümüne neden olması şeklinde gerçekleşen kazaya ilişkin, Mahkemece, hükme dayanak yapılan kusur raporunda; davalılardan işveren ...’a %100 kusur atfedildiği, davalılardan kooperatifin işi anahtar teslimli olarak ...’a verdiği, davalı ...’nun ise kalfa olarak çalıştığı, taşınan yükün tahta olması ve patlamaya neden olmaması ile kazanın meydana geliş şekli dikkate alınarak sorumluluğunun bulunmadığı gerekçeleriyle kusurlarının bulunmadığı sonucuna varıldığı, Mahkemece, davanın davalılardan ... yönünden kabulüne, diğer davalılar yönünden ise reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Borçlar Kanununun, ceza hukuku ile medeni hukuk arasında münasebet başlıklı 53. maddesine göre, "Hakim, kusur olup olmadığına ... karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamıyla bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde./...-2- verilen beraat kararıyla da mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez." Bu hükümden çıkan genel sonuç, hukuk hakiminin genelde ceza mahkemesinden verilen "hükümlülük" kararı ile bağlı olmasıdır. Bu durumda, halledilmesi gereken sorun, bağlılığın kapsamının ne olması gerekeceğidir.Başka bir anlatımla, ceza mahkemesinin kesinleşen hükümlülük kararında, öncelikle maddi olguların saptanması, bu olgulara bağlı olarak suç teşkil eden bir fiilin, yada, kusurlu hareketin var olup olmadığı, varsa, kusurun derecesi ve bunun sonucunda doğan zarar miktarının ne olduğu söz konusudur. Saptanacak maddi olgulara göre, ceza mahkemesince kusurun varlığı kabul edildiğinde, "bu kusurun" suç teşkil edip etmeyeceğinin taktirinin, Ceza Hukukunun mesuliyete ilişkin esas ve ilkeleriyle yapılabileceği ortadadır. Diğer taraftan, saptanacak her kusurlu hareketin hukuki yönden sorumluluk gerektirdiği de söylenemez.Giderek, Ceza Hukuku yönünden suç teşkil etmeyen "kusur" halinin, genel anlamda Medeni Hukuk yönünden sorumluluğu gerektirebileceği de açıktır.Bu nedenle; hukuk hakiminin "...kusur mevcut olup olmadığına ..." karar verebilmesi için ceza hükmü ile bağlı olmayacağı ilkesinin sebebi ortadadır.Bu ilkenin tabii sonucu olarak da, kusur derecesinin takdiri ve bundan doğacak "... zarar miktarının tayini..." hususlarında da hukuk hakiminin ceza mahkemesi kararı ile bağlı olmayacağı ilkesinin nedeni yasada kabul edildiği şekilde açıktır. Ne var ki, ceza mahkemesi, kendine has usuli kurallar nedeniyle, hükme esas aldığı maddi olayların varlığını saptamada daha geniş yetkilere sahiptir.Bu nedenle, ceza mahkemesinde saptanacak maddi olayın yargısal bir kararla saptanmış olması gerçeğinin hukuk hakimini de bağlaması gerekir.Bu hal, Kamunun yargıya olan güveninin korunmasının bir gereği olduğu gibi, söz konusu Borçlar Kanununun 53. maddesinde öngörülen kuralında doğal bir sonuçudur.Nitekim, bu husus Yargıtayın yerleşmiş ve kökleşmiş görüşleri ile de, kabul edilmiş bulunmaktadır.Şu halde, hukuk hakimi ceza mahkemesince saptanan maddi olaylarla bağlı olup, orada belirlenen kusur oranlarıyla bağlı değildir. Davalı kooperatifin kusuru yönünden ise;asıl işverenin davalı kooperatif olup olmadığının belirlenmesi gereği açıktır. Her ne kadar davalı kooperatif tarafından 64 adet konutun yapımının anahtar teslimi olarak verildiğine dair 10.05.1997 tarihli inşaat yapım sözleşmesi dosyaya sunulmuşsa da anılan sözleşmenin adi nitelikte düzenlendiği görülmekte olup, sözleşme tek başına inşaat işinin yapımının anahtar teslimi olarak verildiğinin kabulüne elverişli değildir. Buna göre yapılacak iş; davalı kooperatife ait genel kurul tutanakları, karar defterleri ve kooperatifle ilgili tüm kayıt ve belgeler getirtilerek bunlar üzerinde inşaat işinin anahtar teslimi verilip verilmediğine ilişkin inceleme yapılmak, yapılan inceleme sonunda inşaat işinin anahtar teslimi verildiğine dair kooperatifin yasal kayıtlarında../...-3- bilgi ve belgelere ulaşılırsa, 10.05.1997 tarihli sözleşmeye itibar edilerek işin anahtar teslimi verildiğini kabul edip şimdiki gibi, aksi taktirde kaza tarihindeki mevzuat da dikkate alınarak kooperatifin asıl işveren olarak sorumluluğu olup olmadığı belirlenmelidir. Yapılan açıklamalar çerçevesinde; iş kazasının meydan geldiği alanda (iş güvenliği) uzman olan bilirkişilerden alınacak rapor sonrası yapılacak değerlendirme sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir. Mahkemece, yukarıda açıklanan esaslar doğrultusunda inceleme yapılarak elde edilecek sonuca göre karar verilmesi gerekirken, hatalı değerlendirme ve eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. O halde, davacı Kurumun avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 18.01.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.