Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 25595 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 17414 - Esas Yıl 2014





Mahkemesi : Devrekani Asliye Hukuk (İş) MahkemesiTarihi : 07.04.2014No : 2013/8-2014/61 Dava, hak sahibi konumundaki davalıya yersiz ödendiği ileri sürülen ölüm aylıklarının yasal faiziyle birlikte geri alınması istemine ilişkindir.Mahkemece, davanın kısmen kabul, kısmen reddine karar verilmiştir.Hükmün, davacı Kurum vekili ve davalı vasisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi. Hakkında verilen boşanma kararı 21.03.2000 tarihinde kesinleşen davalıya, yaşamını yitiren sigortalı babası üzerinden 506 sayılı Kanun hükümlerine göre hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla bağlanan ölüm aylığının, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığının belirlendiği gerekçesiyle, 01.03.2010–31.08.2012 döneminde yersiz ödendiği ileri sürülen aylıklar yönünden borç tahakkuk ettirildiği anlaşılmaktadır.1-) Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davacı Kurum avukatının temyiz itirazlarının reddi gerekir.2-) Davalı vasisinin temyiz itirazlarına gelince;506, 1479, 2925, 2926, 5434 sayılı Kanunlarda yer almamakla birlikte ilk kez 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” başlığını taşıyan 56. maddesinin ikinci (son) fıkrasında düzenlenen davanın yasal dayanağı niteliğindeki norm 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girmiş, fıkrada “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96'ncı madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesine yer verilmiş olup, hükmün Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptali istemiyle yapılan başvurunun, Anayasa Mahkemesi'nin 15.12.2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 28.04.2011 gün ve 2009/86 Esas - 2011/70 Karar sayılı kararı ile reddedildiği, dolayısıyla iptal edilmeyen fıkranın yürürlükte olduğu belirgindir.Anılan maddeye dayalı açılan bu tür davalarda eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve özellikle taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz etmektedir. Mahkemece yapılan yargılamada, uyuşmazlık konusu olan fiilen birlikte yaşama olgusu yöntemince araştırılarak, dava konusu dönem bakımından gerekli araştırmalar resen yapılmış ve davalı ve eski eşin fiilen birlikte yaşadıkları tespit edilmiştir. Mahkemenin davalı ve eski eşin fiilen birlikte yaşadığı yönündeki kabulünde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.Ancak; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)'nun “Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9.maddesi hükmüyle hak elde edebilmeyi, borç (yükümlülük) altına girebilmeyi, fiil ehliyetine bağlamış; 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırt etme gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırt etme gücü” aynı Kanunun 13. maddesinde “Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırt etme gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu Kanun ile diğer Kanunların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır (HGK'nun 18.07.2007 gün ve E:2007/1-583, K:2007/556; 17.02.2010 gün ve E:2010/19-97, K:2010/83; 16.01.2013 gün ve E:2012/3-655, K:2013/63 sayılı ilamları).Bunun yanında, TMK'nun 14. maddesi ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyetinin bulunmadığını belirttikten sonra aynı Kanunun 15. maddesinde de kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiillerinin hukuki sonuç doğurmayacağı açıklığa kavuşturulmuştur. Gerçekten de davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak elde edebilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Yasanın belirtilen düzenleme sistemine göre, temyiz kudretine sahip olmayan kimsenin yaptığı işlemlerin, hiçbir hukuki hüküm ifade etmeyeceği, dolayısıyla butlan ile malul bulunduğu söylenebilir. Gerek doktrinde gerekse uygulamada benimsenen görüş de bu doğrultudadır. Bu düzenleme ve kabul tarzının, mutlak ehliyetsizlik hali olarak da nitelendirilebilen, temyiz kudreti yoksunu (ayırt etme gücü bulunmayan) kişiyi korumaya yönelik olduğu muhakkaktır. Bu kabul tarzının önemli örneklerinden biri Medeni Kanunun 145. maddesinde yer almaktadır. Bahse konu maddeye göre eşlerden birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması, evliliğin mutlak butlanı olarak kabul edilmiştir. Öte yandan, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “Rey ve mütaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir. Ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması, kişiye eylem ve işleme göre değişmesi, bu yönde yetkili sağlık kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanun’un 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Bu yasal düzenleme ve açıklamalar ışığı altında, öncelikle davalının kısıtlılığına ilişkin hüküm ve dava dosyası ilgili mahkemesinden getirtilerek titizlikle incelenmeli, davalının fiili birlikteliği algılayabilecek akli melekelere sahip olup olmadığı, akıl hastalığının iyileşmesinin mümkün bulunup bulunmadığı, mevcut durumu itibariyle evliliğin gerekliliklerini yerine getirip getiremeyeceği hususları yöntemince araştırılarak, elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu davanın kabulüne karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.O halde, davalı vasisinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır S O N U Ç : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 04.12.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.